8 Mart 2019 Cuma

On 04:38:00 by Gülten İşcimen in    No comments
Memlekette Oxford vardı da biz mi gitmedik! 


Bu seyahatimizde ülkemizde bir türkücünün bu veciz sözüyle bilinen Üniversiteler şehri Oxford’a gidiyoruz. 


Şehri tanıyalım

Oxford, İngiltere'nin güneydoğusunda bulunan ve Oxfordshire idari bölgesinde bulunan bir üniversite şehri. Birleşik Krallık'taki en büyük 52. şehirdir ve yaklaşık 155.000 nüfusuyla, Birleşik Krallık'taki en hızlı büyüyen nüfusa sahip şehirlerden birisidir. Oxfordshire bölgesinde etnik açıdan en farklı bölge olmaya devam etmektedir. Şehir, Londra'dan 82 km yani yaklaşık bir saatlik uzaklıktadır. 

Tarihi geçmişi 8. yüzyıla kadar giden Oxford, kültürel ve tarihi açıdan önemli şehirlerden birisi olarak kabul edilmektedir. Şehir, İngilizce konuşulan dünyanın en eski üniversitesi olan Oxford Üniversitesi'ne evsahipliği yapmaktadır. Oxford'daki binalar, Sakson döneminin sonlarından bu yana İngiliz mimarlık dönemine ait kayda değer örnekler olarak gösterilmektedir. Oxford, ilk olarak şair Matthew Arnold tarafından kullanılan bir terim olan "City of Dreaming Spiers" olarak biliniyor. Oxford, ekonomik olarak da gelişmiş bir şehir. Şehirdeki sanayi dalları arasında motor üretimi, eğitim, yayıncılık ve çok sayıda bilgi teknolojisi ve bazısı akademik sektöre hizmet eden bilime dayalı işletmeler yer almaktadır.


Oxford Üniversitesi, dünyanın en ünlü ve prestijli yükseköğretim kurumlarından birisidir. Uygun olan her kadroya mevcut dokuz başvuru ortalaması, akademik personelin % 40'ını ve lisans öğrencilerinin % 17'sini deniz aşırı ülkelerden çekmesi bu başarıyı göstermektedir. Üniversite, The Times Higher Education Dünya Üniversite Sıralaması'na göre dünyanın bir numaralı üniversitesi olarak sıralanıyor. Dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilerin varlığıyla oldukça kozmopolit bir yapıya sahip olan Oxford, tarihi ve görkemli kolejleri, mimarisi ve kültürel geçmişiyle turistler için de bir cazibe merkezi. Oxford, birçoğuna giriş ücreti ödemeden gezebileceğiniz çok sayıda müze, galeri ve koleksiyona da ev sahipliği yapmaktadır. Bunların çoğu, Oxford Üniversitesi'nin bölümleridir. 

Kurulduğu tarih bilinmemesine rağmen, 1096 yılında bu şehirde eğitim olduğuna dair belgelerin varlığı Üniversite'yi İngilizce konuşulan dünyanın en eski üniversitesi ve kuruluşundan itibaren var olmaya devam eden en eski ikinci üniversite yapmaktadır. Oxford Üniversitesi, 1167 yılında II Henry’nin İngiliz öğrencilerinin Paris Üniversitesi'nde okumasını yasaklamasıyla hızla büyümüş. Ancak 1209 yılında anlaşmazlıklar sonucu bazı akademisyenler Cambridge şehrine gitmiş ve burada Cambridge Üniversitesi’nin temellerini atmışlar. Bugün bu iki eski üniversite Oxbridge adıyla biliniyor. 

Oxford, üniversite içinde özerk olan, kendi öğrencilerini seçen, yapısı ve faaliyetlerini kendileri belirleyen toplam 38 kolejden ve kendi içinde dörde ayrılan akademik bölümlerden oluşmakta. Yani her bir kolej kendi öğrencilerini seçebiliyor ve öğrencilerine konaklama, yeme içme, kütüphane ve diğer sosyal imkanları sağlıyor. Böylece öğrenciler ortak bir isim altında Oxford Üniversitesi’nde okumuş oluyorlar. 

Üniversitenin tüm binaları ve tesisleri şehir merkezi içinde yer almaktadır. Yani şehrin sokaklarında gezerken adım başı bir kolejle ve bir üniversite yapısıyla karşılaşmak mümkün.


Oxford'da lisans öğrenimi kolejlerde "tutorial" adı verilen haftalık dersler ile üniversite fakülteleri ve bölümlerinin sağladığı dersler ve laboratuvar çalışmalarıyla yapılıyormuş. Oxford, haftada ortalama bir saatlik bir derse katılan öğrencilerin olduğu öğretici temelli öğretim yöntemiyle ünlüdür. Oxford, dünyanın en eski ve en prestijli burslarından birisi olan, yüzyılı aşkın bir süredir yüksek lisans öğrencilerini üniversiteyle buluşturan Rhodes Bursu'nun merkezidir. 

Bunların yanısıra Üniversite, dünyanın eski üniversite müzesi olan harika Ashmolean Müzesi'ne, dünyanın en büyük üniversite yayıncısı Oxford University Press'e ve Birleşik Krallık'ın en büyük kütüphane sistemi olan The Bodleian Library’ye ev sahipliği yapıyor. Oxford'un önemli mezunları arasında pek çok Nobel Ödülü sahibinin yanısıra 27 Birleşik Krallık Başbakanı ve pek çok yabancı devlet başkanı bulunuyor. 

Gezelim Görelim

Bu kısa özetten sonra artık gezmeye başlayalım.

1 Temmuz 2018 

Glasgow'da başlayan otobüs yolculuğum sabah saatlerinde Londra'da Victoria İstasyonu yakınlarında son buldu. Gece boyunca üşümüş ve oldukça yorulmuştum. Öncelikle hemen bir Cafe de Nero bularak sıcak bir çay içtim ve yanında bir şeyler yedim.

Oxford için önceden otobüs biletimi almıştım ve gidip durağı bulmaya çalıştım. Peronda bulunan bir otobüse binerek şoföre biletimi gösterdim. Bu otobüs olmadığını sonradan gelecek otobüse binmemi söyledi. Epeyce bekledim ve oralarda dolandım. Ortalıkta peron görevlisi gibi dolaşan bir adam biletime baktı ve yanlış yerde olduğumu, otobüs terminaline gitmem gerektiğini söyledi. Otobüs zamanı geldiğinden çılgınca yakınlardaki terminale koştum ama terminalde böyle bir otobüs bulamadım. Firmanın müşteri hizmetlerine gittiğimde ilk beklediğim yerin doğru olduğunu, kendilerinin bir şey yapamayacağını söylediler. Tekrar başladığım noktaya döndüm ama maalesef otobüsüm gitmişti. Peronda bekleyen otobüsün şoförüne durumu anlattığımda bu otobüse binebileceğimi söyledi. Ancak beni yanlış yönlendirenler yüzünden yaklaşık 1 saat gecikmeyle hareket edebilmiş oldum. Zaten akşam dönüş uçağım olduğu için Oxford'da fazla zamanım olmayacaktı. 

