15 Mayıs 2019 Çarşamba

On 01:34:00 by Gülten İşcimen in    No comments
KARPATLARIN İNCİSİ "SİNAİA"


Romanya'nın ilk kralı olan I. Carol da işini iyi biliyormuş! Dünyanın en güzel yerini bulmuş ve yine bence Dünyanın en güzel şatolarından birisini yaptırmış.




Şehri tanıyalım


Şimdi gözlerinizi kapatın ve bir bahar gününde, mükemmel bir dağ ortamında yeşilin tüm doğal tonlarının bir araya geldiği eşsiz bir yer hayal edin. Akciğerlerinizi dolduran tertemiz havanın ve etrafınızdaki yaprak dökmeyen ağaçların sadece sizin için var olduğunu hissedin. İşte bunlar “Karpatların İncisi” olarak da adlandırılan muhteşem Sinaia şehrini sadece bir yönüyle tanımlayacak basit cümlelerdir.




Sinaia (Romence telaffuzu “siˈnaja”) Romanya’nın, Prahova eyaletinde küçük bir şehirdir. Romanya’nın doğu-orta bölgesindeki Sinaia, Transilvanya Alpleri'nin (Güney Karpatlar) Bucegi Sıradağlarındaki Furnica Dağı'nın eteğinde, Prahova Nehri Vadisinde bulunmaktadır. 



Sinaia şehri başkent Bükreş’in kuzeybatısında ve yaklaşık 105 km (65 mil) uzaklıktadır. Sinaia, Ploiești'nin yaklaşık 65 kilometre (40 mil) kuzeybatısında ve Brașov'un 48 kilometre (30 mil) güneyinde, Bucegi Dağları'nın hemen doğusunda, Prahova Nehri vadisindeki dağlık bir alanda yer almaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 767 ile 860 metre (2,516 ile 2,822 fit) arasında değişmektedir.




Nüfusun yaklaşık 15.000 civarında olduğu Sinaia'da dağ ve sağlık tesisleri oldukça popülerdir. Kış turizminde Avrupa’da öncü şehirlerden birisi haline gelmiştir. Şehir, özellikle kayak yapmak, yürüyüş yapmak ve kış sporları yapmak için popüler bir destinasyondur. Bu Şehir, Braşov'da bulunan Dünyaca ünlü kayak merkezi Poiana Braşov'un başlangıç noktasıdır. Bu nedenle Şehirde birçok otel, dinlenme evleri, kamp alanları ve spor tesisleri bulunmaktadır. 



Tanınmış bir kayak merkezi olan Sinaia ve çevresindeki Busteni, Azuga ve Predeal kentleri, ziyaretçilerine kayak ve yürüyüş parkurlarından vahşi yaşam manzaralarına kadar birçok aktivitenin yapılmasına olanak sağlayan bir tatil sunmaktadır.




Köknar ağaçlarıyla kaplı bir vadide yer alan Sinaia, yaz aylarında yürüyüş yapanlar ve kışın da kayakçılarla doludur. Bucegi Dağları'nın görkemli sınırlarına yaslanan ağaçların arasında günün yürüyüşünü yapabilirsiniz veya yürüyüşçüler için açık olan kampçı ağlarına katılarak burada daha uzun süre kalabilirsiniz.



Sinaia Manastırı etrafında temeli atılan ve büyüyen bu inançlı şehir, uzun yokuşları ile ziyaretçilerine kış aylarında da çocuklar gibi eğlenme fırsatı tanır. İlk bahar ve yaz aylarında giderseniz şehir, kuşlar ve çiçeklerin arasında gezebileceğiniz masalsı bir sahneyle karşınıza çıkar.



Muhteşem bir doğası olan şehrin elbette bunu koruyacak önlemleri de alması normal. Sinaia kentinde ve çevresinde, bitki örtüsünün yok edilmesi veya toplanmasıyla ilgili kısıtlamalar bulunuyor. Ağaçların kesilmesi ve dağlardaki herhangi bir bitkinin toplanması yasak. Özellikle şu bitkileri alanlar için ağır cezalar uygulanıyor: Dağ Şakayığı (Rhododendron Kotsky), Alplere özgü beyaz bir çiçek olan Edelvays (Leontopodium alpinum) ve Sarı Gentiana (Gentiana lutea). Turistik kamplar, gerekli ve zorunlu koruma önlemleri alınarak ve standartlara uyularak sadece kamplar için belirlenen yerlerde kurulabiliyormuş.

Sinaia'nın bulunduğu dağlık bölge Bucegi Tabiat Parkı bölgesidir. Park toplam 326.63 kilometrekare (126.11 sq mi) büyüklüğünde bir alanı kaplamaktadır ve bunun 58.05 kilometrekaresi (22.41 sq mi) sıkı koruma altında olup doğal anıtlara da ev sahipliği yapmaktadır. Bucegi Doğal Koruma Alanı, Vârful cu Dor, Furnica ve Piatra Arsă dağlarının en sarp bölgelerini kapsıyormuş. Dağlık alan sürekli olarak dağ kurtarma devriyeleri ve ayrıca Dağ Polisi tarafından gezilerek kontrol ediliyormuş.


Cumpătu bölgesinin girişinde, Romanya Akademisi ve Bükreş Biyoloji Enstitüsü'nün koruması altındaki “Sinaia kızılağaç-ağaç korusu” botanik alanı bulunmaktaymış. Aynı bölgede, aynı zamanda Bucegi Dağları Faunası Müzesini de içeren Bükreş Üniversitesi'ne ait UNESCO’dan Jacques-Yves Cousteau’nun himayesinde başka bir ekolojik araştırma istasyonu bulunmaktaymış.

Şehrin ana geçim kaynağı dağ, doğa, kültür ve sağlık turizmi olmakla birlikte bunun yanında metalurji işleri, yapı malzemeleri ve işlenmiş gıdalar üreten fabrikalar da bulunmaktaymış.

Sinaia’nın doğal güzelliklerinin yanında burayı turistik olarak eşsiz yapan birkaç şato ve kale de burada bulunmaktadır. Şehirde görülmesi gereken yerler arasında başta Peleș Kalesi, Pelișor Kalesi, Sinaia Manastırı, Sinaia Casino, Sinaia Kraliyet Tren İstasyonu, Doja Sokağındaki Nicolae Iorga'nın Evi, Romen sanat eserlerinin hayranı ve büyük koleksiyoncusu Anastasie Simu'nun Evi bulunmaktadır. Ayrıca, burası Cumpatu mahallesindeki Luminiş Villasında kalan Romen besteci George Enescu'nun yazlık ikametgahının bulunduğu şehirmiş ve bu ev de görülebiliyormuş.


Kasabanın kendisi bile, doğayla uyumlu, 19. yüzyıldan kalma binalarla ve pastel boyası renklerinde ahşap evlerle muhteşem bir görüntü sunmakta. Sinaia, turistlere ve ziyaretçilerine iyi bir tatil sunmak için son derece profesyonel şekilde tasarlanmış. Çok sayıda otel, büyük villalar, geleneksel evler, iki kumarhane, hidroterapi banyoları, faytonlar, binicilik merkezleri, restoranlar, birahaneler, fırınlar, dükkanlar ve yürüyüş için güzel parklar turizme yönelik olarak düşünülmüş.


