19 Nisan 2019 Cuma

On 06:55:00 by Gülten İşcimen in    No comments
TARİHİNİ KORUYAN MODERN BİR ŞEHİR-BRAŞOV

Romanya'nın belki de en güzel şehirlerinden birisi olan Braşov insana yeniden gitme isteği uyandırıyor.

Şehri tanıyalım

Almanca Kronstadt, Macarca Brasso, Latince Brassovia veya Corona, Osmanlı döneminde Barasu veya Bozsu, 1950'den 1960'a kadar Oraşul Stalin (Stalin kenti) olarak adlandırılan Braşov, Romanya’nın orta kesiminde ve Transilvanya (Erdel) bölgesinde bulunan küçük bir şehirdir. Bükreş'in yaklaşık 166 kilometre (103 mil) kuzeyinde ve Karadeniz'e 380 kilometre (236 mil) mesafededir. Güney Karpatlar ile çevrili ve Transilvanya bölgesinin bir parçasıdır.


Şehrin nüfusu yaklaşık 300.000 ve metropol alanı ile beraber yaklaşık 400.000 kişi olup Romanya'nın en kalabalık 7. şehridir. Transilvanya'daki diğer birçok şehir gibi, Brașov’da da önemli bir etnik Macar azınlığı bulunuyor. Etnik olarak nüfusun yaklaşık yüzde 90’ı Romen, yüzde 8,50’si Macar, yüzde 0,60’ı Alman, yüzde 0,26’sı Roman olup kalanı Rus, Yunan, İtalyan gibi diğer etnik kökene sahipmiş.


Şehir, geçmişte Burzenland idari bölgesinde Transilvanya Saksonlarının bölgesel başkenti olmasının yanında Doğu ile Batı arasındaki ticaret yollarının kesişiminde büyük bir merkez olmasıyla da dikkat çekiyor.


Şehir, Romanya millî marşının doğduğu yer olduğundan ve Golden Stag Uluslararası Müzik Festivali'ne de ev sahipliği yaptığından ülke için ayrı bir öneme sahipmiş. 

Şehir küçük dedik ama başkent Bükreş’ten sonra ülkenin en turistik ikinci şehri de burasıymış. Güney Karpat Dağları'nın tepeleriyle çevrili olan şehir, gotik, barok ve Rönesans mimarisinin yanı sıra tarihi mirasının zenginliği ile de fazlasıyla süslenmiş. Gotik kuleleriyle, Orta Çağ geçitleriyle ve büyük Hollywood tarzı tabelasıyla Braşov’un manzarası anında sizi etkiliyor ve bu nedenlerle olsa gerek birçok yakın dönem filminde burası set olarak da kullanılmış.


Braşov, yeşilliklerle dolu pitoresk tepelerle çevrili şirin bir Sakson şehri. Yakınlarda yüksek dağlar, ucu bucağı olmayan yeşil tarlalar, çok büyük ormanlar ve müstahkem kiliseleri olan köyler bulunuyor.


1211'de Teutonic Şövalyeleri tarafından eski bir Dacian bölgesinde kurulan ve Saksonlar tarafından yerleşilen yedi kaleden birisi olan Braşov’un diğer şehirlere göre farklı bir Orta Çağ havası var. Braşov şehrinin neredeyse tamamı inanılmaz derecede tarihi bir dokuya sahip. Roma orijininden Sakson gelişimine ve Orta Çağ tahkimatlarına kadar, kentin eski bölgelerinin yerleşim ve yapıları çok az değişmiş görünüyor. 

Şehrin eski merkezinde komünistlerin çirkin konut blokları bulunmadığından burası Braşov'un tarihini tam olarak yansıtıyor diyebiliriz. Sarı, pembe ve mavi renkli güzel binalar, sıvalarında zamanın geçtiğini açıkça gösteriyor, ancak kentin temel yapısı çok iyi korunmuş durumda. Dar arnavut kaldırımlı sokaklarıyla dikkat çeken Braşov özellikle iç bahçesi olan kemerli, şirin ve renkli evleriyle dikkat çekiyor.


Bu eğlenceli şehir, pastel renkli sokakları kadar renkli ve eğlenceli birçok hikayeye de sahip gözüküyor. Doğası ve tarihiyle muhteşem güzelliklere sahip bu şehir Drakula efsanesiyle nam salmış tarihi karakter Kazıklı Voyvoda Vlad Tepeş ile tanınıyor. Buraya çok yakın bir konumda Kont Drakula’nın yaşadığına inanılan Bran Şatosu bulunduğu gibi diğer birçok ünlü şato ve kaleler de bulunuyor. Bran Şatosuna ve Rasnov Kalesine bu seyahatimde gittim ve bunları ayrı bir yazıda kaleme alacağım. Gizemli şatolar, kuleler ve geçitlerle bir zaman yolculuğuna çıkmak isterseniz burası tam size göre! Bu nedenle de Romanya’ya gelen turistler çoğunlukla bu şehri ziyaret ediyormuş. 


Yerel efsaneye göre, Fareli Köyün Kavalcısı da Braşov meydanında görünmüş. Bu masalı bilmeyen yoktur sanırım. Şehri fareler basıyor ve şehrin önde gelenleri kavalıyla bunları uzaklaştıracağını söyleyen uzaklardan gelen bir adamla anlaşır. Gerçekten de adam kavalını çalarak tüm fareleri toplar ve bunları derede öldürür. Ancak farelerden kurtulan şehir sakinleri çalgıcıya verdikleri sözü yerine getirmez. Bunun üzerine çalgıcı kavalını çalarak şehirdeki bütün çocukları meydana toplar ve hepsini dağa doğru götürmeye başlar. Çocuklar büyülenmiş gibi takip ederler. Bir şekilde kaçarak kurtulan çocuklarına kavuşan ana babalar biz ettik sen eyleme diyerek sözlerini yerine getirir. 

Bunların dışında yerli halk, Vlad the Impaler yani Dracula’nın romantik birlikteliklerini, mezarından kalkan soylu bir kadını ve bir tarihte ana meydana inen bir ayıyla ilgili hikayeleri hevesle anlatmaya devam ediyormuş. 

Braşov, modern yaşamın dinamikleriyle eski dünya yaşamının renklerini bir araya getiren bir şehir. Karpat Dağları’nın bir uzantısı olan Tâmpa Dağı, şehrin silüetini oluşturuyor. Şehrin her yerinden görülebilen ormanlık Tâmpa Dağında, büyük beyaz harflerle Hollywood tarzı "BRASOV" yazısı dikkat çekiyor. Bu yazının bulunduğu yer aynı zamanda bir manzara terası ve ister teleferikle, ister zigzaglı dağ yollarından yürüyerek buradaki restoranda manzaranın keyfini çıkarabiliyorsunuz.


Dağın başka bir açısında şehrin eski kalesini de görme şansınız bulunuyor. Kalenin bir kısmı yakın zamanlarda UNESCO fonları kullanılarak restore edilmiş. 

Şehre girmek için Poarta Ecaterinei (veya Katharinentor) ve Poarta Șchei (veya Waisenhausgässertor) olmak üzere eskiden kalan en az iki giriş var. Şehir merkezi, belediye başkanının eski ofis binası (Casa Sfatului) ve Brașov'daki en eski yapılardan birisi olan Hirscher Haus'un bulunduğu çok güzel bir meydan. Yakınlarda ise bazılarınca Güneydoğu Avrupa'nın en büyük Gotik tarzı kilisesi olduğu iddia edilen "Kara Kilise" (Biserica Neagră) yer almaktadır.


Modern şehrin topraklarında, oldukça ilginç eserler sergiledikleri için mutlaka görülmeye değer birkaç müze de bulacaksınız. Bu şehrin konukları ayrıca, en eski Romen okulunu ziyaret etmek, orkestra müziğinin hipnotik seslerini dinleyebilecekleri Kara Kiliseye bir gezi yapmak ve yerel lezzetleri denemek için güzel bir şansa sahip olacaklar. 

Bazı Orta Çağ gözetleme kuleleri hala şehrin üzerinde bir mücevher gibi parlıyor. Aralarında ışıl ışıl barok binalar ve kiliselerin bulunduğu ana meydan Piaţa Sfatului'de hareketli cafeler ve restoranlar her zaman cıvıl cıvıl bir görünüm sergiliyor. Old Town bölgesi trafiğe kapalı bir yer ve böyle olunca çoluk çocuk herkesin rahatça gezmesi sağlanmış. Meydanları, sokakları, açık hava restoran ve cafeleri, renkli binaları ile burası görülmeye değer bir bölge. Çok sayıda modern marketleri, hediyelik eşya dükkanlarını ve giyim mağazalarını da bulabileceğiniz Braşov’un bu bölgesini yürüyerek çok rahat gezebilirsiniz.


Buradaki hava çok sakin ve sıcak bir atmosferi barındırıyor. Turistlerin dikkatini çeken ilk şey, yerel halkın güleryüzlülüğü ve nezaketi oluyormuş. Halk uzun süredir turiste alışkın olduğundan bunda aslında şaşırılacak bir şey yok. İnsanlar her zaman ve herkese yardım etmekten mutluluk duyuyorlar. Yerli halk çok duygusal, yeni fikirlere açık ve her anın tadını çıkaran insanlar olarak tanımlanıyor. Tanıdığım sınırlı sayıdaki insanda bunları test etme şansım tabi ki olmadı ama yine de bu şehirdeki insan profilini çok sevdiğimi söyleyebilirim. 

Braşov sakinlerinin hayatındaki en büyük değer aileymiş. Tüm ebeveynler çocuklarına mükemmel bir eğitim verilmesini istermiş. Toplumdaki temel hedeflerden birisi bireylerin kendi yeteneklerini ortaya koyabilmeleriymiş. Ve tabi ki, güney zihniyetinin gerçek temsilcilerinden birisi olarak, daha fazla para kazanmak ama bunun için daha az çalışmak isterlermiş. Kim bunu istemez ki! Gerçi bu fikri gerçek hayata biraz yansıtmışlar. Bu yüzden Cuma günleri iş günü saat 14.00’te sona eriyormuş ve bundan sonrasında kendileri için eğlenceli bir hafta sonu planlıyorlarmış.


Kültür merkezlerine yakınlığı ve çok sayıda gezi rotasının merkezinde olduğu için de geleneksel olarak Braşov hem yerli hem de yabancı turistlerin cazibe merkezi olmuş. Karpat Dağları ile çevrili şehrin yakınındaki Poiana Braşov'da, kayak ve buz pateni tesisleri bulunmaktaymış. Ayrıca, 30 km batısındaki Piatra Craiului Ulusal Parkı doğa yürüyüşü yapmak için iyi bir başlangıç noktası olarak gösteriliyor. Benim gibi gezginlerin çoğu, Bran ve Rasnov'daki kalelere gitmek için Braşov’u bir geçiş noktası olarak da kullanıyormuş. 