Bindiğimde boş olan iki katlı otobüsün üst katına çıkıp en öne oturdum. Camları da temizleselermiş iyi olacakmış! Otobüsten çektiğim bütün fotoğraflar lekeli çıkmış ama yine de yerimi çok sevdim.


Pazar sabahı olması nedeniyle trafik de oldukça sakindi. Yolculuğumuz yaklaşık 1 saat civarında sürdü. Londra'dan buraya trenle de gelinebiliyormuş. Bunun için Paddington Tren İstasyonuna gitmek gerekiyor. Biletimi alırken bunu da incelemiştim ancak tren biletleri otobüs biletlerine göre çok pahalı geldi bana. Otobüs biletlerini çok önceden alırsanız oldukça uygun fiyata bulunabiliyor. Bir de otobüs terminali şehrin ortasında olduğundan hemen kendinizi sokaklara salabiliyorsunuz. Oysa trenle giderseniz Oxford istasyonunda inip tekrar otobüsle şehir merkezine gitmek gerekiyormuş.



Oxford'a girer girmez muhteşem mimarisi olan binalar her iki yandan gözlerimi şenlendirerek akmaya başladı. Burası gerçekten bir masal şehri, insanlar modern kıyafetlerle buraya tezat teşkil ediyor.




Aşağıdaki saatten de anlaşılacağı üzere Glasgow'a saat 10.10 civarında ulaşmış oldum.


Otobüs son durak olarak Gloucester Green Otobüs Terminalinde durdu ve kalanları indirdi. Terminal çok hoş bir meydana açılıyor. Burada turistler için yön tabelaları da konulmuş.



Tabelada gördüğüm Asmolean Müzesi'ne doğru yürümeye başladım. İstasyondan kısa bir yürüyüş mesafesinde olan Müze'yi çabucak buldum.


İşte burada size bir tüyo vermek istiyorum. Akşam Türkiye'ye geri döneceğim için bütün eşyam olan büyük bir sırt çantasıyla buraya gelmiştim. Onca yükle bir şehri gezemeyeceğimi düşündüğümden gelmeden önce epeyce bir araştırma yaptım. Oxford'da bir hostelin az bir ücret mukabili bagaj emaneti aldığını okumuştum ve buraya gitmeye niyetlenmiştim. Sonra kafamda bir şimşek çaktı ve bazı müzelerin büyük çantaları sergi eşyalarının güvenliği nedeniyle müzeye almadıklarını ve bunlar için bir emanet odası oluşturduklarını hatırladım. Bu müzenin sayfasına bakınca böyle dolaplar olduğunu gördüm. Bu yüzden önceliğim bir an önce bu müzeye gidip sırtımdaki yükten kurtulmaktı. Yalnız yanınızda bozuk bir pound olmasına dikkat edin. Edinburgh'daki hataya düşmedim ve bu sefer bozuk parayla müzeye geldim. Kendiniz bir şifre belirleyerek dolaba eşyanızı bırakıyorsunuz ve parayla birlikte kilitlemiş oluyorsunuz.

Hava inanılmaz derecede sıcaktı ve bu yüzden üstümdeki poları da koyarak sadece el çantamı aldım. Artık rahat rahat müzede dolaşabilirdim. Sıkı durun şimdi dünyanın en güzel müzelerinden birisini gezeceğiz. 

The Ashmolean Museum of Art and Archaeology - Ashmolean Sanat ve Arkeoloji Müzesi 

Müze binasının kendisi zaten bir mimari şaheser. Beaumont Caddesi'ndeki Ashmolean Sanat ve Arkeoloji Müzesi, dünyanın ilk üniversite müzesi ve İngiltere'deki en eski müzeymiş. İlk binası 1678-1683 yıllarında, Elias Ashmolegave'in 1677'de Oxford Üniversitesi'nde oluşturulan meraklar kabinesine ev sahipliği yapmak için inşa edilmiş.



Gördüğüm mevcut bina ise daha sonra 1841–1845 yıllarında inşa edilmiş. Müze, 2009 yılında büyük bir restorasyonun ardından yeniden açılmış. Kasım 2011'de Mısır ve Nubia'ya odaklanan yeni galeriler tanıtılmış ve Mayıs 2016'da da 19. yüzyıl sanatının sergilendiği yeni galeriler açılmış. 





Ana Müze'de, arkeolojik örnekler ve güzel sanatlarla ilgili büyük koleksiyonlar sergilenmekte.







Bunların yanısıra Müze'de mısır mumyaları, İslam sanatı, Hint tekstili, antik belgeler, nadir porselenler, gümüşler, paha biçilmez müzik aletleri gibi eserler 4 katta sergilenmektedir.





Türkiye'den götürülmüş eserler de mevcut.




Bergama Great Altar'dan eşsiz parçalar sergileniyor.




Müze, Raphael öncesi resim, majolika çanak çömlekleri ve İngiliz gümüşlerinde en iyi koleksiyonlardan birine sahip.


Arkeoloji bölümünde, Arthur Evans'ın yaptığı bağışlarla çok iyi bir Yunan ve Minoan çömlek koleksiyonu bulunmaktadır.



Bölüm ayrıca Eski Mısır ve Sudan'dan geniş bir antika koleksiyonuna sahip. Bunlara ilaveten Müze, Mısır biliminin gelişimi için Griffith Enstitüsü'ne ev sahipliği yapmaktadır. 






Çeşitli söyleşiler ve sergilerin de yapıldığı Müze Pazartesi hariç diğer günler 10.00–17.00 saatleri arasında ücretsiz olarak ziyaret edilebiliyor.

Şimdi de muhteşem resim ve heykellere bir bakalım.

Bellini ve Montagna 

Lorenzo 

Titian 




Caravaggio 

Rodin 

Vuilllard 

Renoir 

Degas 

Ashmolean koleksiyonunun öne çıkan sergi objeleri ise şöyle sıralanabilir: 

- Michelangelo, Raphael ve Leonardo da Vinci'nin çizimleri 

- Pablo Picasso, Vincent van Gogh, Giambattista Pittoni, Paolo Uccello, Anthony van Dyck, Peter Paul Rubens, Paul Cézanne, John Constable, Titian, Claude Lorrain, Samuel Palmer, John Singer Sargent, Piero di Cosimo, William Holman Hunt ve Edward Burne -Jones'den resimler 

Viincent van Gogh 

Monet 

Boudin 

- Alfred Jevel


- J. J. W. Turner tarafından yapılan suluboya ve resimler. 