Belediye Başkanlığı bahçesindeki bir binada bulunan Turist Bilgilendirme ve Tanıtım Merkezinde, turistik faaliyetler hakkında eksiksiz bilgi sunulmaktaymış. “Salvamont” Dağ Kurtarma Merkezi de buradaymış.

Ulaşım

Sinaia idari olarak Wallachia'nın bir parçası ancak buraya en kolay Transilvanya'dan ulaşılabiliyor. Sinaia, Bükreş'ten Braşov'a giderken çok kolay ulaşılır bir durak niteliğindedir ya da benim yaptığım gibi Braşov'dan da buraya bir gezi yapılabilir.

Bükreş’ten buraya gelen bir CFR treni yaklaşık 1,5 saatte Sinaia’ya ulaşmaktaymış. Braşov ise trenle 1 saatlik mesafede yer almaktadır. Tek yön biletler başlangıç noktanıza bağlı olarak 4 ile 10 Dolar arasında değişmekteymiş. Braşov’dan bindiğim trene 7,80 Lei ödedim sanki biraz daha ucuz gibi geldi bana.

Sinaia, Braşov'a 48 km ve Bükreş'e 105 km uzaklıktadır. Bükreş-Sinaia arası araba ile de yaklaşık 2 saat sürmekteymiş.  E60 veya DN1 yolu üzerinden arabayla ulaşılabiliyormuş. 

Sinaia'ya Braşov veya Bükreş'e doğru giderken günübirlik uğrayacaksanız, Tren İstasyonundan sadece birkaç adım ötedeki Hotel Caraiman’a, valizinizi 10 Lei (2,50 Dolar) ödeyerek bırakabiliyormuşsunuz. Ya da yine Tren İstasyonundan biraz ilerideki başka bir otele, Rina Hotele küçük bir ücret karşılığında bagajınızı emanet olarak verebiliyormuşsunuz.

Şehrin her yerini yürüyerek gezmek mümkün. Ancak manastır ve kaleleri görmek için sürekli yokuş yukarı çıkılması gerektiğini hatırlatmam gerekiyor. Bu da bir hayli yorucu olabiliyor ve benim gibi enerjik değilseniz gezmek için mecaliniz kalmayabilir. Trenden indikten sonra şehir merkezine gitmek isterseniz garın tam karşısındaki merdivenleri çıkabilirsiniz.


Yürümek istemeyenleri de düşünmüşler. Bunun için turistleri merkezden yukarıya yani manastır ve kalelere kadar götürüp getiren büyük otobüsler varmış. Bu otobüsler aynı zamanda turistleri şehrin diğer turistik noktalarına da götürüyorlarmış. Alternatif olarak bütün turistik şehirlerde olduğu gibi bir de turist trenleri var. Bulunduğum süre zarfında turist otobüslerini hiç görmedim ama turist trenlerine denk geldim.


Gezelim Görelim

Şimdi Sinaia Şehrini biraz tanıdığımıza göre artık adım adım gezmemizin zamanı geldi.


4 Mayıs 2018

En güzel seyahatlerimden birisi olan Transilvanya gezimin Braşov’dan sonraki durağı Sinaia Şehri olacaktı. Braşov'da bindiğim tren için 8 Lei ödedim. Aslında biletin üzerinde gözüken rakam 7.80 Lei'di. Turisti kazıklama olayı hiç şüphesiz Romanya'da fazlasıyla var. Benim karşılaştıklarım yine de çok ufak tefek şeylerdi. Kazıklama olayının vehametini göstermek için bir arkadaşımın anlattıklarını aktarmak isterim. Bükreş'te bir taksiyle 100 Euro'ya anlaşarak Peleş ve Bran Kalesi gibi birkaç yeri gezmek istemişler. Gün sonunda gezi tamamlanıp Bükreş'e geri döndüklerinde şoför bu kişilerden 250 Euro istemiş. Anlaştıkları fiyatın 100 Euro olduğunu söylemelerine karşın adam inatla 250 Euro talep etmiş. Yabancı olduklarından ve polise de dertlerini anlatamayacaklarından çaresiz parayı vermişler.

Sinaia'ya sanırım saat 4-5 sularında ulaştım. Zaten daha trenle gelirken pencereden gördüğüm manzara beni büyülemeye başlamıştı. Şehri kelimelerle tarif edemiyorum o kadar güzel ki! Merkeze gitmek için Tren İstasyonunun tam karşısındaki merdivenlerden çıkmak gerekiyormuş. Zaten merdivenlerin yanına da yön tabelaları konulmuş. Ancak ben eşyalarımı bırakmak için önce rezervasyon yaptırdığım Casa Petre isimli pansiyona dönüştürülmüş yerel eve gitmek zorundaydım.

Özellikle kamyonların vızır vızır geçtiği cadde boyunca yürümeye başladım. Elimdeki adres tarifine göre doğru yoldaydım ama bir türlü döneceğim sokağı bulamıyordum. Yürümekte olan bir kadını durdurup adresi ona sordum. Romenlerin büyük kısmı çok iyi niyetli insanlar ya da bunlar bana denk geldi. İngilizcesi de çok iyi değildi ama yardımcı olabilmek için bayağı uğraştı. Sonunda pes ettim ve biraz daha yürüdüm. Tam o sırada aradığım sokağı buldum. Ev pansiyon aslında çok güzel bir cadde üzerindeydi ve biraz ara bir yerdeydi. Dükkanlara sorunca hemen gösterdiler ama bu seferde bahçesine girdiğim 2 ayrı binadan oluşan pansiyonda kimseyi bulamadım. Binaya girip açık olan odalara ve mutfağa baktım. Binanın birisinde üst katın önünde ayakkabılar vardı ve sanırım pansiyon sahipleri burada yaşıyorlardı. Kapıdan seslenmeye başladım ve bunun üzerine şekerleme yaparken uyandırdığım yaşlıca bir adam kapıya geldi.



Hemen beni odama götürdü ve 1 gecelik ücret olan 85 Lei'yi aldı. Biraz pahalı olmakla birlikte bu pansiyondan ziyadesiyle memnun kaldım. Odada çift kişilik bir yatak ve banyo vardı. Yatağın üzerine havlularla birlikte kalın bir battaniye de koymuşlardı. Gece burası çok soğuk olduğundan bu battaniyenin varlığı sıcak seven biri olarak beni fazlasıyla memnun etti.

Eşyalarımı bırakıp hazırladığım çayı da içtikten sonra çevreyi keşfetmeye çıktım. Cadde boyunca yürümeye başladım ama binaların mimarisi o kadar etkileyiciydi ki dönüp dönüp bakmaktan kendimi alamadım. Hepsi de sanki bir masaldan fırlamışa benziyordu.






Bunlar bir de sıradan insanların yaşadığı yerler, her zaman tatildesin ne güzel! 





Önce kaldığım pansiyonun hemen ilerisinde bulunan tarihi bir kiliseye gittim ve açık olan kapısından içeri girdim.



St. Elias Church

Bu kilise doğal taştan yapılmış heybetli bir kilisedir. Peleş Kalesi ile aynı tarihlerde inşa edilmiş. Sinaia Manastırından sonra kentte inşa edilen ikinci kilise olmuş.