Braşov’daki festivaller de bu muhteşem şehri ziyaret etmenin bir başka nedeni olabilir. Özellikle bu festivallere katılarak yerel kültürü daha iyi tanıyabilirsiniz. Maalesef benim gittiğim dönemde böyle bir festival yoktu. Temmuz ayı sonunda Parcul Natural Bucegi’deki dağlarda Padina Fest yapılıyormuş ve sadece müzikseverler değil, doğa ve ekoturizm meraklıları da bu festivale katılıyormuş. Ağustos ayından eylül ayına kadar Piaţa Sfatului, ülkenin en eski festivallerinden birisi olan uluslararası müzik yarışması Cerbul de Aur’a ev sahipliği yapıyormuş. Her yıl dünyanın dört bir yanından seçkin sanatçılar buraya geliyormuş ve 2008’den beri de organizatörler muhteşem folklor akşamları düzenliyormuş. Eylül ayı ortasında gerçekleşen Brașov Jazz & Blues Festivali, müzikseverlerin dikkatini çeken bir başka etkinlik oluyormuş. 


Etnovember Kasım ayında gerçekleştirilen bir başka festivalmiş. Burada etnik gruplar 3 gün boyunca şehir merkezindeki sokaklarda yeteneklerini sergiliyormuş. Bir Ortaçağ fuarı açılıyormuş ve ayrıca meşalelerle geçit törenleri de yapılıyormuş. Ağustos sonunda başlayan ve Eylül ayı sonlarında sona eren Festivalul Transilvania Gastronomica, zengin yerel kültürü yemeklerle keşfetmek ve Romanya mutfağının zengin gastronomik çeşitliliğini değerlendirmek için mükemmel bir etkinlik oluyormuş.

Yeme-İçme

Tek başıma seyahat ettiğimde yeni lezzetleri denemeye o kadar cesaret edemiyorum. Transilvanya seyahatimde de tek başıma olduğumdan bildiğim şeyleri yemeye çalıştım. Yine de gidecekler için yiyecek ve içecekleri biraz araştırdım. Şehrin yerel mutfağı besleyici ve bol miktarda et ile karakterizeymiş. Braşov’un en ilginç yemeklerinden birisi Braşov usulü ruloymuş. Sanki bizim dalyan köfteyi andırıyor. Salatalık turşusuyla kıyılmış etin içine haşlanmış yumurta konuluyormuş. İçleri kıyma, mantar ve peynirle doldurulmuş Braşov tarzı krepleri de meşhurmuş. Geleneksel Braşov şarapları Merlot, Cotnari, Fermint ile palinka (erik brendisi) ve Tuica (elma brendisi) gibi alkollü içecekleri de deneyebilirsiniz. 

Gezelim Görelim

Şehri birazcık tanıdıktan sonra Sibiu’dan yola çıkıp 2 gece kaldığım Braşov gezimi artık anlatabilirim. 

2 Mayıs 2018 

Sibiu-Braşov arasında bindiğim tren için 21,75 Lei ödedim. Tren yolculuğumu artık anlatmama gerek yok. Kısacık bir mesafeyi bile kağnı arabası kıvamında saatlerce alan yolculuğum sonrasında nihayet Braşov’a ulaştım. Kalacağım hostele gitmek için önce bir belediye otobüsüne binmem gerekiyordu. Açık olan gişelerden tek bilet almak istediğimde en az ikili bilet alabileceğimi söylediler. Sorun değil nasıl olsa bu biletleri daha çok kullanacaktım. 4 Lei ödeyerek biletimi aldım ve şehir merkezine giden sanırım 1 numaralı otobüse bindim. Yanlış yerde inmemek için bu arada durakları da saymaya başladım. Bunu yapmama hiç gerek yokmuş zaten buraya gelen bütün otobüslerin hareket noktası olan son durakta indim. 

Bulunduğum yer büyük bir bulvardı ve çok güzel binalar bulunuyordu. Adres tarifine göre yürümeye başladım ama bir türlü bulamıyordum. Sanırım en az 5-6 kişiye sormuşumdur. Doğru düzgün adresi bilen ve tarif eden çıkmadı. 

Yürüdüğüm bulvar üzerinde çok büyük binalar bulunuyordu. Belediye Binasının önünde daha önce Cluj yazımda hikayesini anlattığım Capitoline Wolf yani Remus ile Romulus'u emziren Anne Kurt heykelini gördüm. 



Bu arada epeyce yürüdüm ve vakit de geçmeye başladı. En sonunda şansıma hostelin bulunduğu caddeyi bilen bir kadın çıktı da sağolsun güzelce tarif etti. Aslında adres eski şehrin tam ortasında, o kadar merkezi bir noktadaydı ki nasıl bilemediler sonradan çok hayret ettim. 

Önce çok güzel bir caddede yürüdüm. Her iki tarafta mağazalar ve restoranların olduğu tarihi binaların sıralandığı bir caddeydi burası. Hostel de aynı bu şekilde olan bir cadde üzerindeydi. Aslında otobüsten indiğim yere o kadar yakınmış ki bulmak için boşuna debelenmişim. Tarihi bir binanın avlusuna girerek hostel resepsiyonuna girdim. Görevli kız bana formları doldurttuktan ve 2 gece için 137 Lei (29,50 Euro) aldıktan sonra beni başka bir binada olan odama götürdü. Apart tarzı olan odada herşey vardı. Kahvaltı dahil olduğundan ekmek, mısır gevrekleri, çeşit çeşit reçel ve balın yanısıra buzdolabına süt de konulmuştu. Kocaman 2 kişilik yatak bana 2 gece için deliksiz bir uyku vadediyordu. 

JugendStube Hostel isimli bu konaklama tesisinden gerçekten çok memnun kaldım. Gitmek isteyenlere kesinlikle tavsiye edebilirim. Görevli kızcağız bana Braşov ve çevresinde görülecek yerleri de anlattıktan sonra tur isteyip istemediğimi sordu. Sezon olmadığı için bulacakları başka bir turistle özel tur yapabileceklerini söyledi. Uygun fiyat olursa neden olmasın diye düşündüm ve kıza Bran ile Rasnov için fiyatı öğrenip bana bilgi vermesini istedim. 

Eşyalarımı bırakıp dışarı çıktım ve biraz çevreyi keşfetmeye çalıştım. Hostelin bulunduğu cadde meşhur Sfatului Meydanına çok yakındı.


Yol yorgunluğu ve bir gece öncenin uykusuzluğu eklenince dönüp dinlenmeye karar verdim. İçeri girdikten kısa bir süre sonra kapı çalındı ve resepsiyon görevlisi kızcağız fiyatın 100 Dolar olduğunu, tek gezdirecekleri için bu fiyatın da çok uygun olacağını söyledi. Kendi başıma çok daha uygun gezebileceğimi hesap ederek turdan vazgeçtim. 

Braşov’daki vaktim sınırlı olduğundan hemen Bran ve Rasnov’a nasıl gideceğimi araştırdım. Aralıklı da olsa Rasnov’a giden trenler vardı. Oradan da Bran’a giden otobüslere biniyordunuz. Sonrasında da otobüsle Braşov’a dönebilecektim. Sabah erkenden kalkarak bu planı uygulamak niyetiyle dinlenmeye başladım. 

3 Mayıs 2018 

Birleştirdiğimde bu yazı çok uzun olacağından Bran ve Rasnov maceramı ayrı bir yazıda kaleme aldım. Bu yüzden Bran'dan dönüşümden itibaren Braşov günlerimi yazmaya devam ediyorum. 

Bran’dan geldiğim otobüs ana terminalde durdu. Burası tren garından oldukça uzak ve farklı bir semtte olduğundan önce merkeze giden bir otobüs bulmaya çalıştım. Otobüs durağını buldum ama bu sefer bilet gişesi akşam olması nedeniyle kapalı olduğundan biletimi alamadım. Artık gelen otobüse şansıma kalmış diyerek bindim. Neyse ki bilet kontrolü olmadı. Merkezde indiğimde artık kolayca bulduğum hostele giderek eşyalarımı bıraktım. Biraz dinlendikten sonra hava da kararmadan saat 6 civarında etrafı dolaşmaya çıktım.


Öncelikle meydanda dolaştım ve biraz banklarda oturup geleni geçeni izledim. Ne güzel ne renkli bir şehir burası! Bugüne kadar gördüğüm en güzel meydanlardan birisi de burası oldu. Meydanla ilgili biraz bilgi vereyim isterseniz. 

Sfatului Meydanı-Piata Sfatului 

Saksonlar, şehrin etrafına bugün hala görülebilen büyük taş duvarlar ve yedi burç yapmışlar. Bunun yanı sıra şehre süslü kiliseler, özenle süslenmiş binaların yanısıra ülkedeki en iyi merkezi meydanlardan birisini de hediye etmişler.


Bu meydan, orijinal olarak bir pazar yeriymiş. Meydanda yapılan diğer pek çok şeyin yanı sıra burası idamların yapıldığı ve cadıların cezalandırıldığı bir hapishane alanı olarak da kullanılmış. Ortaçağ’da cadı avı olduğu dönemde, birçok kadın burada yakılarak öldürülmüş. Bir efsaneye göre bu meydan Fareli Köyün Kavalcısı'nın çocukları topladığı yermiş. Hatta çocukların kaçtıktan sonra bu meydanda tekrar ortaya çıktığı söyleniyormuş.


Eski Ortaçağ Braşov'unun tam kalbinde yer alan ve güzel kırmızı çatılı tüccar evlerinin sıralandığı, Saksonların Marktplatz olarak bildiği Konsey Meydanı yani Sfatului Meydanı, güzel manzarayı görmek, sayısız restoran, cafe ve konaklama olanaklarından faydalanmak ve Brașov’daki pek çok gezi programına iyi bir başlangıç yapmak için güzel merkezi bir nokta.


Rengarenk boyanmış ve süslenmiş barok yapılara hayran kalacağınız eski Belediye Meydanı- the Town Hall Square (Piata Sfatului) çevresinde gezmeye doyamayacaksınız. Sfatului Meydanı, şehrin en kalabalık ve en işlek yerlerinden birisi. Genellikle bütün şehirlerde olduğu gibi burada da ilgi çekici festivaller, fuarlar, spor ve eğlence gibi etkinlikler ve gösteriler düzenleniyormuş. 


Bütün turistik şehirlerde olduğu gibi turistlerin şehri yorulmadan kolayca gezebilmeleri için turist treni de bu meydanda hizmete hazır bekliyor.


Farklı dönemlere ait birçok tarihi bina, bu meydan çevresinde yoğunlaşmış. Meydanın ortasında, şu an tarih müzesi olan eskiden şehir temsilcilerinin bir araya geldiği ve toplantı yaptığı Eski Belediye Binası yani Casa Sfatului yer almakta. Belediye Binası 13. yüzyılda inşa edilmiş ve birçok orijinal özelliği muhafaza edilmiş. Bu görkemli bina, 19. yüzyılın sonlarında tekrar inşa edilmiş ve Neo Barok ve Art Nouveau Stilleri’nin eşsiz bir kombinasyonunu temsil ediyormuş. Brașov yönetimi 500 yıldan fazla bir süre burada görev yapmış. Binanın önünde özellikle Cumartesi akşamları konserler düzenleniyormuş. Ayrıca burada zaman zaman bazı küçük sergiler de düzenleniyormuş.