- Antonio Stradivari tarafından yapılan bir keman olan Messiah Stradivarius


- Daisy Linda Ward tarafından 1939'da bağışlanan ve Clara Peeters, Adriaen Coorte ve Rachel Ruysch'un eserlerini de içeren 96 natürmort resim 

- Camille Pissarro, Lucien Pissarro, Orovida Camille Pissarro ve Pissarro ailesinin diğer üyelerinin resimleri, baskıları, çizimleri, kitapları ve mektuplarından oluşan ve 1950'lerde Ashmolean'a bağışlanan Pissarro Ailesi Arşivi

Pisarro 

- Arabistanlı Lawrence'ın Arap tören elbisesi 


- Oliver Cromwell'in ölüm maskesi 

- Eski ve Yeni Ahit İncil'deki el yazmaları dahil olmak üzere önemli sayıda Oxyrhynchus Papyri 

- Vatican and British Museum'dan sonra dünyanın en büyük 3. koleksiyonu olan Roma mezarlarından alınmış, geç Roma dönemine ait 30'dan fazla altın cam madalya 

- Posie yüzükleri koleksiyonu 

- Prehistorik Mısır ve bunu takip eden Early Dynastic Period of Egypt (Mısır'ın Erken Hanedanlar Dönemi)’dan geniş bir antika koleksiyonu






- Bir Yunan kronolojik masasının en eski örneği olan Parian Mermer 

- Antik Yunan ölçülerini gösteren Metrolojik Rölyef 

- Baş Powhatan'ın tören pelerini


- Suikastçı Guy Fawkes’ın 1605’te taşıdığı fener 

- Girit dışındaki en büyük Arthur Evans Minoan koleksiyonu 

- Narmer Macehead ve Scorpion Macehead (Akrep Kral) 

- Kish tableti 

- Oxford'un güneyinde Abingdon'da bulunan bir Anglo-Sakson kılıcı olan Abingdon Kılıcı 

- Bulgaristan’ın ortasında bulunan Dalboki'nin Trakya define buluntuları 

- Kırım Nymphaeum'dan getirilen İskit antikaları 

Burada bir de ilginç bir olay yaşanmış. 31 Aralık 1999'da yeni yıl kutlamalarına eşlik eden havai fişeklerin fırlatıldığı sırada hırsızlar, bitişik bir binada iskele kurarak Ashmolean Müzesi'nin çatısına tırmanmışlar. Ancak sadece Cézanne’nin manzara resmi olan View of Auvers-sur-Oise tablosunu çalmışlar. 3 milyon sterlin değerinde olan resim, Cézanne’ın erken dönemden olgun döneme geçişini gösteren önemli bir çalışma olarak biliniyormuş. Hırsızlar aynı odadaki paha biçilmez diğer eserleri görmezden geldiklerinden ve çalınan Cézanne tablosunun sonradan satışının da yapılmadığı bilindiğinden, bu hırsızlığın bir sanatseverin nokta siparişi olduğu düşünülmekteymiş!

Vaktim de çok sınırlı olduğundan nasıl bir hızla gezdiğimi anlatamam. Ancak müzeyi hem mevcut eserleriyle hem de bunların konumlandırma şeklini çok beğendim. Müzeden çıkarak hemen karşısında bulunan tarihi bina The Randolph Hoteli inceledim.

Buraya yakın küçük meydanda bulunan orijinal bir anıtı fotoğrafladım. Anıtın üst kısmında kimin olduğunu bilmediğim heykeller vardı. Alt tarafındaki basamaklarda ise gençler oturmuş muhabbet ediyorlardı. Bu cadde Magdalen Street olarak gözüküyor. Anıt, sonradan öğrendiğime göre Martyrs Memorial yani Şehitler Anıtı olarak adlandırılıyor. 16. yüzyıl Oxford Şehitlerini anmak için yapılmış. 1843 yılında iki yıl süren bir çalışmanın sonunda tamamlanan anıt Victorian Gotik stilinde tasarlanmış.


Yürüyerek George Street'e geldim. Burası çok kalabalık ve hoş bir caddeydi.


Çok güzel caddelerden yürüyerek tamamen tesadüfen Oxford'un en ünlü caddesi olan Cornmarket Street'e gelmişim. Burada bulunan St. Michael Kilisesi ve The Saxon Tower'ı gördüm.


Şehirde başka ünlü kuleler vardı ama zamanım kısıtlı olduğundan önüme çıkanı değerlendirmek zorundaydım. Bu kilisenin de The Saxon Tower adında bir kulesi vardı ve buradan şehri panoramik olarak görebilecektim.

Saxon Kulesi pazartesiden cumartesiye kadar 10.30-17.00 ve pazar günleri 12.00-17.00 arası açık oluyormuş. Kuleye çıkış ücreti kişi başı 3 pound ve istenirse 3 pound daha ödenip kilise rehber eşliğinde gezilebiliyor. Hemen ücreti ödeyip kilisenin içine girdim. İçeride bir koro çalışması vardı ve oldukça başarılı gözüküyorlardı. Bir süre onları dinlemeyi tercih ettim.



The Saxon Tower 

St Michael at the North Gate, Ship Street ile Cornmarket Street'in kesiştiği yerdeki bir kilisedir. Kilisenin adı, şehir bir surla çevrilmişken kilisenin kuzey Oxford kapısı yakınına inşa edilmesi nedeniyle verilmiş. 



1040 yılından bu yana ayakta kalan kulesiyle 1000-1050 civarında inşa edilen kilise Oxford'un en eski binası olmuş. Mercan parçaları olarak çevirdiğim Coral Rag'dan inşa edilmiş. Kilise kulesi Sakson'muş ve adı da zaten “The Saxon Tower” olarak verilmiş. Mimar John Ploughman kilisenin kuzey koridorunu ve haç şeklindeki uzantıları 1833'te yeniden inşa etmiş.



Oxford Şehitleri, 1555 ve 1556 yıllarında şehir duvarlarının hemen dışında şimdilerde Broad Street’in yakınlarında olan bir direğe bağlanarak yakılmadan önce kilise tarafından Bocardo Hapishanesi'nde tutulmuşlar. Hücre kapıları halen kilisenin kulesinde sergileniyor. 


St Michael at the North Gate, Oxford Belediye Başkanı ve Şirketi'nin ibadet etmesi beklenen Oxford Şehir Kilisesi'ymiş. Bu görev daha önce Carfax'taki St Martin Kilisesindeymiş ve buranın 1896'da yıkılmasının ardından görev High Street'teki All Saints Kilisesi tarafından yerine getirilmiş. 1971'de All Saints Kilisesi gereksiz görülünce burası Lincoln College kütüphanesine dönüştürülmüş. St Martin ve All Saints cemaati St Michael'ın cemaati ile birleştirilmiş. Adamlar belediye başkanlarının gideceği kiliseyi bile belirlemişler ve buna da utanmadan demokrasi diyorlar!