İç kısmı oldukça geniş ve ferah olan kilisede 2017 yılında Kral Michael'ın torunu olan Prens Nicolae evlenmiş. Kilisenin, bir kilise evi, yoksullar için bir kantin ve fakirler için bir şapelin inşa edildiği bir iç avlusu varmış.


Kilise gezisinden sonra cadde boyunca yürümeye başladım. İlkokul olduğunu tahmin ettiğim şu binaya bakar mısınız!


Bu yürüyüşüm çok canlı olan bir bulvara çıktı. Bulevardul Carol I, Sinaia’nın merkezi durumunda olan bir cadde. Oldukça uzun olan caddenin üzerinde bu canlılığı sağlayan süpermarket, restoran, cafe, otel,mağaza gibi yerler bulunuyor.



Bu caddede bir süre yürüdüm ve bir daha denk gelmez belki diye merkezde açık bulduğum bir hediyelik eşya dükkanından 7 Lei ödeyerek bir magnet ve 9 Lei ödeyerek küçük bir bardak aldım. Halbuki ertesi gün Şatonun yürüyüş yolunda envai çeşit eşyalar satan standları görecektim. Sonra çok güzel ve büyük bir binanın da bulunduğu bir parkın içine girdim ve burayı gezmeye başladım.


Chica Evi -Chica Villa 

1453 yılında Bucegi Dağları'ndaki ilk manastırlar yapılmaya başlanmış. Prens Mihail Cantacuzino Sina Dağı'na yaptığı geziden dönmüş ve minnettarlık olarak çok beğendiği bu bölgede “Sinaia” adı verilen bir manastır inşa etmiş.

Manastırın inşasını takiben, 1875 yılında, şehir merkezindeki ilk iki villa çoktan inşa edilmiş. Bunlar Prens Dimitrie Ghica ve bugün Sinaia kentinin müzesi olan Alina Stirbey’e ait olan villalarmış.


Sivil hastanelerin kurucusu olan Prens Dimitrie Ghica, Sinaia'daki mülklerinin küçük bir bölümünü sosyal bir fona bağışlamış ve bu şekilde şehirde önemli bir iz bırakmış. Aslında o zaman burada bir tatil köyü geliştirmeyi düşünüyormuş.

Kraliyet evi yazlık ikametgah olmaya başlar başlamaz, Sinaia siyasi yaşamın merkezi olmaya ve ayrıcalıklı bir yerleşim bölgesine dönüşmüş. Yapılan villa 1911’de çıkan yangında tamamen yanmış. Bunun yerine mimar Petre Antonescu tarafından tasarlanan bir kumarhane (gazino) inşa edilmiş.

Sinaia Kumarhanesi- Sinaia Casino

1912 ve 1913 arasında I. Carol’ın isteği üzerine inşa edilen Sinaia Casino, “Dimitrie Ghica” Park'ında bulunmaktadır. Sinaia Casino'yu  inşa ettirmiş olan kişi Monte-Carlo Casino'nun da hissedarı olan Marcay Baron adlı kişiymiş. Kısa bir süre sonra, burası dünyanın en büyük kumarhaneleri arasına girmiş ve özel trenler sefer düzenleyerek kumarbazları tesise taşımaya başlamış. 1930'lu yıllar boyunca, Sinaia'da kumar oynanması, kentin ekonomik ve sosyal kalkınmasını da sağlayan ana çekim noktası olmuş. O zamanlar, günde en az 800 kişinin Casino'yu “ziyaret ettiği” söyleniyormuş.


1947'den sonra bina, oyunların, folklorik performansların ve konserlerin düzenlendiği Casa de Cultura (Kültür Evi) olmuş. 1975'te tamamen yenilenmiş ve uluslararası toplantılar için kullanılmaya başlanmış. Günümüzde, Sinaia Casino konferanslar, sempozyumlar, kongreler düzenleyen, her türlü modern olanaklara sahip Uluslararası Konferans Merkezi'ne ev sahipliği yapmaktaymış. Sala Oglinzilor (Aynalar Odası) 500 kişilik, Salonul Oval (Oval Salon) 240 kişilik, Salonul cu Struguri (Grape Salon) en fazla 60 kişi, Sala de teatru (Tiyatro odası) 400 kişilik kapasiteye sahipmiş ve ayrıca iki protokol odası ve iki konferans odası daha varmış.


Mevsim ve aylara göre belirlenen günlerde ve tur saatlerinde içeriyi gezmek de mümkünmüş. Gittiğimde kapalıydı ve ertesi gün de burayı gezmek için hiç vaktim olmadı. Bunun yerine çok güzel bir atmosfer yaratılan parkı gezmeye başladım.


Ghica Park

Muhteşem Ghica Villasının bahçesi Prens Ghica tarafından şehir parkı olması amacıyla Sinaia’ya verilmiş.


Müzik Pavilyonu- Music Pavillion

1913 yılında inşa edilen Kumarhane’nin açılışı çok görkemli bir şekilde yapılmış ve George Enescu tarafından bu pavilyonda unutulmaz bir piyano konseri verilmiş.


Taş Bank-Stone Bench

1905 ve 1906 yıllarında ünlü mimar Ghika Budeşti üç artistik model inşa etmeyi hayal etmiş ve bunları Braşov Yolu üzerindeki önemli yerlere taştan banklar yaparak gerçekleştirmiş. Budeşti ilk yaptığında Sinaia'da farklı bir yerde bulunan bu taş bank daha sonra parka taşınmış. Bu banklar ilk yapıldığında Romen tarzında dört kenarlı, kiremit çatılı ve neredeyse 12 kişinin oturabildiği banklarmış. Benim gördüğüm bankın üstünde kiremit çatı yoktu sanırım zamanla bunlar tahrip olmuş.


Park'da çok güzel oyun bahçeleri ve kocaman bir havuz bulunuyor. Parkın peyzajı çok güzel yapılmış ve gezmeye doyum olmuyor.








Tabelaları takip ederek Manastıra doğru yürümeye başladım. Ana giriş kapısı açık olunca ilk avludan içeri girdim. 


Bu gidişimde sadece Büyük Kiliseyi ve Çan Kulesini fotoğrafladım. 


Asıl gezim ertesi gün olacağından buradan ayrıldım. Dönüş yolunda I. Dünya Savaşında ölenlerin bulunduğu askeri bir mezarlık ve anıt gördüm.



Pansiyona dönüş yolunda, merkezde bir markete girdim ve toplam 4,38 Lei ödeyerek 2 muz, 1 kutu süt, 1 kitkat aldım. Pansiyona döndüm ve dinlenerek çok huzurlu bir gece geçirdim.

5 Mayıs 2018

Sabah dinlenmiş olarak uyandım. Hemen kahvaltımı yapıp yola koyuldum. Önceki gün yürüdüğüm yoldan yine sağa sola bakınarak Manastıra doğru yürüdüm. Ancak yoldaki bir tabelada hemen iç tarafta bir müze olduğunu görünce önce buraya gitmek istedim. Meğerse burası müzeye dönüştürülen Stirbey Kalesiymiş.



Stirbey Kalesi-The Stirbey Castle

Stirbey Kalesi, prenses Alina Stirbey ve General Emanuel Florescu'nun evi olan Sinaia'nın en eski sivil binasıymış. Bugün bu ev Sinaia Şehir Müzesi'ne ev sahipliği yapıyor.