Meclis binasının tepesinde 1420 yılında yapılmış Trompetçi Kulesi adı verilen bir kule var. Bu kule etraftan gelen tehlikelere karşı gözetleme kulesi olarak kullanılırmış ve tehlike anında kuleden trompet çalarak halk uyarılırmış. Orijinal kule bir yangın sonucu yanmış, şimdi ki kule 58 metre yüksekliğinde rönesans etkisinde yeniden yapılmış. Bugünlerde öğlen saat 12’de kulenin tepesindeki de bir İsviçre saatinde geleneksel kostümler içinde müzisyen figürleri trompet çalıyormuş.


Meydandaki yapılara da şöyle bir bakalım. 

Brasov History Museum (Muzeul de Istorie al Brasovului) 

Sfatului Meydanında bulunan müze Salı-Pazar günleri 10.00-18.00 arası açık olup giriş ücretlidir. Eski Belediye binasında bulunan Braşov Tarih Müzesinde, Braşov'un tarihini antik dönemden modern zamanlara kadar gösteren nadir sergiler ve koleksiyonlar sergileniyormuş. Bunlar taştan yapılmış aletler (Paleolitik çağ), Ariusd'da keşfedilen boyalı seramikler (Neolitik çağ), bronzdan yapılmış aletler ve demir, zırh, eski silahlar ve tarım araçları olarak sıralanabilir. Sergiler aynı zamanda Ortaçağ'da Braşov'a hükmeden Sakson loncalarının tarihini de anlatıyormuş.


Hirscher House- The Merchants’ House 

1545'te tamamlanan Rönesans tarzı Hirscher Evi, bir zamanlar Braşov'daki en büyük binaymış. Braşov belediye başkanı Lucas Hirscher'in dul eşi Apollonia Hirscher tarafından yaptırılmış. Böylece tüccarlar üzerlerine yağmur yağmadan kapalı bir mekanda iş yapabilmişler. Aşağıda kemerli büyük bina Hirscher House oluyor.


Yerel bir efsaneye göre, mezar soyguncuları, komadaki kadının mücevherli yüzüğünü çalmak için Apollonia'nın parmaklarından birini koparmaya çalıştığı sırada kadının uyanması nedeniyle hayatlarının korkusunu yaşamışlar. Bu evin, Apollonia'nın hayatı için duyduğu şükran nedeniyle inşa ettirildiği rivayet edilmektedir. 

Muresenilor Memorial Museum (Muzeul Memorial Casa Muresenilor) (Mavi Ev) 

Sfatului meydanında Belediye Binasının karşısında yer alan bu sıradışı aile müzesini ilginç ve büyüleyici kelimeleri çok iyi tarif edecektir. 1968 yılında aile bağışlarıyla kurulan müzede mektuplar, fotoğraflar, gazeteler, nadir kitaplar, resimler, heykeller, 19. yüzyıl mobilyaları, müzik ve edebiyatla ilgilenen Mureseanus'ların ve yakınlarının hatıraları bulunuyormuş. Bu Müzenin kurulmasıyla Mureşan ailesinin üyeleri, ulusal kültürün gelişimine çok değerli bir katkı sağlamış. Aile üyeleri arasında ünlü besteciler, yazarlar ve sanatçılar bulunuyormuş.


Mureseanus’ların bu uzun yaşam çizgisinin ilk sırasında bulunan Jacob Muresan, zengin birisiyle evlenen bir öğretmenmiş ve 1838'de Transilvanya Gazetesi'nin kurucu editörü olmuş. Mureseanus’lar, yarım asırdan fazla bir süre Gazeta de Transilvania adlı bu siyasi gazetenin kurucusu ve sahibi olmuşlar. Bu nedenle de Mureseanus’lar 19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın başlarında Transilvanya’da ve Romanya'nın diğer bölgelerinde en önemli politikacılar olarak görülmüşler. Hatta eski ve zengin bir Romen ailesi olan Mureseanus’ların oturduğu bu evde Romanya Milli Marşı Andrei Mureşanu tarafından yazılmış. 


Evde bulunan 25.000 belge Romanya'daki en büyük aile arşivini oluşturuyormuş.Salı-Cuma günleri 09.00-17.00 arası, Cumartesi-Pazar günleri 10.00-17.00 arası açık olan müzeye giriş ücretsizmiş. 

Meydanın yukarı tarafına doğru yürüdüğümde Braşov’un simgelerinden birisi olan Kara Kiliseyi gördüm. Bu saatte kapalı olduğundan artık ertesi gün gezebilecektim. Yine de heybetli bu yapıyı dışından incelemek istedim. Yeri gelmişken isterseniz kiliseyle ilgili bilgiyi de aktarayım. 

Kara Kilise-The Black Church (Biserica Neagra) 

Biserica Neagră veya Kara Kilise (Almanca Schwarze Kirche, Romence Biserica Neagră, Macarca Fekete templom), Brașov'da bulunan ünlü bir kilisedir. Kentin Alman topluluğu tarafından inşa edilmiş ve bölgedeki ibadet yerlerinin en büyüğü ve en önemli Luteryan kilisesi olmasının yanısıra ülkedeki en önemli Gotik tarzlı anıt olarak görülmektedir.


Braşov'un ünlü simgesi olan Kara Kilise, Konsey Meydanı ve eski şehire hakim bir yapıdadır. Ziyaret günleri ve açılış kapanış saatleri mevsime ve tarihlere göre değişmektedir. Giriş ücretlidir. Kara Kilise, Viyana ile İstanbul arasındaki bölgede bulunan en büyük gotik kilisedir.


Biserica Neagră 89 metre uzunluğunda ve 38 metre genişliğindedir. Zemin seviyesinden çan kulesinin en yüksek noktasına kadar 65 metre yüksekliğindedir. Kara Kilise'nin altı tonluk çanı Romanya'nın en büyüğüdür. Ayrıca Doğu Avrupa'daki en büyük orglardan birine ev sahipliği yapıyor. 4000 boruluk etkileyici bu org 1839'da Carl August Buchholz (1796-1884) tarafından yapılmış. Temmuz ve Ağustos aylarında haftada üç kez genellikle salı, perşembe ve cumartesi günleri saat 18.00'de burada düzenlenen konserler sırasında bu orgu dinleme şansı buluyormuşsunuz. 


1242'de Moğol istilaları sırasında tahrip edilen bir kilisenin arazisi üzerine inşa edilen ve Almanca olarak Marienkirche olarak bilinen bu Alman Luteryan kilisesinin 1421'de Türk baskınları sonucunda büyük hasar alması nedeniyle inşası uzun yıllar sürmüştür. 1385-1477 yılları arasında inşa edildiği belirtilmektedir. Tarihe ilişkin araştırmalar Șcheii Brașovului'de Brașov Bulgar kolonisi kurmaya başlayan Bulgar işçi ve zanaatkarların burada istihdam edilerek kilisenin inşa edildiği sonucuna ulaşmış. 


15. yüzyılda tamamlanan kilise, Gotik mimarisinin son demlerini taşıyormuş. Sonuçta, mimarların ve masonların çoğunun köken aldığı Alman topraklarında 15. ve 16. yüzyıllar boyunca tercih edildiği şekilde aynı yüksekliğe sahip üç nefli bir bazilika ortaya konulmuş. Binanın büyük bir kısmının, Sebeș'deki kiliseyle, Cluj-Napoca'daki St. Michael Kilisesiyle ve Košice'deki Dominikánsky kostol ile benzerlik gösterdiği belirtilmektedir. Tasarım, bölgedeki diğer dini yapılar için bir ilham kaynağı olmuş. 

Katolik hizmetleri, Johannes Honterus'un etkisiyle birlikte Protestan Reformu sırasında Lutheryan'larla değiştirilmiş. Daha sonra binanın bir tarafına Harro Magnussenon tarafından Honterus anısına bir heykel dikilmiş.


21 Nisan 1689'da (Büyük Türk Savaşı sırasında) Habsburg kuvvetleri tarafından başlatılan Büyük Yangın, kasabanın çoğuna sirayet edip kilisenin duvarlarını da karartınca, kiliseye yeni adı olan “kara” adı verilmiş. Restorasyon neredeyse 100 yıl sürmüş ve Biserica Neagră, Danzig'den gelen masonların yardımı ile onarılabilmiş. Zira yerel zanaatkarlar, devasa tonozları tamamlama yeteneğine sahip değilmiş. Planlanan iki kuleden sadece birisi bitirilebilmiş. Kilise restorasyonu sonuçta Barok tarzında tamamlanmış.


İç yapının büyük bir kısmı, 18. yüzyıl boyunca orijinal tasarımından farklı bir şekilde değiştirilmiş.Kilisenin orijinal gotik iç kısmı, restorasyonlar sırasında temizlenmiş ve bugün görülen azametli açık alanlar çoğunlukla barok tarzına dönüştürülmüş. Sonuç olarak içi Barok, dışı Gotik tarzda olan değişik bir kilise ortaya çıkmış. Kilisenin iç kısmı balkonları, vitray pencereleri, muazzam bir orgu, taş sütunları ve muhteşem Türk halılarıyla süslenmiş duvarları ile etkileyici ve bakımlıdır. Kilisenin iç kısmında, 16. ve 19. yüzyıllara ait Anadolu halıları asılıdır. Bazılarının Reformasyondan sonra zeminlerin yanı sıra duvarları süslemek için de kullanıldığı belirtiliyor. Kilise pencereleri son zamanlarda 119 Anadolu halısını korumak için özel UV filtreleme camı ile donatılmış. Alman tüccarlar bu halıların bir kısmını 17. ve 18. yüzyıllarda kiliseye bağışlamışlar. Koleksiyon, Avrupa'da türünün en büyüğü olarak gösterilmekte.


Kilisede aynı zamanda süslü mezar taşları ve siyah giyinmiş Meryem resmi mutlaka görülmelidir. Sekizgen sütunlardan birisinde kilise bağışçıları arasında belirtilen askeri lider John Hunyadi'nin kakmalı arması bulunmaktadır. 

Kilisenin dış kısmında ise, kılıçlarını keskinleştirmeye çalışan askerlerin olduğu düşünülen bazı kazıma izleri bulunmaktadır. Dış yapının büyük bir kısmı, dış heykellerin ve duvar öğelerinin zamanla bozulmasına neden olan kolay dağılan kumtaşından yapılmıştır.


Hayatta kalan en eski özellikleri arasında birkaç heykel, kemer, triloblar gibi daha basit duvar örüntüleri ve kapılar yer alırken, en üst kısmı 18. yüzyıldan kalma taklit Gotik tarzındadır.