İngiliz şair, sanat yazarı, ressam, desinatör ve tasarımcı olan William Morris ve kiliseye yakın Holywell Caddesi'nde yaşayan Jane Burden 25 Nisan 1859'da burada evlenmiş. Evlilik cüzdanlarında evlendikleri yer Sakson kulesi olarak gözüküyormuş. Metodizm'in kurucusu olan teolog John Wesley'in kürsüsü de burada görülebilmektedir. 

Oxford Kalesi'ne gidemedim ancak Kule'den burayı çok az da olsa görme şansı buldum.


Oxford Kalesi

Oxford’da görülebilecek en ilginç ve değişik yerlerden birisi Orta Çağ'dan kalma 1000 yıllık bir tarihe sahip olan ve insafsız işkencelerin de yapıldığı bir hapishaneye sahip Oxford Karşıdır. Kale'ye giriş 10.00-16.20 saatleri arasında olup turla gezilen kalenin ücreti 11.95 Sterlin. 

Buradan çıktığımda Oxford'un en ünlü caddesinde gezmeye başladım.


Her şehirde olduğu gibi Oxford’da da trafiğe kapalı ve birçok ünlü mağaza, dükkan ve kafenin bulunduğu, şehrin adeta kalbinin attığı hareketli caddeler bulunuyor. Bunlardan birisi olan Cornmarket Street, şehrin en popüler caddesiymiş ve dolayısıyla da insan kalabalığının en yoğun olduğu cadde olması normal.


Bu caddenin solunda kalan ilk cadde ise Oxford'un bir diğer güzel caddesi Queen Street oluyor.


Cornmarket Street boyunca düz devam edip sağa döndüğümde muhteşem binalarıyla Balliol College’i gördüm.


Önce çevredeki güzel dükkanlarıyla Broad Street'i keşfettim.



Sonra Oxford'da en azından bir kolej gezebilmek için girişe yöneldim. Oxford Üniversitesi’ndeki kolejlerin hepsi turistlere açık değilmiş. Gezilebilenlerin arasında en güzel okullardan birisi de Balliol College. Kolej'in girişini Sheldonian Tiyatrosu’nun önünden düz devam ettiğinizde ileride sağda görebilirsiniz. Giriş ücreti kişi başı 3 Sterlin. 

Balliol College 

Balliol College, Oxford Üniversitesi’nin kurucu kolejlerinden birisidir. 1263 yılında kurulan kolej dolayısıyla Oxford’un en eski kolejlerinden birisidir. Durham’daki Barnard Kalesi’nde bulunan zengin bir toprak sahibi olan John I de Balliol tarafından bu kolejin kurulması için çok yüklü bir bağış yapılmış. De Balliol 1269'da öldüğünde serveti kocasını fazlasıyla geçen dul eşi Dervorguilla, kolej kurma, ek bağış yapma ve tüzük yazma çalışmalarına devam etmiş. Bu nedenle de kolejin kurucu ortağı olarak kabul edilmiş. 

Üniversite'nin mezunları arasında üç eski başbakan, (bir zamanlar Balliol erkeklerini "zahmetsiz bir üstünlüğün sakin bilincine" sahip kişiler olarak tanımlayan HH Asquith, Harold Macmillan ve Edward Heath), Norveçli Harald V, 5 Nobel ödüllü kişi, Adam Smith, Gerard Manley Hopkins ve Aldous Huxley gibi sayısız edebiyatçı ve filozof ile 1360'larda kolejin üstadı olan ve İncil'i İngilizceye çeviren John Wycliffe bulunmaktadır. 

Yedi yüz yıldan fazla bir süre Balliol College’e sadece erkekler kabul edilmiş. New College 1964'te kadınları kabul etmeye karar vermiş. Ancak bunun mevcut kadın kolejlerine zarar vereceği savıyla Üniversite'nin onayı olmadan yapılması yasaklanmış. 2 Haziran 1971'de Balliol’da toplanan üst kurulda, kadınları kabul etmek için 26-2 olarak kadınlar lehine oy kullanılmış. 6 Aralık 1971’de yapılan bir sonraki Kolej Toplantısı’nda da tüzükte değişiklik yapılması kararı alınmış. 8 Mart 1977'de Üniversite tarafından kadınların kabulüne izin verilmiş. Carol Clark’ın 1973'te Modern Dillerde bir Eğitim Bursuna atanmasıyla Balliol, bir kadın araştırmacı atanan ilk erkek koleji olmuş. 1979'da, birçok erkek koleji gibi Balliol da, ilk kız öğrenci grubunu kabul etmiş. 

Balliol ayrıca kaplumbağalarıyla adını duyurmuş. Kolejde en az 43 yıl yaşamış olan orijinal kaplumbağa, ünlü Alman Marksist Rosa Luxemburg'un adını taşıyormuş ve Rosa olarak biliniyormuş. Kampüste bulunan kaplumbağanın bakımı, her yıl Balliol öğrencilerine verilen birçok görevden biriymiş ve bu göreve "Yoldaş Kaplumbağa" diyorlarmış. Çok komik değil mi, bana çok ilginç geldi sizlere de anlatayım istedim. 

3 Sterlin ödeyip biletimi aldıktan sonra girişe yöneldim. Önce büyük bir avluya adım attım.


Sonra Üniversite'nin küçük şapeline girdim. Özellikle vitray pencereler çok hoş gözüküyordu. Güneş ışığı yansıttığından çektiğim fotoğraflarda çok net gözükmüyor.


Gittiğim gün Üniversite'nin yaz okulu kayıtları yapılıyormuş. Bir çok aile ve ellerinde bavulları olan gençler akın akın buraya geliyordu.


Bunlar için çok güzel bir karşılama masası oluşturulmuştu.


Sonra buradan bahçeye çıktım. Bahçeyi gezerken kayıt için gelen bir aile fotoğraflarını çekmemi istedi ve onlar da benim fotoğrafımı çektiler.


Bunlar da Üniversitenin eski resimleri olsa gerek.


Ne kadar bakımlı binaları ve bahçesi var.



Bu küre de Üniversitenin simgesi gibi birşey.



Kilisenin bahçeden görünümü de şöyle.


Üniversitenin senato salonuna girdim ve yeni kayıt yaptıranlar için hazırlanmış olduğunu gördüm.



Üniversitenin bahçesi adeta bir park gibiydi.


Üniversitenin spor takımlarının kazandığı kupaların ve fotoğrafların sergilendiği spor ve kültür merkezi gibi bir binayı gezdim.



Bahçede 400 yaşında olan bir Mulberry ağacı bulunuyor.


Bahçesi çok güzel ve bakımlıydı. Hatta bazı yerlerde tarihi eser gibi bazı sergiler de bulunuyordu.




Üniversiteden birkaç fotoğraf daha ekleyerek buradan da çıkalım artık.