Aslında ilk sivil inşaat, Prens Dimitrie Ghica tarafından yaptırılmış, ancak bir yangından dolayı bugün artık bu yapı yok. Prenses Alina Stirbey, General Ioan Emanuel Florescu ile evliliği sırasında, saray gibi bu heybetli binayı Hollandalı mimar Josef Jacob Schieffeleers'ın planlarını uygulayarak Sinaia'daki bu alana 1875 yılında inşa ettirmiş.


Binanın romantik bir tarzı varmış ve hem Alman hem de İsviçre dağ evlerine benziyormuş. Çok büyük bir servete sahip olan ve o zamanının çeşitli kültürel ve sanatsal topluluklarına üye olan Alina Stirbey ve Emanuel Florescu birlikte çeşitli hayırsever etkinlikleri sürdürmüşler, arazilerini ve villaları bağışlamışlar. Prenses Alina Stirbey, tarihi yazıların yayınlanması için bir fon oluşturulmasını sağlamış ve Romanya Akademisi'nin en önemli bağışçılarından birisi olmuş.


Sabah saatleri olduğundan Stirbey Kalesi daha açılmamıştı. Gördüğüm kadarıyla saat 10.00-18.00 arası açıkmış. Belki bu saatler mevsime göre de değişiyordur. Etrafını dolanarak muhteşem merdivenlerini buldum. Binanın bu tarafı çok daha görkemli ve gösterişliydi. Kapalı kapılar ardından içeriyi de görmeye çalıştım ama maalesef çok da başarılı olamadım. Burada fazla vakit kaybetmeden Manastıra gitmeye karar verdim.


Bu defa ağaçların arasından farklı bir yoldan gitmeye çalıştım. Muhteşem doğayla birlikte binalar da çok güzeldi.



Akşam bomboş olan Manastır bu sefer daha dış kapıdan başlamak üzere insanlarla doluydu. Kapıda bütün dini mekanlarda olduğu gibi dilenciler vardı.


Hemen giriş kapısından ilk avluya girerek etrafı incelemeye başladım.

Sinaia Manastırı-Sinaia Monastry

Şehirde keşfedilmeye değer tarihi yerlerden birisi şehre de adını veren Sinaia Manastırıdır. Burası merkeze 10 dakikalık yürüme mesafesinde yer alıyor ve Peleş Kalesine giden yol üzerinde bulunuyor. Tren İstasyonundan veya merkezden yürüdüğünüzde kale veya manastır tabelalarını takip ederek burayı kolaylıkla bulabilirsiniz. Orman yolundan veya asfalt yoldan gidebilirsiniz ama yolun biraz yokuş olduğunu unutmayın.


Prens Mihail Cantacuzino, Mısır’ın Sina Dağı’nda bulunan Büyük Saint Catherine Manastırı‘nı ziyaret ettiğinde buradan çok etkileniyor. Ülkesine geri döndüğünde benzer bir manastır yaptırmak istiyor. Öyle bir tasarlıyor ki hem manastır gibi ibadet edilsin hem de Braşov ve Bükreş arasında müstahkem yani korunaklı bir yer olsun. Böylece Sinaia Manastırı yani “Eski Kilise”, 1695 yılında Prens Mihail Cantacuzino tarafından inşa ettiriliyor.


Kilise 12 Havari’ye atfen, yalnızca 12 rahibin yaşayabileceği küçük bir kilise olarak tasarlanmış. Ancak zamanla rahip sayısı artmış. 1735-1739 yıllarındaki Rus-Osmanlı Savaşı sırasında manastırda yaşayan rahipler değerli eşyaları kilise içerisinde çanın altına gömmüşler. Ancak Osmanlı Ordusu kiliseyi yakıp yıkmış ve bu olayın ardından manastır uzun bir süre kapalı kalmış. Romanya'nın ünlü isimlerinden Parvu Mutu tarafından kilisenin iç kısmına yapılan resimler 1795 yılında restore edilmiş. Binanın restorasyonu ise 1951-1957 yıllarında yapılmış. Manastır, 2005 itibariyle, hegümen Macarie Bogus liderliğindeki 13 Hıristiyan Ortodoks keşiş tarafından iskan edilmiş. 2006 yılında uzun sürecek bir restorasyon sürecine giren Eski Kilise 2016 yılında tekrar açılabilmiş. Günümüzde ibadete açık bir kilisedir ancak içeride fotoğraf çekilmesine izin verilmemektedir.


Kilise’ye I. Karl’ın desteğiyle su, elektrik ve doğal gaz getirilmiş. Bu özelliğiyle de Romanya’nın elektrikle aydınlatılan ilk kilisesi olmuş. Bizans mimari tarzıyla inşa edilen Manastır kompleksi az katlı binaların olduğu 2 avluya sahiptir.


Arka avludaki bu Eski Kiliseyi mutlaka ziyaret etmenizi öneririm. Ortodoks tarzı duvarları ve tavanı kısa süre önce restore edilmiş. Güzel resimler ve mozaikleriyle, parlak renkleri ve ayrıntılı hikaye sahneleriyle mutlaka dikkatinizi çekecektir.


Manastırın diğer bir yapısı olan Büyük Kilise, Eski Kilise’nin ibadete yeterli gelmemeye başlaması ve rahip sayısının 70’i bulması nedenleriyle inşa edilmiş. Bu Kilise Ioasaf ve Paisie hegümenliğinin liderliğinde 1842-1846 yıllarında yapılmış. 1846'da tamamlanan yeni kilise, kompleksin ana kapısından girdiğiniz anda bütün heybetiyle karşınıza çıkacaktır.


Manastır alanına erişim pazartesi-cumartesi günleri 10.00-16.00 arasında mümkündür. Hem Eski Manastırı hem de Büyük Kiliseyi ücretsiz gezebiliyorsunuz. Sadece içerisinde değerli eşyaların sergilendiği müze girişi için 5 Lei (1.25 $) karşılığında bir bilet almanız gerekiyor.


Romanya'da ilk dini eser sergisi olan Manastır Müzesi 1895 yılında açılmış. Müze, başta 17. yüzyıldan kalma ikona ve haçlar ile Romence'deki ilk İncil (Bükreş, 1688) olmak üzere pek çok değerli objeden oluşan bir koleksiyona ev sahipliği yapıyormuş. Müze, Pazartesi günleri hariç, nisan-ekim aylarında 10.00-16.00 arasında ve kış aylarında ise sadece 20 kişinin üzerindeki gruplar için açıkmış. Müzedeki koleksiyon benim ilgimi çekmediğinden burayı pas geçtim.


Önce çok hoş dizayn edilmiş bir aralıktan diğer avluya geçtim. Burada Eski Kilisenin hem içini hem de dışını parlak renkleriyle gördükten sonra Büyük Kilise tarafına geçtim.





Sinaia Manastırı ziyareti çok uzun zaman almıyor ancak sizi özel bir yer keşfetmiş gibi hissettiriyor. Şu binadaki haç şeklindeki pencerelere bakar mısınız, daha önce böyle yapılmış pencere hiç görmemiştim.