Kara Kilise, ilginç efsaneleri ile de meşhurmuş. İlk hikaye 23 Aralık 1989’da Romanya’nın komünizme karşı mücadelesinden kalan kilisenin iç duvarlarındaki kurşun izleri ile ilgili bir hikayedir. Kilisenin içinde küçük bir tur yaparak duvarlardaki kurşun izlerini hatta kurşunların kendisini bile görebiliyorsunuz. Hatta bu kurşun izleri tüm sokak boyunca kiliseye kadar devam ediyormuş. Silahların kim tarafından ateşlendiği belli olmasa da izleri görerek o kaotik dönemi iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz. 

Diğer hikaye ise kilisenin dış cephesindeki sütunlardan birinin çatı ile birleştiği yerdeki çocuk heykeliyle ilgili bir rivayet. Bu çocuk heykelinin duruşuna ilişkin çok farklı yorumlar yapılmış. 

Bir yoruma göre kilisenin papazının çok yaramaz bir oğlu varmış. Bir gün papaz da onu ceza olsun diye çatı katına kapatmış. O gün kilisede yangın çıkmış ve çocuk da çatı katında kilitli kalmış. Bu heykel de onun alevlerden kaçmaya çalıştığı anı gösteriyormuş. 

Diğer bir rivayete göre bu çocuk kilisenin yapımında çalışıyormuş. Ustası duvarın düzgün olup olmadığını kontrol etmesi için çocuğu yukarı göndermiş. Çocuk dengesini kaybedip aşağı düşünce ustası da vicdan azabı ile bu heykeli yapmış.


Popüler bir efsaneye göre ise bu bir cinayetin heykeliymiş. Alman bir çocuğun (bu kilise de bölgedeki birçok kilise gibi, Alman topluluğu tarafından inşa edilmiştir) Bulgar işçilerinden birini sinirlendirdiği ya da duvarlardan birinin eğri olduğunu söyleyerek kızdırdığı, Bulgar işçinin çocuğu kilise kulesinden ittiği ve suçunu gizlemek için de cesedini kilisenin duvarlarına gömdüğü rivayet edilmektedir. Hatta Kilisenin isminin bir sebebi de bu olabilir diye söyleniyor. 

Kilise o kadar büyüktü ki kadraja almakta çok zorlandım ve parça parça çekmeye çalıştım. Kilisenin sanırım çatı kısmında onarım çalışmaları vardı. Çocuk heykelini de bu onarım iskelesi görüntüleri arasından zorlukla seçebildim.


Sokak aralarında gezmeye başladım ve bu arada güzel bir “Brasov” yazısı çekmeye çalıştım.



Artık akşam yemeği için kendime bir yer bulmam gerekiyordu. Hem fiyatı uygun hem hızlı bir yemek olsun istiyordum. Meydandaki KFC’ye gidip 14,50 Lei ödeyerek menü aldım. Karnım doymuş ve biraz da dinlenmiştim.


Artık hava kararmaya başladı ve trafik olmayan ana caddenin ortasında bulunan açık hava restoranları hep dolmaya başladı. Bu cadde üzerinde dondurma tezgahları da bulunuyor. Hiç dayanamadığım bir mevzudur bu ve hemen 3 Lei ödeyerek külahta dondurmamı da aldım.


Hava karardıktan sonra da çevrede gezip fotoğraf çektim ama bunların kalitesi oldukça düşük olduğundan isterseniz bunları görmeyelim. Hostele dönüp ikinci huzurlu, sessiz ve mutlu gecemi geçirdim. 

4 Mayıs 2018 

Resepsiyon görevlisi kız Tampa Dağına istersem yürüyebileceğimi istersem de teleferik kullanabileceğimi söylemişti. Erken kalkıp kahvaltımı yaptıktan sonra görevlinin tarifine göre teleferik hareket noktasına doğru yürüdüm.


Teleferik çalışma saati benim için oldukça geç bir saat olacaktı ve beklemem gerekecekti. Bunun yerine tabelalarla yönlendirilen yoldan yürümeye başladım. Zor bir yol değil ama oldukça uzun sürüyor.


Dön dön yürü yine de bitmiyor. Daha zirveye ulaşmamıştım ki teleferik de çalışmaya başladı.


İsterseniz önce gittiğimiz yerle ilgili sizi biraz bilgilendireyim. 

Tampa Dağı-Mount Tâmpa (Muntele Tampa) 

Tâmpa (Almanca Zinne veya Kapellenberg, Macarca Cenk, Latince Mons Cinum), Doğu Karpatlar'ın güney kesiminde Postăvarul Masifi'nin bir parçası olan ve Braşov şehrinin neredeyse etrafını çevreleyen bir dağdır. Yüksekliği 960 metredir (bazı kaynaklara göre 995 metre), şehrin neredeyse 400 metre yukarısındadır. Dağ çoğunlukla, dünya kabuğundan yavaş yavaş yükselen kalker oluşumlarından meydana gelmiş. Dağın büyük kısmı (1.5 km²), nadir bulunan hayvan türleri (ayılar, kuşlar, kelebekler - Romen kelebek türlerinin % 35'i) ve burada bulunan bitki türleri (nadir bir Liverleaf çeşidi, Transilvanya Windgrass) nedeniyle koruma altındadır.


Kendine has “Brasov” yazılı Hollywood tarzı tabelasıyla birlikte muhteşem görünen Tâmpa Dağı, şehri eşsiz bir şekilde süslemekte. Braşov genellikle Tampa Dağı'nın eteklerindeki şehir olarak anılıyormuş. Neredeyse tüm Braşov’u çevreleyen Karpat Dağları’nın bir uzantısı olan Tâmpa Dağı, Braşov’u tepeden görmek için en iyi nokta olsa gerek. Burası aynı zamanda Teutonic Şövalyeleri tarafından yapılan Braşov’un ilk kalesinin de bulunduğu yer.


Braşov’da yapılabilecek en iyi aktivite teleferikle ya da yürüyerek Tampa Dağına çıkarak şehri yukarıdan seyretmek. Zirveye giden birçok yol var. 1837'de Brașov orman yönetimi tarafından yapılmış 25 dolambaçlı yol varmış. Gabony'nin merdivenleri ve Brașovia kalesi günlerine kadar giden Şövalyeler yolu bugünlerde hala kullanılmaktadır. Dokumacılar Kulesinin yukarısında, kale duvarlarının güneydoğu tarafı boyunca, yaşlı ağaçların gölgelediği ve banklarla kaplı bir sokak (Aleea Tiberiu Brediceanu) vardır. Brediceanu Alley'den başlayan sarı üçgenli yolu takip ederek orijinal savunma kalesinin inşa edildiği Tampa Dağı'nın tepesine yürünebilir. Ya da teleferik biniş noktasında başlayan 'kırmızı üçgen' işaretli yol takip edilebilir. 


Zirveye yürümek yaklaşık bir saat sürüyor. Aralara dinlenmek için banklar konulmuş. 


Acelesi olan veya biraz yürüyüş yapmak için havasında olmayanlar, dağın zirvesine teleferikle çıkabilir. Şehirden yaklaşık 400 metre yükseklikteki dağa teleferikle 2,5 dakika içinde çıkılabiliyor. Kötü havalarda bu süre biraz daha uzun oluyormuş. Teleferik- Tampa Cable Car (Telecabina Tampa), şehrin doğusundaki Tiberiu Brediceanu Parkı ile Restoran Casa Pădurarului arasında bir yerden kalkıyor. Yukarıda Restoran Panoramic son durak. Teleferik hergün saat 09.30- 17.00 arası çalışmaktadır. Pazartesi günleri düzenli muayene ve bakım işleri dolayısıyla açık olmayabilir. Bilet ücretleri değişmediyse tek yön için 10 Lei, çift yön için 17 Lei ödeniyor. Teleferik biraz eski ve 1971 yılında inşa edilmiş. Bu yüzden seyahat biraz sarsıcı olabilir. Sonrasında Hollywood stilindeki Brasov yazısına ulaşıyorsunuz. Burada da bir manzara terası var. Havanın açık olduğu bir günde, buradan tüm Burzenland görünürmüş.


Hayal etmesi bile çok zor ama Vlad Țepeș namı diğer Dracula, burada 40 asilzadeyi kitlesel bir şekilde kazığa oturtmuş. Vlad Tepes (Impaler) 1458-60'ta Braşov'a saldırdığında, kaleyi ele geçirmiş. Tabi ki, ticaret vergisi ödemeyi reddeden 40 tüccar da dağın tepesinde Tepeş’in insafına kalmış. Tepeş hepsini korkunç şekilde kazığa dikerek öldürtmüş.


Bu ülkede efsaneler hiç bitmiyor. Bu dağ hakkında da efsaneler bulunuyor. İlki, bir tünelle ilgiliymiş. Tampa Dağı ve şehir merkezindeki Casa Sfatului’yi birbirine bağlayan bir tünel varmış. Olası bir çökme riskine karşı şu an her iki tarafı da demir parmaklıklarla kapalıymış. Rivayete göre İkinci Dünya Savaşı sırasında Romanya bombalanırken tünele sığınanlar tünelin giriş çıkışları kapanınca burada diri diri gömülmüşler. 


İkinci efsane de Rus lider Stalin hakkındaymış. Romanya’nın komünist olduğu dönemde Braşov’un ismi “Orașul Stalin” (Stalin Şehri) olarak değiştirilmiş. Bu dönemde dağa köknar ağaçları ile tüm şehirden görülebilecek şekilde "STALIN" yazılması kararı alınmış. Günümüze kadar dağın bitki örtüsü yenilendiğinden bu yazı da haliyle bozulmuş. Ama kış aylarında Burzenland yolundan şehre gelenler halen yazının “ALIN” kısmını ayırt edebiliyormuş.


Dağı tırmanmaya devam ederken arada biraz dinlenmek için mola veriyor ve nefes kesici manzaranın tadını çıkarıyordum. Önce bir yönlendirme tabelasıyla karşılaştım ve buradan yazının olduğu tarafa yürüdüm. Kısa bir yürüyüşten sonra da yazının hemen arkasına kadar geldim. 


Biraz daha ilerde bir seyir terası bulunuyordu ve buradan şehrin birçok fotoğrafını çekme fırsatı buldum. Gördüğünüz gibi çok az istisna dışında şehirde çok katlı bina yapılmamış ve eski tarihi dokuya görsel olarak zarar verilmemiş.


Buradaki bazı endemik bitki ve hayvan türleri koruma altına alınmış. Bunlarla ilgili tabelalarla da karşılaşıyorsunuz. Bu hayvanlardan biriyle karşılaşmayı hiç istemem. Ama zaten ayılar da kış uykusundan muhtemelen uyanmamıştır. Neyse ki endemik bir hayvan değil ama ismini bilmediğim çok güzel, koruma altına alınmış çiçekli bir bitkiyi (Barba ungurului-Dianthus spiculifolius) gördüm. 