Balliol Kolej'den çıkıp biraz ilerleyince başka bir ünlü kolejle karşılaştım. Trinity Koleji de aynı Balliol gibi 3 Sterlin karşılığında gezilebiliyor.


Uzun yıllardır, Balliol öğrencileri ile doğu tarafındaki komşuları olan Trinity Koleji öğrencileri arasında geleneksel ve sert bir rekabet yaşanıyormuş. Bu rekabet sahada ve nehirde yapılan sporlarla, iki kolej arasındaki duvarlar üzerinde söylenen şarkılarla ve bazen diğer koleje "baskınlar" yapılarak ortaya konuluyormuş. Rekabet, Trinity College, Cambridge ve Balliol'un Cambridge’deki kardeş koleji St John's arasında da bulunuyormuş.


Caddenin karşı tarafında ise Museum of the History of Science yani Bilim Tarihi Müzesi bulunuyor.

Museum of the History of Science – Bilim Tarihi Müzesi 

Bilim Tarihi Müzesi, dünyanın en eski, müze amaçlı inşa edilmiş binasında Broad Street'de yer almaktadır. Antik dönemden 20. yüzyıla kadar 15.000 eser içermektedir ve bilim tarihinin neredeyse bütün yönlerini sergilemektedir. 1683 yılında inşa edilmiş olan Müze'de, Albert Einstein’ın 1931’de Oxford Üniversitesi'nde kullandığı yazı tahtası da sergilenmekteymiş. Müze girişi ücretsiz. Benim zamanım olmadığından burayı gezemedim ama aklım kaldı.


Bu Müze'nin hemen yanında ise bir başka mimari şaheser olan The Sheldonian Theatre bulunuyor.

The Sheldonian Theatre

Clarendon Binası’nın sağında Sheldonian Tiyatrosu yer alıyor. Bu tiyatro binası, Oxford Üniversitesi için Christopher Wren’in tasarımından sonra 1664-1669 yılları arasında inşa edilmiş. Binaya, o zaman Üniversite Şansölyesi olan ve projenin ana mali destekçisi Gilbert Sheldon’ın adı verilmiş. Christ Church Dramatic Society tarafından 2015 yılında Arthur Miller’in “The Crucible” eseri burada sahneleninceye kadar salon dramalar için kullanılmamış ve sadece müzik konserleri, konferanslar ve Üniversite törenlerinde kullanılmış.


Sheldonian Tiyatrosu, Wren'in ikinci çalışmasıymış ve Canterbury Başpiskoposu Gilbert Sheldon tarafından yaptırılmış. Restorasyonun başarısıyla ve onunla birlikte İngiltere Kilisesi, Üniversite Şansölyesi Başkan Yardımcısı, Dekan Fell, 1630'larda Canterbury Başpiskoposu William Laud'un önerdiği bir projeyi canlandırmaya çalışmışlar. Bu projeyle ayrı bir bina yapılarak burada mezuniyet törenleri yapılması amaçlanmış. 

O zamanlar herhangi bir Akdeniz tiyatrosu gibi, Marcellus Tiyatrosu'nun da çatısı yokmuş. Seyirciler sert ve yağışlı havalar için geçici bir tente istiyorlarmış. Fakat 17. yüzyılda Oxford eski Roma gibi değilmiş ve Tiyatronun da kalıcı bir çatıya ihtiyacı varmış. D şeklindeki çatının açıklığı 21 metrenin üzerindeymiş ve bu mesafeyi kaplayacak uzunlukta ahşap yokmuş. Wren, Gotik bir çatı çözümünü reddetmiş ve bunun yerine, Oxford profesörü John Wallis tarafından yirmi yıl önce geliştirilen "geometrik düz zemin" teorisini kullanmaya karar vermiş. 

Bina, tavanın ortasında, ana tavan üzerinden kubbeye açılan bir merdivenle erişilebilen, sekiz kenarlı bir kubbeye sahiptir. Kubbenin her tarafında büyük pencereler vardır ve bunlar Oxford'un merkezine bakmaktadır.


Burası şimdilerde, müzik resitalleri, dersler (yıllık Roma dersi gibi), konferanslar ve Üniversite tarafından düzenlenen çeşitli mezuniyet törenleri için kullanılıyormuş. Handel, üçüncü oratorio Athalia'nın ilk performansını 1733'de burada gerçekleştirmiş. Bugün tiyatro, Oxford Philomusica ve Stornoway gibi yerel grupların düzenli performanslarına da ev sahipliği yapıyormuş. Stornoway, uzayda ilk çalınan grup olmuş. Tiyatro binası ziyaretlere açıkmış. 

Tiyatro, 800 ila 1000 kişilik olup ve Broad Street'in bitişiğindeki Bodleian Kütüphanesi'nin bir parçası olarak kurulmuş. Tiyatro, Max Beerbohm'un 1911 romanı Zuleika Dobson'la öne çıkıyor ve ayrıca 1980 yılı filmi Heaven's Gate'de Harvard olarak kullanılmış.

Burayı da doğal olarak gezemedim ve yola devam ettiğimde The Bodleian Library olarak adlandırılan binayı gördüm.

The Bodleian Library - Bodleian Kütüphanesi

The Bodleian Library yani Kütüphanesi, dünyanın en prestijli eğitim kurumlarından birisi olan Oxford Üniversitesi'nin ana araştırma kütüphanesi ve Avrupa'daki en eski kütüphanelerden birisidir. Oxford Üniversitesi, Birleşik Krallık'taki en büyük üniversite kütüphane sistemini kurmuştur. Mimar Giles Gilbert Scott tarafından tasarlanan ve 1602 yılında kurulan kütüphanede farklı dillerden de yüzlerce kaynak bulunmaktadır.



Toplamda 190 km uzunluğundaki raflara yerleştirilmiş 11 milyondan fazla cilde sahip olan Bodleian kütüphanesi, İngiltere Kütüphanesi'nden sonra Birleşik Krallık'taki en büyük ikinci kütüphanedir. Bodleian yasal bir emanet kütüphanesidir ki bu, İngiltere'de yayınlanan her kitabın ücretsiz bir kopyasını talep etme hakkına sahip olduğu anlamına gelir. Bu nedenle koleksiyonu, her yıl beş kilometreden fazla raf hacmi kadar büyümektedir. 


Ziyaretçiler, 15. yüzyıldan kalma İlahiyat Okulu, Orta Çağ Dükü Humfrey Kütüphanesi ve Radcliffe Camera gibi tarihi odalarını görmek için rehberli ve ücretli Eski Bodleian Kütüphanesi turuna katılabilir. Weston Kütüphanesi, yeni bir mağaza, kafe ve sergi galerileriyle 2015 yılında yeniden düzenlenmiş ve açılmış. Radcliffe Camera da dahil 90 dakikalık tur fiyatı 15 Sterlin gözüküyor. 