Burayı gezdikten sonra asfalt yolda tırmanmaya devam ettim. Çok gitmeden bir araba park alanından Şato tarafını gösteren bir tabela gördüm. Her iki tarafı ağaçlarla dolu bir yoldan yürümeye başladım.



Sabah saatleri olduğu için daha yeni gelen ve stand açanların arasından yürüyerek ilerlemeye devam ettim. Sonra işte o harikulade ve büyüleyici görüntüyü yani Peleş Kalesini sağ tarafımda izlemeye başladım. Bu da çektiğim ilk fotoğraf, muhteşem gözükmüyor mu!



Adamda yani Kral Carol'da artık nasıl bir estetik hayal gücü varsa  onu hayata geçirmiş! O kadar gezdim ama bu kadar güzelini ve ihtişamlısını hiç görmedim. Almanya'daki şato ve kaleleri görsem belki fikrim değişebilir kimbilir! Haydi o zaman bu şahane kaleyi biraz tanıyalım.



  

Peleş Kalesi-Peles Castle (Castelul Peleş) 



Peleş Kalesi, Corvin Kalesi, Bran Şatosu veya Rasnov Kalesi ile birlikte Romanya'nın en ünlü kalelerinden birisi olma özelliğini taşır. Bran, Romanya hükümdarı Vlad Tepeş ile bir şekilde bağlantılı olması nedeniyle bu kadar ünlüyken, Peleş Kalesi bir kraliyet ikametgahı olması nedeniyle öne çıkmıştır.



Romenlerin İngiliz kraliyet aileleri, Rus hanedanı ve Almanya ve Yunanistan kraliyet aileleri arasındaki kan bağları ile Romen Kraliçesinin vazgeçilmez sanat aşkı, 19. ve 20. yüzyılın başlarında kalenin çok yaygın olarak tanınmasına yol açmış.




19. yüzyılda, Romanya'nın ilk kralı I. Carol'ın belirlediği özelliklere göre inşa edilen Peleş Kalesi, Alman ve İtalyan neo-Rönesansını birleştiren hükümdarın estetik zihniyetinin bir görüntüsüdür. Peleş Kalesi, 19. yüzyıl Avrupa'sında türünün en önemli eserlerinden birisi olan eşsiz bir yapıdır. Sanki ilk yıllarındaki gibi gözüken Sinaia'daki kale, Avrupa'nın en güzel kalelerinden birisidir. Alman-yeni Rönesans mimarisinin şaheser bir örneği olan Kale politik ve kültürel açıdan zamanının en önemli ve etkileyici rezidansı olmuş. 

Kale, adını avludan geçen komşu Peleş Deresi'nden alıyormuş. Pitoresk Sinaia Şehrinde, Prahova Vadisi’nde, Bucegi Dağları'nın eteklerinde yer alan Peleş Castle, birçokları tarafından Avrupa'daki en çarpıcı kalelerden birisi olarak kabul edilmektedir.


Peleş Kalesinin görkemli odaları bazen Amerikan filmleri için dekor veya set olarak da kullanılıyormuş. Peleş Kalesi'nin masalsı özellikleri ve tarihi özgünlüğü, profesyonel fotoğraf çekimleri ve film prodüksiyonları için eşsiz bir ortam olarak nitelendirilmekteymiş. Peleş Castle, 2009 yılında yayınlanan Adrien Brody ve Mark Ruffalo'nun başrol oynadığı “The Brothers Bloom” filminde Rachel Weisz'in oynadığı eksantrik milyarder Penelope'nin evini temsil etmek için seçilmiş. Bunun dışında Şato Netflix orijinal filmi “A Christmas Prince”'de kullanılmış. Ayrıca, 2011 Hallmark Kanalında gösterilen “A Princess for Christmas” filminde ve 2018’de de “Royal Matchmaker” filminde bu şato film seti olmuş.

Şato Romanya'daki bazı ilklerle de biliniyormuş. Romanya'daki ilk film gösterimi 1906 yılında Kalenin Tiyatro Salonunda gerçekleştirilmiş. Tarihte bir ilk olarak, değişik bir dizayn ile havalandırma sistemi yapılan ve yine tarihte ilk olarak elektrik sistemi olan bir kale olmuş. Peleş Kalesi, elektrik akımı ile tamamen aydınlatılan ilk Avrupa kalesiymiş ve kullanılan elektrik de kalenin kendi tesisinde üretiliyormuş.

Peleş, müzisyenlerden yazarlara, krallardan kraliçelere kadar zaman içinde birçok önemli tarihi şahsiyete ev sahipliği yapmış. En önemli ziyaret 1886’da Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph’in ziyaretiymiş. İmparator Kaleyi ve çevresini o kadar çok sevmiş ki, hatıra olarak saklamak için çok sayıda fotoğraf çektiği söyleniyormuş.


Peleş Kalesi ayrıca, Kral Carol'ın karısı olan Romanya Kraliçesi Elizabeth'in konukları George Enescu ve Jacques Thibaud gibi sayısız sanatçıya da ev sahipliği yapmış.

Kalenin Tarihi

Kale, Transilvanya (Osmanlı’daki adı Erdel) ve Wallacia’yı (Osmanlı’daki adı Eflak) birbirine bağlayan bir Ortaçağ rotasında ve geçiş yolunda yapılmış. Romanya 1866'da, bugünkü büyüklüğünün yalnızca bir kısmına sahipmiş. Tarihi bölgelerin ikisi birleşmeyi başarmış, ancak birliğin güçlenmesi için Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılarak bağımsız olmaya ihtiyaçları varmış. Romanya’nın ilk kralı olan I. Carol bu önemli ulusal hedefi gerçekleştirmeyi başarmış.

1866'da Romanya Prensi ve 1881'de Romanya Kralı olan I. Carol, 1914'te ölümüne kadar ömür boyu sürecek olan büyük bir projeyi yani yazlık kraliyet konutu olan Peleş Kalesini (Romence Castelul Peleș) inşa ettirmiş.


Geleceğin Romanya kralı yeni ülkesindeki Karpat manzaralarını, özellikle de Romanya'da ilk aylarında ziyaret ettiği küçük bir dağ köyü olan Podul Neagului'yu çok sevmiş. Burada kendisine yazlık bir konut yapılmasını istemiş. Bu konutun hem kendi askeri geçmişini yansıtmasını hem de müzik, sanat ve edebiyata ilgi duyan karısının zevkine hitap eden bir yer olmasını şart koşmuş. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden mimar ve tasarımcılardan projeler alınmış. 

Carol, bu kalenin Piatra Arsa Nehrinin yakınlarında tenha bir yere inşa edilmesi gerektiğine karar vermiş. 1872'de önce bu bölgedeki toprağı satın almış. Ve en sonunda Peleş Sarayı veya Kalesi, 1873 yılında Viyanalı mimar Carl Wilhelm Christian Ritter von Doderer tarafından inşa edilmeye başlanmış. Yapılması kolay bir proje değilmiş, çünkü işçiler yeraltı suları ve toprak kaymaları gibi doğanın zorlu şartlarına karşı koymak zorunda kalmışlar. Yapımında 400 usta ve binlerce işçi çalışmış.


1875'de kalenin büyük kısmı tamamlanmış ve bunun şerefine köşe taşının altına kralın imgesi olan onlarca altın para gömülmüş. Bu sikkeler bugün hala orada bulunduğundan kalenin altında küçük bir hazine yattığı söylenmekteymiş.