Bu yükseklikte en uç kısımlara korkuluksuz seyir terasları da yapmışlar. Yükseklik korkum yok ama yine de gidip en uca oturamam. Bazıları oturup bir de ayaklarını aşağıya sallandırıyor! 



Uzaklardan Karpatların karlı yamaçlarını ve muhteşem bir orman manzarasını görmek mümkün.


Şehirde gezecek çok yer vardı ve dağ gezisi için bu kadar zaman yetmeliydi. Aşağı doğru yürümeye başladım ve teleferiğin fotoğrafını da çekmeye çalıştım. Farklı bir yoldan aşağıya inmeye karar verdim. Parkla şehir arasındaki bol trafikli caddeyi geçtikten sonra Avcılar Kulesini -The Hunters’ Tower (Turnul Vanatorilor) gördüm. 

Avcılar Kulesi -The Hunters’ Tower (Turnul Vanatorilor) 

Bu Kule Ortaçağ’da patlayıcıların yani barut tozlarının depolandığı dikdörtgen şeklinde bir kuledir. Bu yüzden de aslında adı Barut Deposu Kulesi- The Powder Store Tower olmakla birlikte kale bölgesinin restorasyonu sırasında adı Avcılar Kulesi olarak değiştirilmiş. Kule Castelului Caddesine bağlanan Suisul Castelului Caddesine çok yakındır. Buradan da şehrin önemli turistik noktası olan Halat Sokağına kolayca gidilebilir.


Halat Sokağı- The Rope Street (Strada Sforii) 

Strada Sforii "Rope Street" yani “Halat Sokağı” anlamına gelir ve Brașov kentindeki en dar sokaktır. Buranın dünyanın ve Avrupa'nın en dar sokaklarından birisi olduğuna inanılıyormuş. Genişliği 111 ila 135 santimetre (44 ila 53 inç) arasında değişiyormuş ve 80 metre (260 ft) uzunluğundaymış. Ancak Fransa'da L'Androuno, Almanya'da Spreuerhofstraße ve İngiltere'de Parlamento Caddesi daha dar olarak kayıtlara geçmiş. Bu nedenle en dar sokak olma şansı bulunmuyor.


Sokak, Șchei Kapısı yakınında yer alıyor ve Strada Cerbului'ye (Stag Sokağı) dik iniyor. Cerbului Caddesini Poarta Schei Caddesine bağlar. Poarta Romence kapı anlamına gelir ve bu yol eski şehir duvarındaki ana kapılardan birinden geçer. Başlangıçta itfaiyecilerin kullanabileceği bir koridor olarak inşa edilmiş. Bu nedenle de sıradan vatandaşların buradan geçmesi uzunca bir süre yasaklanmış. Bu sokaktan ilk olarak 17. yüzyıl belgelerinde bahsediliyormuş.


Bugün Strada Sforii, Braşov’un en önemli turistik yerlerinden birisi olarak biliniyor. Sokak 2003 yılında tamamen restore edilmiş. Burası Ortaçağ çatıları ve etrafındaki kemerleriyle gerçekten çok güzel gözüküyor. Sokakta her iki tarafta da evler uzanıyor. 


Burayı da gezdikten sonra biraz dinlenmek için hostele doğru gittim. Ana meydan, sokaklar ve caddeler çok renkli, canlı ve güzel gözüküyor. 

Biraz dinlendikten sonra tekrar ara sokaklarda gezmeye başladım.


Teatrul Arlechino isimli bir tiyatro binasını gördüm. Küçük ama çok sevimli bir yapıydı burası.


Bunun biraz ilerisinde de Filarmoni Orkestrasının çok şaşalı ve güzel binasını gördüm.


Bu büyük bina nedir bilemedim ama çok güzel bir bina.


Tabelaları takip ederek Șchei Kapısına giden caddede Sinegogu buldum. 

Braşov Yahudileri- Jewish Brasov 

Yahudiler, o zamana kadar sadece Saksonlara verilen bir ayrıcalık olan şehirde yaşama izninin 1807’de Rabbi Aaron Ben Jehuda'ya verilmesinden bu yana Braşov'da yaşıyorlarmış. Resmi olarak Braşov Yahudi Topluluğu bu tarihten 19 yıl sonra kurulmuş. Ardından 1864'te ilk Yahudi okulu ve 1901'de Sinagog'un inşası yapılmış.


Braşov'daki Yahudi nüfusu 1910'da 1.280 kişiye, 1940'da ise 4000 kişiye ulaşmış. Bugün, II. Dünya Savaşı ile 1989 arasında İsrail'e giden birçok ailenin ardından topluluğun yaklaşık 230 üyesi varmış. Poarta Schei Caddesinde bulunan Sinegog Pazartesi-Cuma 10.00-13.00 arası açık olup Cumartesi-Pazar günleri kapalıymış.


Sinegoga giriş ücretliydi ve içeride görecek özel bir şey olmayacağını düşünerek girmedim. Bahçesinde ölenler için bir anıt ve yan duvarda da soykırımla ilgili büyük bir resim yapılmıştı. 


Sinegogun yanında bir de koşer restoranları bulunuyor. Bilmeyenler için koşer veya kaşer, Yahudiliğe göre yenilmesi ve kullanılmasında dinen bir sakınca bulunmayan helal ürünlere verilen isimdir. Bu ürünleri belirleyen kurallara ise kaşerut ya da kaşrut kuralları deniliyormuş. Yenilmesi serbest veya yasak olan hayvanların listesi Tevrat'ta verilmiş. Mesela midye gibi kabuklu deniz ürünlerini yemiyorlar. Bunu başka bir yerde öğrenmiştim ve çok ilginç gelmişti.


Sinegogun bulunduğu sokağın devamında uzaktan büyük ve süslü üç gözlü bir kapı gözüküyor. Bu Kapı Schei Kapısı adı verilen çok iyi korunmuş bir Ortaçağ kapısıymış.


Schei Kapısı (Poarta Schei) 

Schei Kapısı, Catherine Kapısı'nın hemen yanında bulunuyor. Trafiğin artırılması için 1827 ve 1828 yılları arasında inşa edilmiş. Braşov Ortaçağ kenti o zamanlar 5 girişe sahipmiş. Surlarla çevrili şehirden Schei bölgesine giriş, Schei Kapısı tarafından yapılıyormuş. Bu kapı, 13. ve 17. yüzyıllar arasında Saksonyalı yöneticilere vergi ödedikten sonra Romenlerin şehre girmek için kullanabileceği tek girişmiş. Diğer dört girişi kullanmalarına izin verilmiyormuş. Romenler kasabaya yalnızca belirli zamanlarda girebiliyorlarmış ve ürünlerini kalenin içinde satma ayrıcalığı için de kapıda bir ücret ödemek zorundaymışlar.Romenlerin surların içinde kalan şehirde toprak veya ev sahibi olmaları da yasakmış. 


Eski belgelerde bu kapının ismi Porta Valacce (Wallachs' Gate) olarak da geçiyormuş. Bugün ayakta kalan yapı ise yangınlardan ağır hasar almış olan eski Schei Kapısının yerine 1827'de İmparator Franz I tarafından yaptırılmış. Zafer kemeri gibi klasik tarzda inşa edilmiş taş ve tuğla kapının üç açıklığı vardır. Trafik için şekillendirilmiş orta kemer daha büyüktür ve her iki tarafında da yayalar için daha küçük ve daha alçak iki açıklık bulunmaktadır. Küçük kemerlerin üzerindeki duvarda Latince yazılar bize kapının inşaat tarihini gösterir.


Schei Bölgesi 

Şcheii Braşovului (Macarca Bolgárszeg, Almanca Belgerei veya daha yenilerde Obere Vorstadt, geleneksel Romen adı Bulgărimea, halk arasında Şchei), Braşov'un eski etnik Bulgar ve Romen semtidir. Kasabanın bu köy benzeri kısmı çoğunlukla dar yollarla ulaşılan bahçeli küçük evlerden ve dağların kenarlarındaki küçük tarlalarda inşa edilen evlerden oluşuyor.


Braşov'un Sakson yönetiminde, 13. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar, Romenlerin kale surlarının içindeki mülklere sahip olmaları yasaklanmış ve böylece onlar da güneybatı Schei bölgesine yerleşmişler. Romenler kasabaya ancak belirli zamanlarda girebiliyorlarmış ve ürünlerini kalenin içinde satmak için de kapıda bir ücret ödemek zorundaymışlar.


Her bahar, binlerce Romen, şehirdeki geleneksel Junii Brasovului alayını takip ettikten sonra, devasa bir piknik ve müzik şöleni için Solomon's Rocks'ta toplanıyormuş. Bu festival, yılda bir gün Romenlerin Sakson kentine serbestçe girmelerine izin verilmesini kutluyormuş. Etkileyici bir yer olan Solomon Kayaları (Pietrele lui Solomon) hafta sonları halk için popüler bir piknik alanıymış ama diğer zamanlarda oldukça sakinmiş. 

Schei Kapısının biraz ilerisinde masallardan fırlamış bir görünümü olan Catherine Kapısı bulunmakta.


Catherine Kapısı (Poarta Ecaterinei) 

Peri masalı görüntüsüyle Catherine Kapısı (Romence Poarta Ecaterinei, Almanca Katherinenthor, Macarca Katalin-kapu), 1559'da Terziler Loncası tarafından 1526'da sel yüzünden tahrip olan eski bir kapının yerine savunma amaçlı inşa edilmiş. Kapı, yıllar önce aynı topraklarda bulunan St Catherine Manastırı'ndan adını almış. Kentin en çarpıcı anıtı olan Catherine Kapısı, zamanın sınavından geçen tek orijinal ve Ortaçağ Kronstadt'ının ana giriş kapısıdır. Aslında, merkezi kule, orijinal kapının sadece bir kısmıymış. Bugün gördüğümüz masalsı bu kule 1827'de yıkılmış olan daha büyük ahşap bir yapının parçasıymış. Orijinal yapı, 16. yüzyıldan kalma Braşov'un büyük bir modelinin sergilendiği Dokumacılar Kulesi Müzesinde görülebilir.


Dört küçük köşe tareti (diğer Sakson kalelerinde görüldüğü gibi), Belediye Meclisinin gerektiğinde ölüm cezasını uygulayabilecek yargı özerkliğini yani “kılıç hakkı” (ius gladii) bulunduğunu sembolize ediyormuş. Kulenin girişinin üstünde, meşe ağacı kök ve gövdesi üzerinde bir taç şeklindeki şehrin arması bulunuyor. 


Yeri gelmişken Braşov’un Ortaçağ savunma yapısıyla ilgili de biraz bilgi vereyim. 

Braşov'un Savunma Tahkimatı 

Sakson yerleşimciler 12. yüzyılın başlarında buraya geldikten sonra Moğollar, Türkler ve diğerlerinin tekrar tekrar işgallerine maruz kalmış ve zor zamanlar geçiren Bartholoma ve Corona'nın eski yerleşim yerleri tahrip olmuş. Bu nedenle Saksonlar, kasabaları etrafına tahkimatlar yapmaya başlamışlar.