Kütüphaneye çok yakın bir konumda olan The Radcliffe Camera'nın da çok güzel kubbe gibi bir binası bulunuyor.

The Radcliffe Camera 

Oxford Üniversitesi'nin bir parçası olan The Radcliffe Camera (Latince'de "oda" anlamına gelen Camera) James Gibbs tarafından neo-klasik tarzda tasarlanmış ve 1737-1749 yıllarında inşa edilmiş. Bu yapı Radcliffe Bilim Kütüphanesi'ne ev sahipliği yapmaktadır. Eski Bodleian Binasının güneyinde, Bakire Meryem Kilisesi'nin kuzeyinde ve batıda Brasenose Koleji ile doğuda All Souls Koleji arasında yer almaktadır.


Kütüphanenin inşaatı ve bakımı, zamanının önemli bir doktoru olan John Radcliffe'nin 1714'te ölümünden sonra buraya bıraktığı 40.000 Sterlin’lik miras ile finanse edilmiş. Miras şartlarına göre, inşaat ancak 1737 yılında başlayabilmiş ve arada geçen sürede bu bölgedeki satınalma işlemleri tamamlanmış. Palladien tarzında inşa edilen binanın dış kısmı 1747'de ve iç kısmı da bundan bir yıl sonra tamamlanmış. Ancak kütüphanenin açılması 13 Nisan 1749'a kadar ertelenmiş.


Tamamlandığında, Francis Wise ilk kütüphaneci olarak atanmış. 1810 yılına kadar kütüphane çok çeşitli konuları kapsayan kitaplara ev sahipliği yapmasına karşın, George Williams'ın yönetiminde daha çok bilime odaklanmış. Williams, kütüphaneyi ihmal edilmişlikten kurtarmış, ancak 1850'de Radcliffe Kütüphanesi hala Bodleian'ın gerisinde bir durumdaymış. Bu noktada kütüphaneci Henry Wentworth Acland, Radcliffe Kütüphanesi koleksiyonunun yeni yapılmış Radcliffe Bilim Kütüphanesi'ne taşınması ve kitap koleksiyonu ile birleştirilmesi için üniversite ve kütüphane mütevelli heyeti tarafından da kabul edilen planlar yapmış. Bu bina halen Radcliffe Camera olarak bilinmesine rağmen, Bodleian için bir okuma odası olarak kullanılmaya devam etmektedir. 


Şehrin simgesi haline gelmiş bu yapının içine girmek isterseniz, Bodleian Kütüphanesi'ne 15 Sterlin ödenerek burası da görülebiliyormuş.

Bu yapının hemen arkasında Brasenose Koleji bulunuyor.



Bu da üniversitenin yanındaki Brasenose Lane'den anlık bir görüntü.


Yola devam ettiğimde bir başka harika yapı olan The University Church of St Mary the Virgin beni selamladı. 

The University Church of St Mary the Virgin - Bakire St Mary Üniversitesi Kilisesi 

Bu kilise, High Street'in kuzey tarafında bulunan bir Oxford kilisesi. İngiltere'nin en güzel kiliselerinden birisi olarak gösterilmektedir. 13. yüzyıldan günümüze kalan kilise Barok mimari tarzı ile inşa edilmiş. Oxford Üniversitesi'nin genişlediği alana inşa edilmiş olduğundan cemaatinin neredeyse tamamını üniversite ve kolejlerden gelenler oluşturuyormuş.


St Mary, Nicholas Stone tarafından tasarlanan, High Street'e bakan eksantrik bir barok sundurmaya ve bazı kilise tarihçilerinin İngiltere'deki en güzellerden biri olduğunu iddia ettiği bir kuleye sahiptir. Radcliffe Meydanı kuzeye doğru uzanıyor ve doğusunda ise Catte Sokağı bulunuyor. 13. yüzyıldan kalma kuleye bir ücret ödeyerek çıkılabiliyormuş. Kule, tarihi üniversite şehrinin merkezini, özellikle Radcliffe Meydanı, Radcliffe Camera, Brasenose College, Oxford ve All Souls College’i görebilecek güzel bir manzaraya sahipmiş.

Bütün bu yapıları hep dışarıdan görmek zorundayım çünkü bunları gezecek vaktim yok. Yine de kilisenin içine hızlı bir şekilde bakmaktan kendimi alamadım.



Kiliseden çıkarak hızlıca gezmeye devam ettim ancak binalara büyülenmiş gibi bakıyordum. O kadar etkileyici ve görsel olarak zengin binalar vardı ki seyrine doyum olmuyordu. Bu yürüyüş sırasında şehrin yine önemli bir caddesi olan High Street'e gelmişim.



High Street'de bulunan Rhodes Binasının dış yüzünde heykeller bulunuyor. Bu bina üniversitenin eski öğrencisi olan Cecil Rhodes tarafından bu amaçla Oriel Kolejine bırakılan 100.000 Sterlin kullanılarak inşa edilmiş. Ön tarafta tam ortada Cecil Rhodes'in bir heykeli ve her iki taraftaki heykellerin başında da iki kralın heykeli yerleştirilmiş.

Rhodes'in heykelinin tam altında ise 1911 yılına ait bir kronogram yer alıyor. 


Caddelerde böyle amaçsız gezerken tesadüfen Kapalı Çarşıyı gördüm ve içeri girdim. 


Covered Market - Kapalı Çarşı 

Kapalı Çarşı, Oxford'un merkezinde, büyük kapalı bir yapı içerisinde kalıcı tezgahlar ve dükkanların bulunduğu tarihi bir pazardır. Kapalı Çarşı, 1 Kasım 1774'te resmen açılmış ve bugün hala aktif olarak kullanılan bir pazar. Bu tarihten önce tezgahlar Oxford'un merkezindeki ana caddelere kuruluyormuş ve halk bunların “düzensiz, dağınık ve lezzetsiz tezgahlar” oldukları konusunda şikayet edince bu kapalı pazar yeri inşa edilmiş.


Magdalen Köprüsü'nün mimarı olan John Gwynn, planlarını hazırlamış ve High Street cephesine dört giriş tasarlamış. 1772 yılında, üyelerinin yarısı kasabadan ve yarısı üniversiteden gelenlerle yeni kurulan Market komitesi, yirmi kasap dükkanının inşası için dokuz yüz on altı pound on şilinlik bir tahminde bulunmuş. 

Bu 20 kasap inşa edilmiş ve 1773'ten sonra etin sadece pazarın içinde satılmasına izin verilmiş. Bu başlangıçtan sonra pazar, bahçe ürünleri, domuz eti, süt ürünleri ve balık tezgahları ile büyümüş.