1876 senesinde Viyanalı mimarın asistanı olan Johannes Schultz bu defa inşaata devam etmiş ve kalenin planında önemli değişiklikler yapmış. Bu muhteşem Şato resmi olarak 7 Ekim 1883 tarihinde açılmış ve böylece kraliyet ailesini ağırlamak için uygun hale gelmiş. Kale, bundan sonra her yıl burada daha çok zaman geçiren, genellikle mayıstan kasım ayına kadar burada altı ay bulunan kraliyet ailesinin yazlık konutu olmuş.


Kale ilk yıllarından itibaren, kraliyet ailesinin kullanmadığı zamanlarda açılan ve Kraliçe Elisabeta’nın hayır işlerini finanse etmek üzere biletle girilen bir müze de olmuş. 

Bölgede bir kraliyet ikametgahının varlığı, Podul Neagului'ye birçok değişiklik getirmiş. Adı Manastırdan dolayı Sinaia olarak değiştirilmiş, buraya bir demiryolu hattı yapılmış ve pek çok aristokrat aile Sinaia ya da yakınında kendi konutlarını inşa etmeye başlamış.


Bu tarihten sonra Saray kullanılmaya başlanmış olsa da sonraki yıllarda da Sarayda bir takım değişiklikler yapılmış ve yapıya birçok eser eklenmiş. En son 1893–1914 tarihlerinde Çekoslovakyalı mimar Karel Liman tarafından ana bölümde yer alan kule eklenerek saray mevcut görünümüne ulaşmış. Ancak Kral Carol kalenin kule eklenmiş son halini göremeden, tamamlanmasına birkaç ay kala 1914’de ölmüş. 

Kalenin mimarisi, Kral’ın Alman kökenleriyle yakın bir bağ kurarak Alman Neo-Rönesans tarzından ilham almış. Yıllar boyunca başta 1873'ten 1883'e kadar Johannes Schultz ve 1896'dan 1924'e kadar Karel Liman olmak üzere birçok mimar ve tasarımcı ekip burada çalışmış. Şatonun iç kısmı da Hamburg'dan JD Heymann, Mainz'den Bembe August ve Viyana'dan Berhard Ludwig tarafından dekore edilmiş. Dolayısıyla burası Alman kalelerine büyük ölçüde benzemekteymiş.


Kalenin iç dekorasyonları yapılırken her odanın temasına uygun stillerde çalışan kişilerin zamanının en iyi tasarımcıları olmasına dikkat edilmiş. Şato'daki en önemli odalar Müzik Odası, Kütüphane, Türk Salonu, Tiyatro Salonu, Silah Salonu ve Şeref Salonu'dur. Şatoda bulunan sanat objelerinin sayısının 60.000 civarında olduğu tahmin ediliyor. 

Kalenin bahçesinde bulunan I.Carol‘ın heykelini ve Carrera mermerinden yapılmış heykelleri Raffaello Romanelli yapmış. Sarayın inşaatı için bugünkü değeriyle yaklaşık 120 milyon dolar harcanmış.


Peleş Kalesi, en başından beri Avrupa'nın en modern kalelerinden birisi olmuş. Kıtada elektrik enerjisinin tam olarak sağlandığı ilk kale olmuş. Kendi elektrik ünitesine sahipmiş. Merkezi ısıtma sistemi, bir asansör ve zamanının en yüksek konforu sağlanan çok az sayıda yapıdan birisiymiş.

Yeri oldukça stratejik bir bölgede olduğundan Romanya krallık hanedanlığının da kurulduğu anlamına geliyormuş. Çünkü bu Şato, Predeal'den çok uzak olmayan bir yerde, Romanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile olan sınırda bulunmaktaymış. Transilvanya'nın Eski Krallık'la birleştirilmesinden sonra da, bu kale ülkenin tam kalbinde kalacaktır.


Kralın ölümünden sonra da Saray kullanılmaya devam etmiş. Hatta Birinci Dünya Savaşı sırasında burada önemli siyasi toplantılar yapılmış. Kral I. Michael'ın zorla el çektirilmesinden sonra 1947’de kraliyet ailesinin tüm mülkleriyle birlikte Peleș’e de Komünist rejim tarafından el konmuş ve burası devlet yönetimine alınmış. 

1948'de kale tamamen kapatılmış ve buradan Bükreş'teki Sanat Müzesi'ne çok sayıda sanat eseri taşınmış. Peleş Şatosu daha sonra 1953 yılında komünist rejim tarafından müze olarak açılmış ve 1975 yılında binada tahribat olduğu anlaşılıncaya kadar müze olarak kalmış. 

1975-1989 yılları arasında Nicolae Ceausescu'nun isteği üzerine Kale dahil tüm bölge halka kapatılmış ve çevrede askeri sıkı yönetim başlatılmış.


Bir rivayete göre, Çavuşesku(Ceasusescu)'ların kaleyi protokol için bir ikametgah haline dönüştürmek istediği, ancak müzeyi yöneten küratörlerin kalenin içinde insanlara çok zararlı bir odun mantarı bulunduğunu söyleyerek bunu engellediği söyleniyor. Çünkü karı-koca ikisi de böyle tarihi binalarda çeşitli değişiklikler yapıp hatta bir kısmını da yıkıyorlarmış. Böylece Peleş bu mimari katliamdan kurtarılabilmiş ve değişmeden kalabilmiş. Buna rağmen Çavuşesku döneminde kalenin 160 odasının ülkenin önde gelen komünistlerinin ve dünyanın her yerinden önemli devlet adamları için kişisel dinlenme mekanı olduğu belirtiliyor. Zamanında Nixon’dan Ford’a, Kaddafi’den Arafat’a kadar birçok ünlü isim burada ağırlanmış. 

1989 Romanya Devriminden sonra, kale bir kez daha halka açılmış ve turizm bölgesine dahil edilmiş. Üç yıl sonra, Kral Ferdinand ve Kraliçe Maria için inşa edilen daha küçük Pelişor Kalesi de bir müze haline gelmiş.


2007'de eski Kral Mihail'e iade edilmiş ve sonrasında Romanya hükümeti mülkiyetini almak için kralla pazarlık yapmış. Kale, bir kez daha tarihi müze olarak devletin mülkiyetine girmiş ve halka açılmış. 

Kalenin yapıları

22 Ağustos 1873'te başlanan Peleş Kalesi'nin inşasında, bir av evi ve Romanya kraliyet ailesi için bir yaz konutu yapılması planlanmış. Kale, klasik Avrupa tarzlarının sayısız özelliğini birleştiren Neo-Renaissance tarzında Viyanalı mimar Carl Wilhelm Christian Ritter von Doderer tarafından tasarlanmış.

Kalenin yanında bir elektrik santrali, Economat Binası, kraliyet ahırları, gardiyan odaları ve Foisor av evi gibi başka yapılar da inşa edilmiş. Daha sonraki bu eklemeler 1893 ve 1914 yılları arasında Çek mimar Karel Liman tarafından yapılmış.

Kayda değer mimarisi ve sahip olduğu sergilerin sanatsal değeri nedeniyle kale, Avrupa ve dünyadaki seçkin anıtlardan birisi olmuş. Güzelliği ve sofistike etkileriyle 160 oda barındıran bu Şato,  3.200 metrekarelik bir alana yayılmış.