Çalışmaların çoğu, 1400 ve 1650 yılları arasında, dış ve iç duvarlar inşa edilerek ve bununla birlikte, büyük savunma kuleleri ve kapıları yapılarak tamamlanmış. 40 feet yüksekliğinde, 7 feet kalınlığında ve iki mil uzunluğundaki bu savunma duvarının büyük kısmı 19. yüzyıl başlarında ciddi bir selden sonra yıkıldığından yeni bir duvar inşa edilmiş. Ayrıca kentin genişlemesi nedeniyle eski duvarlar yıkılmış ve geriye çok fazla bir şey kalmamış. Bununla birlikte duvarların bir kısmı bugün hala görülebilmektedir. Aşağıdaki fotoğrafta kulelerden birisi arka tarafta gözükmektedir. 


Kalenin kuzeybatı kanadının ortasında bulunan ve daha yeni restore edilmiş olan Graft Bastion da dahil olmak üzere orijinal yedi burçtan yalnızca birkaçı ayakta kalabilmiş. Duvarın batı tarafında, 15. yüzyıldan kalma Beyaz ve Siyah Kulelere (White and Black Towers) göz atmak için pitoresk Dupa Ziduri Caddesi (Duvarların Arkasında anlamına gelir) boyunca yürüyebilirsiniz. Şehrin loncaları tarafından inşa edilen ve korunan orijinal ilk yedi kuleden birisi olan Demirci Kulesi (The Blacksmiths' Bastion), Dupa Ziduri Caddesi'nin güney ucunda yer almaktadır. Dokumacılar Kulesi (The Weavers' Bastion), George Cosbuc Caddesi'nde hayranlıkla görülebilecek bir diğer kuledir. Bunları isterseniz birer birer inceleyelim. 

Bastion ve Graft Sokağı- The Bastion and Graft Alley 

Bastion Graft veya Bastion Gate, ana şehir duvarlarından beyaz kuleye bir köprü oluşturur. Kapının girişinden beyaz kuleye kadar 200 basamak vardır. 1515-1521 yılları arasında inşa edilen kapının yapımı 6 yıl sürmüş. 

Scheii Braşovului'den akıp giden suyun tamamı Graft kapısının altındaki kanaldan geçmek zorundaymış. Bugün artık Kule müze olarak kullanılıyormuş ve onarılan orijinal merdivenle beyaz kuleye çıkabiliyormuşsunuz. 

Graft Bastion (Bastionul Graft)

Yeni restore edilmiş 16. yüzyıl kulesi (1521), iç merdivenlerle erişilebilen dört kata sahiptir. İkinci, üçüncü ve dördüncü katlarda bir dizi orta çağ eseri sergilenirken, birinci katta ziyaretçiler için bir dinlenme alanı bulunmaktaymış. 

Beyaz ve Siyah Kuleler 

Braşov’un ilk savunma hattı olan bu kuleler 15. yüzyılda inşa edilmiş. Surların dışında yer alan bu 11 metrelik kulelerin 4 tanesi orijinalmiş. Bu kuleler, 18. ve 19. yüzyıllardaki salgın hastalıklarla birlikte, karantina alanı olarak da kullanılmış. Turizm Braşov için ana gelir kaynağı haline geldiğinden kuleler de şehir tarafından 2003'de turizme açılmış.


Bu kuleler Graft yolundan ve kanalından başlayan ve sık ormanlara kadar devam eden kısa ve kolay bir yürüyüş mesafesindedir. Kuleler etkileyici ve manzara muhteşemdir. 

Beyaz Kule-the White Bastion (Turnul Alb) 

Graft Kulesi'nin yakınında bulunan yarım daire şeklindeki Beyaz Kule, 1494'de tamamlanmış. Ahşap bir merdiven, dört kat spiral bir şekilde dönerek yukarıya çıkıyor ve eski şehrin harika bir manzarasını sunuyormuş. Bir tepe üzerinde yer alan bu kuleye ulaşmak için yaklaşık 200 basamak tırmanmanız gerekecek. 

Kara Kule- the Black Bastion (Turnul Negru) 

1494 yılında inşa edilmiş olan kare şeklindeki Kara Kule, Demirci Kulesinin yakınındaki Starja Tepesi'nde bir kayanın üzerinde bulunmaktadır. Kara Kule aslında beyazmış, ancak 23 Temmuz 1559'da yıldırım çarptıktan sonra şiddetli bir yangın çıkmış. Kulenin dış tarafı bu yüzden kararmış ve sonra adı “Kara Kule” olarak değiştirilmiş.


Kısa süre önce yenilenen ve piramit şeklindeki camdan bir çatıya sahip olan Black Tower, savaşla ilgili küçük eserler müzesine ev sahipliği yapıyor. İçerisinde her birine dar ahşap bir merdivenle ulaşılan dört katı var. Kara Kilise'nin panoramik manzarasını görmek için en tepeye tırmanın. 

Dokumacılar Kulesi-Weavers' Bastion (Bastionul Tesatorilor) 

İlk olarak 1421-1436 yılları arasında inşa edilmiş. Kule, 1570-1573'te yeniden inşa edilmiş. Burası Braşov'daki en büyük Ortaçağ kulesiymiş ve şehir surları etrafında inşa edilen yedi orijinal gözetleme kulesi arasında en iyi korunmuş olanıymış. Bugün artık Weavers' Bastion, Tampa Dağı'na çıkarken ziyaret edilebilecek ilginç bir müzeye ev sahipliği yapıyormuş. 

Demirci Kulesi-Blacksmiths' Bastion (Bastionul Fierarilor) 

İlk olarak 1529'da inşa edilen Demirci Kulesinde bugünlerde, 14-16. yüzyıllara ait 80 adet çok değerli mektup da dahil olmak üzere 100.000'den fazla eski ve nadir belgeye ev sahipliği yapan Braşov Arşivleri bulunmaktadır. Bunların arasında 1521 yılında Campulung kasabasından bir tüccar olan Neacsu tarafından yazılan Romanya dilindeki en eski mektup da vardır.


Kale ve kulelerle ilgili bu bilgilerden sonra gezime kaldığım yerden devam edeyim. Catherine Kapısının ilerisinde üniversite binaları vardı. Böyle güzel binalarda öğrenim görmek güzel olmalı. 


Bu binaların yanından giden cadde ise doğrudan Kara Kilise ve meydan tarafına doğru gidiyor. Buradan hızlıca yürüyerek hemen Kara Kilise'ye geldim ve 10 Lei ödeyerek biletimi aldım. Kara Kilise içinde fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Görevliler hiç göz açtırmıyorlar ve gizlice çekerim deme şansınız yok. Kilisenin içinde beni en çok etkileyen Anadolu halıları oldu. O kadar çok ve güzel halılar yaptırmışlar ki imrenmemek elde değil. Biz kendi topraklarımızdaki kıymetlerin değerini maalesef bilmiyoruz!


Kiliseyi gezdikten sonra aynı caddeden yola devam ettim. Tırmanıp yerinde göremesem de Braşov Kalesini bu caddeden ve çok uzaktan görüntüledim.


Braşov Kalesi (Cetate) 

Stratejik olarak kasabaya ve kuzeye ovalara bakan bir tepe üzerinde bulunan kale, Braşov'un dış tahkimat sisteminin bir parçasıymış. 1524 yılında önce ahşaptan yapılmış, 16. yüzyılda taş yapı ile değiştirilmiş, ancak 17. yüzyılda teknolojik gelişme ile birlikte binadan daha güçlü toplar yapılmasıyla burası terkedilmiş. Bugün ise burası bir restoran olarak hizmet veriyormuş.


Meydana çok yakın olan bir katedrali açık görünce içine de girmekten geri durmadım tabi ki!



Saint Peter and Paul Roman-Catholic Cathedral (Catedrala Romano-Catolica Sfantul Petru si Pavel) 

Muresenilor Caddesinde bulunmaktadır. Eski bir Dominik kilisesinin yerine 1776-1882 yılları arasında inşa edilen katedral, Braşov'daki barok tarzı en iyi gösteren yapı olarak kabul ediliyormuş. 

Daha sonra da kaldığım hostelin arka caddesinde bulunan Fransiskan Manastırını gezdim. 

Franciscan Monastery (Manastirea Franciscanilor) 

Sfintu Ioan Caddesinde bulunmaktadır. Manastır, Lutheryanlar tarafından 1725 yılında yangınla tahrip olmuş eski bir binanın kalıntıları üzerine inşa edilmiş. Daha sonra burası Fransiskan keşişlerine verilmiş. Manastırda 1729 yapımı bir org varmış.



Burayı gezdikten sonra meydanda bulunan başka bir tarihi katedrali gezdim. Oldukça şatafatlı bir şekilde dizayn edilmişti.

Romanian Orthodox Cathedral (Catedrala Ortodoxa Adormirea Maicii Domnului) 

Sfatului Meydanında bulunmaktadır. Belediye Meydanı'nın doğusunda, Eski Belediye Binasının karşısında bulunan Romanya Ortodoks Katedrali, 1896'da göze çarpan bir Bizans tarzında inşa edilmiş. Katedralin içinde etkileyici freskler ve dekorasyonlar bulunmaktadır.


Cumartesi günleri gelinler ve damatlar burada evlenmek için dışarıda sıralanırlarmış. Kötü şans getirdiğine inandıkları için birbirlerini görmekten kaçınırlarmış.


Biserica Ortodoxa Romano Sfanta Treime 

1787 yılında inşa edilen kiliseye bir avludan ulaşıyorsunuz. Vaktim olmadığından sadece dışarıdan bakmakla yetindim.


Gördüğünüz gibi katedral ve kilise gezmelere doyamadım ve karşıma çıkanların hepsine girip gezdim. Bu arada karşıma çıkan turistik eşya satan dükkanlara da bakıp klasik alışverişim olan bir magneti 5 Lei, küçük bir kupayı da 10 Lei ödeyerek aldım. Trafiğe kapalı ana cadde üzerinde bulunan Luca adlı bir marketten 3,50 Lei ödeyerek ton balığı aldım. Hostele dönerek ton balığıyla karıştırdığım mısır gevreğini öğle yemeği olarak yedim. Bu tarz karışımı tesadüfen Balkanlar gezim sırasında keşfetmiştim. Hem lezzetli buluyorum, hem çok pratik ve besleyici, hem de çok uyguna maloluyor daha ne olsun. 


Yemeğimi de yediğime göre artık buradan ayrılma vakti gelmişti. Zaten hostelin check-out saati nedeniyle odayı da boşaltmam gerekiyordu. Saat 13.00 civarında çantamı sırtlanarak yola koyuldum. İkili otobüs biletine 4 Lei ödeyerek numarasını bildiğim tren istasyonuna giden otobüse bindim. Sonraki gezi durağım Sinaia olacaktı ve buraya ilk gidecek tren için biletimi 8 Lei ödeyerek aldım. Böylece bu şehir maceram da burada tamamlanmış oldu.