Bugün kapalı pazar hala yarısı gıda perakendecileri olmak üzere pek çok tüccara ev sahipliği yapıyor. Manav ve kasap gibi geleneksel dükkanlarda taze gıda satılıyor. Bazıları kendine özgü olup, yerel Oxford sosisi üretenler bile bulunuyormuş. Hediyelik eşya dükkanları, pastaneler, dondurmacılar ve cafeler de var. Artık dükkanların çoğu, orijinal boyutlarından biraz daha büyük olduğundan kapalı pazardaki işletme sayısı geçmişe göre daha azmış. Özellikle cumartesi günleri burası çok hareketli oluyormuş. Burası İngiltere’de ünlü bir pastane zinciri olan Ben’s Cookies’in doğduğu yermiş. Mayıs 2017'de, Kapalı Çarşı, Prens Charles ve Cornwall Düşesi tarafından ziyaret edildiğinde “Kraliyet onay mührünü” de almış.


Çarşıdan çıkıp yürüdüğümde Cornmarket'e geldim ve kalabalığın arasına karıştım.


Bu arada karnım çok acıkmıştı ve vakit kaybetmeden McDonald's restorantına giderek bir menü aldım. Hem biraz dinlendim hem de öğle yemeğini araya sıkıştırmış oldum. Caddeye çıktığımda küçük büfelerde ve tezgahlarda satış yapan dondurmacıları gördüm. Hiç dayanamam hemen dondurmamı da alarak yürüyüşüme devam ettim.


Cornmarket Street üzerinde bulunan bir Kulenin önü çok kalabalıktı ve ben de ne olduğunu anlamak için yaklaştığımda bunun Carfax Kulesi olduğunu öğrendim.


Carfax Kulesi 

Cornmarket’ın sonlarında bulunan Carfax Kulesi 12. yüzyıldan kalma St. Martin’s Kilisesi’nin bugünlere gelebilmiş tek parçası imiş. Kuleden Oxford’u panoramik izlemek mümkün ve 99 basamakla çıkılan kulenin giriş ücreti 2.70 Sterlin.


Yine bilinmeyene doğru bir yürüyüş ve muhteşem binalara bir bakış. St. Aldate Street olan bu caddede çok güzel binalar vardı. Gördüğüm binalardan birisi de bir Müzik Fakültesi.


Üniversitenin St. Aldate Müzik Fakültesi'nde, orta çağdan günümüze kadar Batı klasik müzik enstrümanlarının bir koleksiyonu olan Bate Müzik Aletleri Koleksiyonu bulunmaktaymış.


Bu caddede bir süre daha yürüyerek tekrar Cornmarket'e geri döndüm.


Golden Cross'u geçip ters yöne gittiğimde Oxford'un en güzel Katedralini Christ Church Cathedral'i görmüş oldum.


Christ Church Cathedral 

Bu Katedral, Oxfordshire, Buckinghamshire ve Berkshire bölgelerini kapsayan Oxford piskoposluğunun katedrali olarak belirlenmiş. Aynı zamanda Oxford Üniversitesi'ndeki Christ Church kilisesinin şapelidir. Katedral ve kolej şapeli olarak üstlendiği bu ikili rol, İngiltere Kilisesi'nde başka bir yerde bulunmuyormuş.

Katedral aslında St Frideswide'ın Manastır kilisesiymiş. Bu bölge tarihsel olarak, Oxford'un koruyucu azizi St Frideswide tarafından kurulan rahibe manastırının bulunduğu yer olarak kabul ediliyormuş. Şu anda Latin Şapeli'nde bulunan ve 1180'de yeniden inşa edilen türbeye taşınan kalıntılar için 12. yüzyıldan 16. yüzyılın başlarına kadar hac yapıldığı görülmüş. 

Manastır, 1522'de, önerdiği üniversite için bu bölgeyi seçen Thomas Cardinal Wolsey'ye teslim edilmiş. Ancak, vakıf 1529'da Henry VIII tarafından devralınmış ve iş durdurulmuş. 1532 yılında kolej Kral tarafından kurulmaya başlanmış ve Henry VIII, 1546'da işi Osney'den alarak Oxford'da yeni kurulan See of Oxford'a vermiş. Katedral, Henry VIII'in yaptığı kuruluş sözleşmesine göre Ecclesia Christi Cathedralis Oxoniensis adını taşıyormuş. 

Henry’nin bu katedralle birlikte çalışacak koleji kurmasındaki asıl amaç Christ Church’e koro üyesi yetiştirmek üzere erkek öğrencilerin kolejde eğitim görmesiymiş. Katedralde, 1526'dan sonra, John Taverner hem org çalmış ve aynı zamanda koristlere yöneticilik yapmış. İlk olarak Kardinal Koleji adı verilen Wolsey'in orijinal kolejinin tüzüğü, 16 koristten ve 30 şarkı söyleyen rahipten sözetmekteymiş. 

Christ Church Cathedral, İngiltere Kilisesi'ndeki en küçük katedrallerden biridir. Nef, koro, ana kule ve geçişler mimari olarak Norman'ın sonları olarak tanımlanmakta. Katedral, Norman'dan Perpendicular tarzına kadar uzanan mimari özellikler göstermekte ve on parçalı (yani botanik) büyük bir gül penceresine sahipmiş. 

Burasının Oxford Üniversitesi’nin bir başka koleji olduğunu söylemiştim. Christ Church, hem kolej hem de üniversite kilisesi olarak hizmet veren bir yermiş. Christ Church, on üç İngiliz başbakanı (diğer Oxbridge kolejlerinden daha fazla), Kral Edward VII, Hollanda Kralı II. William, onyedi Başpiskopos, yazarlar Lewis Carroll (Alice Harikalar Diyarında) ve W.H. Auden, filozof John Locke ve bilim adamı Robert Hooke olmak üzere önemli mezunlar vermiş. Ayrıca Albert Einstein, 1931-1933 tarihleri arasında burada ders vermiş. İlk kadın lisans öğrencileri ancak 1980 yılında Christ Church Kolejine kayıt yaptırabilmiş. 

127 basamakla çıkılan kilisenin kulesinden çok nefis bir manzara görülebiliyormuş. 

Harry Potter hayranları sıkı durun filmde geçen Hogwart Salonu Christ Church’de yer alıyormuş. Filmin çekildiği yerlerin gezilmesi için özel turlar düzenleniyormuş. Christ Church kampüsünün ana giriş kapısı Tom Kulesi’nin bulunduğu yer. Tom Kulesi’nin tam karşısında ise Christ Church bulunuyor. Kilisenin girişinde Türkçe de olan birçok dilde tanıtım broşürleri varmış. 

Kampüste yer alan diğer yapılar ise Christ Church Library ve Christ Church Picture Gallery’dir.

Giriş kapısından girip avluya şöyle bir baktım.


Yoldan aşağı doğu yürüyerek yapıyı tamamen görebileceğim bir alana çıktım.


Katedral buradan çok güzel gözüküyordu. Bu yol çalışanların ve öğrencilerin kullandığı bir yol olsa gerek.