Dış cephesi Alman Rönesansı tarzında olup, zengin bir resim, mobilya ve halı koleksiyonunun yanısıra çeşitli mimari stillerin kullanıldığı iç kısmı da görülmeye değerdir. Saray giriş ve 2 kattan oluşmakta olup toplamda kral ve kraliçe heykelleri ile süslenmiş 7 teras, Carrara mermerinden yapılmış bir dizaynı olan ve içinde çok sayıda dekoratif objenin yer aldığı 160 oda ve 30 banyo bulunmaktadır. Kale çeşitli girişler ve merdivenlerle zaman içinde büyütülmüş. Merkezi kule 66 metre uzunluktadır ve kalenin yanında Pelişor ve Foisor olmak üzere iki küçük bina daha inşa edilmiştir.

Burası lüks iç tasarımıyla gezginleri şaşırtıyormuş. Her detay, her bir mobilya parçası ve küçük heykelcik burada gerçek bir sanat olarak adlandırılabilir. Bu kalenin salonları zarif el yapımı mobilyalarla dekore edilmiş ve rahat iç bahçeleri güzel heykellerle dolu. Bu saraydaki salonlardan biri, tamamen Venedik cam koleksiyonuna adanmış.

  
İç bahçesi Ortaçağ havasıyla turistleri zamanda geri götürmektedir. Egemenlik Kapısı (The Sovereigns’ Gate), kalenin içine giden yolculuğu başlatmakta ve anıtsal mermer bir merdiven, İmparator Franz Joseph'ten Japonya'nın Kraliyet Prensi'ne kadar kraliyet misafirlerinin varlığına tanık olduğu resmi resepsiyon alanı olan Şeref Salonu'na kadar çıkmaktadır. Kalenin içi, özellikle ana salon, oyma ahşapla güzelce dekore edilmiştir ve vitray pencereler, bu odayı zerafet ve asaletin gerçek bir sembolü haline getirmektedir.


İç dekorasyonunu bizzat Kraliçe Elisabeth kendisi yapmış. 160 odası Avrupa sanatının en güzel örnekleriyle, Murano kristal avizeleriyle, Alman vitray pencereleriyle ve Cordoba deri kaplı duvarlarla süslenmiş. Tabi ki bu odaların hepsini gezemiyorsunuz. Sadece bir kısmı ziyaretlere açık. Kraliyet ailesinin ikamet ettiği yıllarda sarayın içerisinde 14. ve 19. yüzyıldan kalma silahlar, heykeller, mobilyalar ve dekoratif eşyaların yer aldığı bir müze varmış. Sarayda sergilen birçok eşya da zaten bunlardan oluşmaktadır. Kalenin odalarının birçoğu, dünyanın dört bir yanından çeşitli kültürlerin stillerine benzeyecek şekilde dekore edilmiş. Sarayda savaş aletlerinin ve silahların bulunduğu bir oda da bulunuyor.


Şato'nun duvarlarını birbirinden değerli ve güzel 2000 adet tablo  süslüyor. Şato'da birçok gizli kapı ve geçit varmış. Bu Şato'nun oymalı kakmalı ahşap tavanlarını, peri masallarından çıkma salonlarını, yaldızlı duvarlarını hayranlıkla izlerken sanki başka bir dünyaya gitmiş gibi hissediyorsunuz.

Üst kattaki yatak odaları bulmayı beklediğiniz gibi soğuk odalar değilmiş. Aksine, Kral ve Kraliçe’nin kişisel zevklerinin her ayrıntıda yansıtıldığı,  bir aile sıcaklığının hissedilebileceği odalar olarak tarif edilmektedir.

Şatonun kullanılmaya başlandığı dönemlerde burası Avrupa’nın en iyi şatosu, hatta en iyi imkanların bulunduğu bir bina olarak gösteriliyormuş. Çünkü Şatonun kendisine ait elektrik ve güç ünitesi, merkezi ısıtma sistemi ve hatta asansörü dahi varmış. Kaledeki Şeref Salonunun (the hall of fame) elektrikli motorla çalıştırılan cam tavanı mobil bir tavanmış ve 1883'ten beri merkezi ısıtma sistemi kullanılıyormuş. 1884’den itibaren kendi elektrik santrali olması nedeniyle, Peleş Kalesi, Avrupa'da tamamen elektrik kullanılan ilk kale olmuş.

Kalenin bahçesi de en az içerisi kadar etkileyici ve çok güzel.


Nasıl gideriz?

Brașov veya Bükreş'e trenle giderken Sinaia'da günübirlik bir mola verebilirsiniz. Ya da bu şehrin havasını daha fazla solumak ve turistik yerleri daha iyi gezmek için benim gibi bir gece konaklamayı da tercih edebilirsiniz.

Sinai’dan Peleş Kalesine 20 dakika yürüyerek ulaşabilirsiniz. Ancak yine benim yaptığım gibi önce yol üzerinde bulunan Manastırı görüp sonra buraya gelebilirsiniz. Peleş Kalesinin biraz ilerisinde de Pelişör Kalesi var. Yani üçü bir arada gibi bir şey! Taksiler, ziyaretçileri kaleye kadar getirmek için tren istasyonunun dışında hazır bekliyormuş. Ancak muhtemel bir Romen kazığı yemek yerine gölgeli orman yolunu kullanarak veya Romanya'nın tarihi geçmişini yansıtan evleri ve binaları ana yol boyunca izleyerek Sinaia Manastırı ve Peleş Kalesi'ne kadar yürümek çok daha güzel ve hesaplı olacaktır.


14 Eylül - 14 Mayıs arasındaki kış programı sırasında, kale pazartesi ve salı günleri kapalıdır. Yaz programı boyunca kale sadece pazartesi günleri kapalıdır. Kasım ayında Peleş Castle genel temizlik nedeniyle kapalıdır.

Turların 11.00'de başladığı çarşamba günleri hariç, ilk turlar sabah 09.15'de başlar ve günün son turları öğleden sonra 16.15'te başlar. Peleş Kalesi'ne girebilmek için mutlaka rehberli bir tura katılmanız gerekiyor.

Kaleyi artık gezelim mi!

Yürüyüş yolunda kadifemsi yeşil bir çimen bakışlarınızı kalenin girişine yönlendirirken, kulaklarınız arkanızdaki ormanda akan küçük bir nehrin sesini duymaya başlıyor.

Durup durup seyreyleyerek en sonunda Kaleye ulaştım. O kadar kalabalıktı ki önce nereye gideceğimi şaşırdım. Bilet gişesini bulunca uzun bir sıraya girip önce biletimi aldım.


Saray giriş katı ve 2 üst kattan oluşmakta ve bu her bölüm için ayrı ayrı bilet almanız gerekmekte. Giriş katını gezmek için 30 Lei ödeniyor. Burada fotoğraf çekmek için ayrıca bir 30 Lei daha ödüyorsunuz. Fotoğraf çekeceğinize dair yakanıza bir kağıt asıyorlarmış ve içeride istediğiniz gibi fotoğraf çekebiliyormuşsunuz. Kale rehberleri ve çalışanları bu uygulamayı ciddiye alıyormuş ve her odada kontrol yapıyorlarmış. İçeride fotoğraf çekmek isterseniz, tura başlamadan önce bekleme odasında da bu izni satın alabiliyormuşsunuz. Romanya’da müze, saray ve kale girişleri adeta soygun yeri gibi, bu nedir anlamadım! Bu biletleri almak için de uzun bir kuyrukta dakikalarca beklemek zorundasınız.