Şehirle ilgili kısa bir yorum da yapayım. Ben bu ülkenin meydanlarını çok sevdim ama en çok hangisini derseniz Braşov'daki Sfatului Meydanı derim kesinlikle. O ne güzel meydandır öyle, renkli, canlı, cıvıl cıvıl bir meydan. Buraları gördükçe o kadar imreniyorum ki, meydanlar ve parklar Romanya'da benim en çok beğendiğim yerler oldu. Şehir zaten çok pitoresk bir manzaraya sahip ve tarihlerini böyle koruyarak da benim gözümün taa içine girdiler! Buralara henüz gelmediyseniz hiç vakit kaybetmeyin ve hemen gelin gezin derim. Ne olur ne olmaz yanar, yıkılır, bozulur belki! 

Vaktim yeterli gelmediğinden gezemediğim yerleri de gitmeyi düşünenler için her zaman olduğu gibi buraya eklemek istiyorum. 

Aziz Nicholas Ortodoks Kilisesi (Biserica Sfantul Nicolae) 

Şehrin dini mekanları arasında, Schei mahallesinde Unirii Meydanında bulunan St. Nicholas Katedrali’nden bahsetmememiz mümkün değil. Ormanlık tepelerin bulunduğu alanda bulunan dikenli Gotik kulelerin arasında St Nicholas Kilisesi, Braşov'un en muhteşem manzaralarından birisidir. Aziz Nicholas Kilisesi, Schei Bölgesi'ne hakim bir yapıda olan bir Romen Ortodoks kilisesidir. İlk olarak 1392 yılında ahşaptan yapılmış, 1399'da Papa Boniface IX tarafından yayınlanan Papalık bildirgesinde buradan bahsedilmiş. Wallachia Voyvodası (Prens) Vlad Călugărul'un yardımıyla yerel halk tarafından 1495 yılında başlayarak kilise Gotik taş bir yapı ile yeniden inşa edilmiş. Neagoe Basarab tarafından 1512 civarında daha fazla yardım sağlanmış.


Daha sonra Bizans tarzında süslenmiş. 18. Yüzyıldaki büyük ölçekli rekonstrüksiyon Rus İmparatoriçesi Elizabeth’in önderliğinde gerçekleşmiş ve kilise oldukça genişletilmiş. Kilise gerçek bir mimari şaheser olarak gösterilmektedir. Bizans, barok ve gotik stillerin bir karışımı ile mimari tarzı özetlenen kilisenin ince bir kulesi ve dört köşe kulesi vardır. 

İç mekan, ünlü duvar sanatçısı Mișu Popp tarafından yapılan fresklere sahiptir. Kilisenin duvarları sanatsal resimlerle dekore edilmiş. İç kısmında antik mücevherler ve dini eserler bulunmaktadır. Ayrıca katedralde iyi şekilde korunmuş birkaç eski fresk de vardır. İç bölümde Romanya’nın son kralı ve kraliçesinin duvar resimleri de varmış. Bunları komünist liderlerden korumak için alçıyla kapatmışlar ve 2004’de tekrar ortaya çıkarılmış. 

Diğer Ortaçağ kiliseleri gibi, bir zamanlar büyük ahşap kapılı koruyucu duvarlarla çevriliymiş. Burada Romanya'nın önde gelen birçok insanının gömülü olduğu eski bir mezarlık da bulunmaktadır. Eski mezarlıkta, Maliye Bakanı, Dışişleri Bakanı ve Milletler Cemiyeti Başkanı Nicolae Titulescu'nun mezarı bulunuyormuş (1882-1941). Mezarının yakınındaki anıtta, “Transilvanya'ya gömülmek istiyorum. Arkadaşlarımın isteğime göre bir yer bulacağını biliyorum.” yazılıymış. 

First Romanian School Museum (Prima Scoala Romaneasca) 

Braşov'un tarihi bölgesi Șchei'de bulunan okul 1583’te kurulmuş. Braşov’daki en eski kilise olan St. Nicholas'ın bitişiğindeki arazide bulunuyormuş. Macaristan Krallığı'nın bir parçası olan bu bina 1495'de inşa edilmiş, ancak araştırmacı Vasile Oltean'a göre, okul 15. yüzyıldan önce çalışmaya başlamış. İlk Romence dil kursları 1583'te başlatılmış. Okul 1597'de yeniden inşa edilmiş.


Bu okul, Romen dilinin öğretimde kullanıldığı günümüz Romanya topraklarında bulunan ilk okul olmuş. Kurulduğu zamana kadar Romenler eğitimde Kilise Slav dilini kullanmışlar. Bu okul yüzyıllar boyunca Romen halkının önde gelen öğrenme merkezlerinden birisi olmuş. Hatta o zamanlarda Transilvanya'daki tek okul buymuş. Transilvanya'nın bu bölgesindeki tek Romen okulu olduğundan insanlar çok uzak ve farklı yerlerden gelmişler. 

Her köy, sadece bir öğrencinin burada eğitim görmesi için para ödüyormuş. Böylece öğrenimini tamamlayanlar bu bilgiyi geri döndüklerinde köylülerin geri kalanıyla paylaşıyorlarmış. Bu nedenle de öğrenci profili oldukça çeşitliymiş. İlk açıldığı zamanlar en fazla 110 olan öğrenci sayısı zamanla 1700’lü sayılara kadar ulaşmış. Bu okul, şimdi bir müze olan Kütüphane ve Aziz Nicholas Kilisesi Arşivi haline getirilmiş. 

1556'da açılan matbaa sayesinde, Romence dilinde yazılmış ilk kitaplardan bazıları burada basılmış. Müze, çok önemli bir mirasa da ev sahipliği yapıyor. 4.000'den fazla nadir kitap (çoğu burada basılmış veya elle kopyalanmış), yüzlerce nadir belge, en eski İncil (keçi derisine basılmış) ve çok daha fazlasını burada görmek mümkün. Sadece bir kitabın bitirilmesi 20 işçi ve sekiz tercümanın zamanını almış. Muzeul Prima Carte Românească, Romence dilinde basılmış ilk kitabı sergileyen bir müze olmuş. Pazartesileri kapalı olan müze 10.00-17.00 arası açıkmış. 

Poiana Brasov 

Şehirde aynı zamanda kış turizmi için de imkanlar bulunmaktadır. Romanya’nın en lüks kayak merkezi ve Braşov’a sadece 12 kilometre uzaklıkta olan Poiana Brasov, Romanya ve birçok Avrupa ülkesinden gelen ziyaretçiler arasında oldukça popüler ve turistik bir yerdir. 

2010'daki modernizasyondan sonra kayak alanı 50 hektardan 80 hektara genişlemiş ve yamaç uzunluğu 13.8 km'den 23.9 km'ye yükselmiş. 2013 yılında Avrupa Gençlik Kış Olimpiyatlarına ev sahipliği yapmış. 

Bu kayak merkezi deniz seviyesinden yaklaşık 1.020 metre yükseklikte olup karayoluyla da kolayca ulaşılabilir. Brașov Transit (RAT Brașov) tarafından işletilen, Brașov ile Poiana Brașov (hat 20 ve 100) arasındaki 12 km'lik rotaya hizmet eden düzenli otobüs seferleri vardır. Tesiste ayrıca Cristianu Mare veya Postăvaru zirvelerine çıkan teleferik bulunmaktadır. 

Brașov’da çok güzel parklar da varmış. Bunlardan birisi Heroes Park olup oldukça ilginç bir parkmış. Bu Parkda, yerel halk için önemli bir ulusal sembol olan 1987 ayaklanmasına adanmış bir anıt bulunuyormuş. Park, özellikle yaz aylarında muhteşem çiçek düzenlemeleri, peyzaj taş süsleri ve bankları gölgeleyen büyük ağaçlar ile çok güzel oluyormuş. 

Aziz George kilisesi- Saint George's church

Romence Biserica Sfântul Gheorghe, Macarca Szent György-templom) Brașov'da bir kilisedir. Aslen bir konut binasıymış ve 1934'te Ortodoks kilisesi olarak kullanılmaya başlanmış. 1980'lerde bugünkü görünümünü kazanmış. 

Saint Bartholomew Church (Biserica Sfantul Bartolomeu) 

Lunga Caddesinde bulunmaktadır. Braşov'daki en eski mimari anıt olarak kabul edilen bu kilise, 1223 yılında, erken gotik unsurlarla harmanlanmış Roma mimari tarzında inşa edilmiş. İçeride, kulenin güney tarafındaki eski bir güneş saati ve ayrıca orijinal fresklerin olağanüstü iyi korunmuş parçaları mutlaka görülmelidir. 

Saint Martin Church (Biserica Sfantul Martin) 

Dealul de Jos Caddesinde bulunmaktadır. Diğer kiliseler kadar zengin bir şekilde dekore edilmiş olmayan Saint Martin Kilisesi, 15. yüzyıldan kalma orijinal şeklini korumuştur. 

Kentin sayısız turistik mekanı arasında, paha biçilmez sanat eserleri ve tarihi eserler içeren çok sayıda müze ve sanat galerisinden kesinlikle bahsetmeliyiz.

Sanat Müzesi-Art Museum (Muzeul de Arta) 

Eroilor Bulvarında bulunan müze Salı-Pazar günleri 10.00-18.00 saatlerinde açık olup giriş ücretlidir. Müzenin zemin ve birinci katları, 18. yüzyıl anonim Transilvanya ressamlarından başlayarak, 20. yüzyıl sanatçısı Theodor Pallady, Nicolae Grigorescu, Stefan Luchian ve Horia Bernea'nın da dahil olduğu çoğunlukla Romen resimlerinden oluşan bir galeriye sahipmiş. Ayrıca, en etkili Romen sanatçılarından birisi olan Braşov doğumlu Janos Mattis-Teutsch (1884-1960)'ın eserleri ve Corneliu Medrea, Ion Jalea, Frederic Storck ve Dimitrie Paciurea'nın heykelleri de sergileniyormuş. Özellikle Gheorghe Vânătoru’nun heyecan verici portreleri ve Theodor Pallady'nin görkemli modernizmini temsil eden eserlerinin görülmesi önerilmektedir. Koleksiyonun görkemli 19. yüzyıl manzaralarından bazıları merdiven boşluğunda maalesef gözlerden uzak kalmış. 

20. yüzyılın başlarında Paris'i resmetmesiyle ünlü Fransız fotoğrafçı Brassai, 1899'da Braşov'da doğmuş. Fransa'ya taşındıktan sonra "Braşov'dan" anlamına gelen "Brassai" adlı sanatsal takma adını almış. 

Müzenin bodrum katında güzel Avrupa kristal ve porselenlerinin yanı sıra Çin, Tibet ve İran'dan geniş bir oryantal vazo ve heykelcik koleksiyonu da bulunmaktaymış. 