Christ Church'ün bahçesi de çok güzel düzenlenmiş ve rengarenkti.


Bu güzel yapı da Museum of Oxford ve konserlerin verildiği Town Hall binası.


Vakit epeyce ilerlemişti ve High Street üzerinden geri dönmeye başladım.


Bu sırada tam çekememişim ama İç Çekiş Köprüsünün yanından geçtim.

Bridge of Sighs - İç Çekiş Köprüsü 

Çoğunlukla “İç çekiş Köprüsü” olarak adlandırılan Hertford Köprüsü, Oxford’daki New College Lane yolu üzerinde Hertford Koleji’nin iki bölümünü birbirine bağlayan bir köprüdür. Köprüye “iç çekme köprüsü” demelerinin nedeni öğrencilerin sınavlarına yetişmeye çalışırken altında iç çekmeleriymiş! Şehrin simgesi sayılan bu köprü 1914 yılında inşa edilmiş.


Venedik’te bulunan Bridge of Sighs’in bir kopyası olduğu söylenmekle birlikte aslında yine aynı şehirdeki Rialto Köprüsüne daha çok benzediği tespit edilmiş. 

Dönüş yolunda çektiğim birkaç kareyi de eklemeden geçemeyeceğim.



Müzeye dönüp görmediğim bazı sergileri de hızlıca gezdim.



Hemen sırt çantamı emanet dolabından alarak otobüs terminaline gittim. Londra'ya 16.30'da hareket edecek otobüs için biletimi önceden almıştım. Biraz erken bir saatte dönüşe geçtim ama iyi ki böyle yapmışım. Çünkü gelirken yaklaşık 1 saatte geldiğimiz yolu Londra trafiği yüzünden 2 saat civarında aldık. Yine otobüsün üst katına ve en öne oturmuştum. Lekeli camlardan bir yandan fotoğraf çekmeye çalışırken isyan eden ayaklarımı da cama doğru uzattım.




Her zaman olduğu gibi gezemediğim ve hatta hiç görmediğim pekçok yer oldu. Onlardan da kısaca bahsederek Oxford'a gideceklere rehber olayım isterim.

National History Museum - Tabiat Tarihi Müzesi 

Girişin ücretsiz olduğu Tabiat Tarihi Müzesi 1860 yılında bilimsel çalışma merkezi olarak kurulmuş. Müzede, Üniversitenin zoolojik, entomolojik ve jeolojik örnekleri sergileniyormuş. Üniversitenin Bilim Alanında Parks Road'da bulunan neo-Gotik bir binada yer almaktadır. Koleksiyonunda Tyrannosaurus rex ve Triceratops'un iskeletleri ve dünyada artık türü bulunmayan bir Dodo kuşunun en eksiksiz kalıntıları yer alıyor. Aynı zamanda şu anda Marcus du Sautoy tarafından düzenlenen, Simonyi Professorship of the Public Understanding of Science çalışmasına da ev sahipliği yapıyor. 

Pitt Rivers Müzesi 

1884 yılında kurulan ve şu anda 500.000'den fazla öğeyi barındıran Üniversitenin arkeolojik ve antropolojik koleksiyonlarını sergileyen Pitt Rivers Müzesi girişin ücretsiz olduğu bir müzedir. Son yıllarda yeni bir araştırma kısmı inşa edilmiş. Müze personeli, kuruluşundan bu yana, Oxford'daki antropoloji öğretimini de yürütüyormuş. General Augustus Pitt Rivers, bağışının bir şartı olarak, Üniversitenin antropolojide bir öğretim kürsüsü kurmasını getirmiş. 

Christ Church Resim Galerisi, General John Guise’nin bağışladığı 200'den fazla eski üstadın resim koleksiyonuna sahiptir. 

Üniversite ayrıca, Oxford University Press Müzesi'nde bir arşive sahiptir. Oxford'daki diğer müzeler ve galeriler arasında Modern Art Oxford, Oxford Müzesi, ve The Story Müzesi sayılabilir. 

Kitapseverlerin Oxford’da çok sevecekleri bir yer ise Blackwell’s Books olarak adlandırılan bir kitapevi. Blackwells Kitabevi, aynı zamanda Oxford'da turist çeken çok popüler bir yermiş. Avrupa’nın en büyük kitapçılarından birisiymiş. Bu kitabevinde kitap satışları için ayrılan ve Avrupa'daki en büyük salon olan yaklaşık 930 m2'lik alanıyla Norrington Odası bulunuyormuş. 

Botanik Bahçeleri 

Burada manzaranın tadını çıkarabilir ve kafa dinleyebilirsiniz. 

Yeşil alanlarla ilgilenenler için şehrin en büyük parkı olan South Park bulunuyor. Burada şehrin manzarasını izleyebilir, spor yapıp güneşlenebilirsiniz.  

Oxford’da yapılabilecek en ilginç ve eğlenceli aktivite gittikçe popülerleşen “punting” adı verilen aktiviteymiş. Uzun bir sopa yardımıyla bir kayığın nehirde ilerletilmesi ve sizin de bu sırada Thames nehri manzaralarını izleyip fotoğraf çekebilmenize imkan veren bir etkinlikmiş. Yani kısaca ağır giden tekne gezintisi diyebiliriz. Magdalen Köprüsü’ne giderek Punt denilen bu tekneleri kiralayabiliyormuşsunuz. 

Oxford'a çok yakın olan bir de alışveriş merkezi bulunuyormuş.

Bicester Village Outlet Alışveriş Merkezi 

Pek çok ünlü markanın ve 160’dan fazla butik mağazanın yer aldığı bu alışveriş köyünde, pahalı ürünleri çok özel indirimlerle ve uygun fiyatlarla alabiliyormuşsunuz. Sokaklarla düzenlenen bu alışveriş merkezine 2016 yılında 6 milyondan fazla ziyaretçi gelmiş ve çok ilginç bir şekilde bunların %34’ünü de Çinliler oluşturuyormuş. 

Londra’dan sadece bir saatlik mesafede bulunan Avrupa’nın bu ünlü alışveriş merkezine her sabah ve akşam Londra’dan özel otobüs kalkıyormuş. Aynı şekilde Oxford şehir merkezinden kalkan otobüslerle de buraya ulaşmak mümkünmüş.

Böylece Oxford'u da şöyle bir görmüş oldum. Aslında o kadar çok gezecek yer var ki gördüm demek bu şehre haksızlık olur. Sanki bir film setine geldim veya bir masal diyarına ışınlandım. Ya da Orta Çağ'ın gizemli ve antik havasını sokaklarda doyasıya soludum. Hogwards adı verilen Great Hall yani Büyük Salonu göremesem de Harry Potter filmlerini izleyenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Yine gidip görmediğim, gezemediğim yerleri de ziyaret etmek isterim.

0 yorum:

Yorum Gönder