Etnoğrafya Müzesi-Ethnographic Museum (Muzeul de Etnografie) 

Kenevir ve keçi kıllarının Transylvania'nın geleneksel kırmızı ve beyaz köy giyimine nasıl dönüştürüldüğünü merak ediyorsanız, Sanat Müzesi'ne bitişik Eroilor Bulvarında bulunan bu müzeye gidebilirsiniz. Müze Salı-Pazar günleri 10.00-18.00 arası açık ve giriş ücretlidir. 

Etnografya Müzesinde, 16. yüzyılda Braşov'da yapılmış gümüş takılar, kürk ve koyun derisi kıyafetler ve diğer halk kostümleri sergilenmekteymiş. Özellikle müzede bulunan siyah beyaz fotoğraflar bu kıyafetlerin tüm orijinalliğini göstermekteymiş. Müzede ayrıca eski bir çıkrıktan mekanik bir dokuma tezgahına kadar olan dokuma evrimi gösterilmekteymiş. Tezgahlardaki kıyafetler ve diğer sergilere ilave olarak halk dansları videolarının gösterildiği ekranlarla yerel halk gelenekleri tanıtılmaktaymış. Müzeyle ilgili audio guide sadece Romen dilinde varmış, ancak çeşitli dillerde broşürler de bulunmaktaymış. Müzenin hediyelik eşya dükkanında halk sanatları ve el sanatlarına dair ürünler satışa sunulmuş. Değişmediyse, seramik yumurta kapları (3 lei) oyulmuş kaşıklar ve boyanmış ikonalar (50 ila 200 lei ve üstü) bir fiyata alınabiliyormuş. 

Weavers' Bastion Museum (Muzeul Fortificatiilor din Tara Barsei / Bastionul Tesatorilor) 

Salı-Pazar günleri 10.00-17.30 arası açık olan müzeye giriş ücretli. Kulenin içine yerleştirilmiş olan bu küçük müze, Ortaçağ belgelerini, uzun süredir yok olan burçların fotoğraflarını, zırhları, Arapça yazıtlarla süslenmiş etkileyici Türk silahlarını, yerel zanaatkarların kullandığı araçları, lonca bayraklarını, 16. yüzyıldan kalma bir sokak lambasını, bir su kemerinden parçaları, nadir kitapları ve çok daha fazlasını sergiliyormuş. En etkileyici olanı, 1896'da Budapeşte'deki Millennium Sergisi için yapılmış, 1600 dolaylarındaki Braşov'un küçük ölçekli modeliymiş.

Meraklısına Şehrin Tarihi 

Brașov'daki insan faaliyetlerinin ve yerleşim yerlerinin en eski izleri Neolitik çağa kadar uzanıyormuş. 19. yüzyılın son yarısından itibaren çalışan arkeologlar, Brașov'da bulunan Valea Cetății, Pietrele lui Solomon, Tâmpa, Șprenghi, Dealul Melcilor ve Noua alanlarında sürekli insan yerleşimlerinin izlerini keşfetmişler. İlk 3 lokasyon Dacian kalelerinin izlerini gösteriyormuş. Șprenghi Hill’de Roma tarzı yapılar bulunmaktaymış. Son iki yer ise Bronz Çağ kültürlerini gösteriyormuş. 

Transilvanya Saksonları olarak bilinen Alman sömürgecileri, Brașov'un gelişiminde belirleyici bir rol oynamış. Bu Almanlar, 1141-1300 yılları arasında farklı aşamalarda kasabalar geliştirmek, madenler inşa etmek ve Transilvanya topraklarını işlemek üzere Macar kralları tarafından bu bölgeye getirilmiş. Transilvanya Saksonlarının yaşadığı yedi kale, Almanca olarak Siebenbürgen olarak biliniyor. Diğer Siebenbürgen kaleleri Bistrita (Bistritz), Cluj (Klausenburg), Medias (Mediasch), Sebes (Mühlbach), Sibiu (Hermannstadt), Sighisoara (Schässburg) olarak sıralanabilir.


1211'de, Macaristan Kralı Andrew II'nin emriyle Teutonic Şövalyeleri, Burzenland'ı Macaristan Krallığı sınırını savunmak için güçlendirmeye başlamış. Teutonic Şövalyeleri, Brașov köyünde, tacın şehri anlamına gelen Almanca Kronstadt, Latince Corona'yı inşa etmişler. Hatta şehrin arması meşe kökleri ve dallarının üzerine yapılan bir taç olarak belirlenerek şehrin zenginlik ve gücü gösterilmiş. 

Haçlılar 1225'te savuşturulmasına rağmen, getirdikleri sömürgeciler burada kalmışlar ve yerel nüfusla birlikte, Brașov bölgesinde üç ayrı yerleşim bölgesinde yaşamaya başlamışlar. Siyah Kilise etrafında Corona’yı, Cetățuia Tepesinin batısında Martinsberg’i ve Sprenghi Tepesinin doğusunda Bartholomä’yı kurmuşlar.


Brașov'da yaşayan Almanlar çoğunlukla ticaret ve el sanatlarıyla uğraşmış. Şehir, Osmanlı İmparatorluğu ile Batı Avrupa'yı birbirine bağlayan ticaret yollarının kesişme noktasında bulunuyormuş. Bu konumu nedeniyle, bazı vergi muafiyetleri ile birlikte, Sakson tüccarlar büyük zenginlikler elde etmişler ve bu bölgede güçlü bir siyasi etkiye sahip olmuşlar. Bu güç ve zenginlik şehrin mimarisine büyük katkı sağlamış. Şehrin güvenliğini sağlamak için etrafına tahkimatlar yapılmış ve nüfus artışıyla birlikte sürekli genişletilmiş. Orta Çağ geleneklerine göre, diğer Siebenbürgen kalelerinde gördüğüm gibi burada da farklı zanaat loncaları tarafından yaptırılan ve korunan birçok savunma kulesi varmış. 

1689'da çıkan büyük bir yangın kale şehrinin neredeyse tamamını yoketmiş ve bunların yeniden inşası birkaç on yıl sürmüş. Bu yıllarda surlarla çevrili kentte ve kuzey banliyölerinde yaşayan Alman (Sakson) nüfusunun yanı sıra, Braşov önemli bir Romen ve Bulgar nüfusuna ve ayrıca biraz da Macar nüfusuna sahipmiş.Bu dönemde Șchei'de bulunan Romen kilisesi ve okulu kültürel ve dini açıdan oldukça önemliymiş. Bu önemi Moldavya ve Wallachia'nın otuzdan fazla yöneticisinden ve Rus İmparatoriçesi Elizabeth (Yelizaveta)’dan alınan cömert bağışlar gösteriyormuş.


Romenler kendi topraklarında adeta yabancı durumundaymışlar. Çünkü Romenler belirlenen günlerin dışında Almanların yaşadığı kale bölgesine giremiyorlarmış. Kale içinde ev ve toprak sahibi olmaları yasakmış. Ürünlerini burada satabilmek için girebilecekleri tek şehir giriş kapısı olan Șchei Kapısında vergi ödemek zorundalarmış. Bu nedenlerle de Almanların dışındaki hemen herkes bu kapıya yakın olan Șchei bölgesinde yaşıyormuş. 17 ve 19. yüzyıllarda Șchei’deki Romenler, yerel Yunan tüccar topluluğunun ve diğer illerdeki Romenlerin de desteğini alarak ulusal, politik ve kültürel hakları için bir kampanya başlatmışlar. 1838’de ilk Romanya gazetesi olan Transilvanya Gazetesini (Gazeta Transilvaniei) ve bugün ismi Andrei Saguna olan Romanya’nın ilk yükseköğrenim enstitüsü olan Yunan-Ortodoks Merkez Okullarını (Școlile Centrale Greco-Ortodoxe) kurmuşlar. 

Kutsal Roma İmparatoru ve Transilvanya hakimi II. Joseph, 18. yüzyılın son on yıllarında Romenlere kısa bir süre için vatandaşlık hakkı vermiş. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Romen Ordusu kısa bir süre Brașov'u işgal etmiş. Bu sürede belediye başkanı olarak Gheorghe Baiulescu seçilmiş. 1918'de, Alba Iulia Birliğinin (Transilvanya'lı Romen Milletvekilleri tarafından kabul edilen) ilan edilmesinden sonra, Romanya'nın bir parçası olunmasını destekleyen Transilvanya'daki Sakson Milletvekilleri bunu oylamış ve yeni Romanya devletine bağlılıklarını ilan etmişler.  

İki savaş arasındaki dönem, genel olarak Brașov'daki Saksonlar da dahil olmak üzere ekonomik ve kültürel yaşamın gelişimini sağlayan bir dönem olmuş. Ancak, II. Dünya Savaşı'nın sonunda birçok etnik Alman, Sovyetler Birliği'ne zorla sürülmüş ve Romanya komünist bir ülke olduktan sonra da birçoğu Batı Almanya'ya göç etmek zorunda kalmış. 

Brașov'daki ilk Yahudi cemaati ise 1828'de kurulmuş ve 1868'de Neolog birliğine katılmışlar. 1877'de Ortodoks Yahudileri bir örgüt kurmuş ve 800 sandalyeli Neolog sinagogu 1899-1905'te inşa edilmiş. 1940'ta ortak olarak yönettikleri bir okul açmışlar. Siyonist örgütler 1920'de ortaya çıkmış. 1930'da, Yahudilerin toplamı nüfusun % 4'ünü oluşturuyormuş. 1940 sonbaharında, Ulusal Lejyon Devleti sırasında, Demir Muhafızlar, bütün Yahudi kurumlarını millileştirmiş ve Yahudilerin sahip olduğu dükkanların çoğuna el koymuş. 1941'de, Güney Transilvanya'daki çalıştırma kamplarına getirilen Yahudiler Brașov'da yoğunlaşmış. 1942'de 18 ila 50 yaş arasındaki 850 Yahudi Brașov'da çalışma kamplarına alınmış. 1944'teki Kral Michael Darbesi ile Yahudilerin çoğu özgürlüğünü elde etmeyi başardıktan sonra çalışma kampları 250-300'e düşürülmüş. 

Komünist dönemde, şehirdeki endüstriyel gelişme büyük ölçüde hızlanmış. Ülke Nicolae Ceaușescu (Çavuşesku)'nun yönetimindeyken şehir, hükümete karşı ilk tepkilerden birinin gerçekleştirildiği yer olmuş. 1987 yılında yüzlerce mağdur işçi, temel ihtiyaçlarını talep etmek için sokaklara çıkmış ve grev yapmışlar. Çavuşesku’nun askerleri ve halk arasındaki çatışmalarda can kayıpları olmuş. Bu grev, yetkililer tarafından bastırılmış ve çok sayıda işçi hapse atılmış. Ancak bu grev, daha sonra ülkenin tarihini değiştirecek olaylar silsilesini ateşlediğinden büyük önem taşıyormuş. 

0 yorum:

Yorum Gönder