Üst katı gezmek için 20 Lei daha ödüyorsunuz. Bütçeniz uygunsa her iki katı da gezmeyi seçin. Ana fuaye salonunun ve üst kattaki odaların manzarası ekstra ödemeye değermiş. Hatta üst katta daha az kişiyle gezdiğinizden size özel bir rehber tahsis edilmiş gibi oluyormuş.


Ben sadece giriş katını gezmek için bilet aldım ve fotoğraf çekmek için bilet de almadım. Sarayın giriş biletini aldıktan sonra kendi kafanıza göre içeride dolaşamıyorsunuz. Önce kapının önünde sizi bekletiyorlar ve dillere göre oluşturulan 20-25 kişilik gruplar içeri alınıyor. Bu odada bir süre bekledikten sonra rehber eşliğinde kalenin içini gezebiliyorsunuz. 

Bunları bilmediğimden giriş kapısı önündeki uzun bir kuyruğa takıldım ve tam giriş kapısının önüne geldiğim zaman bunun Romence bir grup olacağı söylendi. İngilizce isteyenlerin ayrılıp bir süre daha beklemeleri istendi. Bunları çok detaylı yazıyorum çünkü bilet ve giriş kuyruğunda uzunca süreler sıra bekleyeceğinizi bilirseniz zaman ayarlamanızı buna göre yapabilirsiniz.


Uzun süre bekledikten sonra en nihayet bizi kapının ardındaki bir hole aldılar. Buraya girince kutularda bulunan galoşları giymemizi istediler. Bir müddet de burada bekledik çünkü bizim girmemiz için içerideki bir grubun çıkması gerekiyormuş. Çok fazla ziyaretçi olduğundan ve odalar da fazla büyük olmadığından bu şekilde bir sistem oluşturmuşlar. Yani grup olarak bir odaya gidip rehber orayı anlattıktan sonra başka bir odaya geçiyorsunuz ve ardınızdan başka bir rehberli grup sizin çıktığınız odaya geliyor. Böyle yaparak kaosun oluşması ve grupların üstüste yığılması engelleniyormuş. 

En nihayet bize eşlik edecek rehberimiz geldi ve bizi içeriye aldı. Odaların hepsini gezemiyorsunuz ama gezdiklerimizin hepsi birbirinden güzel ve özel yerlerdi. Gruptan ayrılamadığınızdan etrafa çok hızlı bakmak ve vakit kaybetmemek gerekiyor.

Peleş Castle, beklediğiniz gibi görkemli bir şekilde tasarlanmış odalar, lüks halılar ve kumaşlar, ustalıkla işlenmiş mermerler ve oyma ahşap kullanılan bir kraliyet ikametgahı.

Şatoda yaşayan ilk çift olan Kral I. Carol ve eşi Romanya Kraliçesi Elizabeth'in mizaç ve ilgileri bakımından çok farklı oldukları söyleniyor. Kral, Romen ordusunu büyük ölçüde genişleten ve geliştiren başarılı bir askermiş. Buna karşın kraliçe, müzik, sanat ve edebiyat meraklısıymış. Hatta kraliçe Carmen Sylva takma ismiyle şiir yayınlayan bir şairmiş. Peleș’de bu iki farklı kişiliğin bir yansıması olarak her odanın kendine has bir kimliği ve teması bulunuyormuş. Ancak gezerseniz siz de farkedeceksiniz ki orada yaşayan gerçek bir aile olduğundan bunun samimi sıcaklığı hemen hemen her odaya sızmış. Kral’ın Peleş Kalesi’ne olan sevgisi açıkça görülmektedir. Mobilya ve tasarım seçenekleri kraliyet’in yazlık ikametleriyle olan derin bağlantılarını ve orada yaşamaktan duydukları hissiyatı göstermekte.


Şatonun içine girdiğimizde kadın rehberimiz önce merdivenlerin başında Kalenin tarihiyle ve turla ilgili bilgiler verdi. Rehberimiz odaların hikayelerini tur boyunca heyecansız bir şekilde anlatmaktaydı. Sürekli onu dinlemek yerine odaları incelemek daha iyi oluyordu. Arada bir de fotoğraf izni almadığım halde kaçamak bir şekilde bazı odaların fotoğrafını çekiyordum. Çok güzel değiller ama size yine de ne görebileceğinize ilişkin bir fikir verir diye düşünüyorum.

Merdivenleri çıktığımızda kendimizi çok güzel bir salon olan Şeref Salonunda (The Hall of the Honour) bulduk. 

Şeref Salonu-The Hall of the Honour

1911 yılında tamamlanan Şeref Salonu Mimar Karel Liman tarafından Alman Rönesansı tarzında yapılmış. Bu salon için Almanya’daki Bremen Belediye Binası örnek alınmış. Muhteşem Salonun duvarları ceviz paneller ile yapılmış ve her taraf rölyef ve heykellerle donanmış.


Salonun süslemeleri ve dekorasyonu için Avrupa’nın çeşitli yerlerinden eşyalar da getirtilmiş. 18. Yüzyıla ait halılar Fransa’dan, 17. yüzyıla ait sandalyeler İspanya’dan, 19. yüzyıla ait renkli camlar Almanya’dan gelmiş.


Rehberimiz buradan bizi Batı Koridoru-Western Corridor adı verilen bir koridora götürdü. Bu Koridorun her iki tarafına antika eşyalar yerleştirilmiş ve duvarlarında da tablolar asılıydı.


Bu Koridoru geçerek etkileyici Silah Salonuna girdik. 

Silah Salonu- The Armory Halls

Kalenin en ilgi çekici yerlerinden birisi de savaşlarda ve avlarda kullanılmış, sonrasında toplanarak buraya getirilmiş veya hediye olarak alınmış 4000 parçadan oluşan dünyanın en iyi silah ve zırh koleksiyonlarından birisinin sergilendiği Silah Salonuymuş. Bu odada kılıç, kalkan, miğfer, zırh, şövalye kıyafetleri ne ararsanız var.


I. Carol’ın askeri geçmişi göz önüne alındığında, Kralın silahlar ve diğer savaş araçları konusunda sağlam bir bilgi ve ilgiye sahip olması doğal karşılanmalıdır.

Bu salon da Şeref Salonu gibi Alman Neo-Rönesans mimari tarzında yapılmış. 1903 - 1906 yılları arasında düzenlenmiş olan Silah Salonu, 14 - 17. yüzyıllar arasına ait 4.000'den fazla Avrupa ve Asya silahına ev sahipliği yapıyormuş. Salonda başta Alman olmak üzere İspanyol, Fransız, İtalyan ve şark silahları sergileniyor. En kıymetli ve eşsiz olanlar, 16 veya 17. yüzyıla ait bir Alman zırhı ve Romanya'da 15 veya 16. yüzyıllar arasında düzenlenen bir Maximilian turnuvasında kullanılan şövalye ve atı için yapılmış tam bir zırh seti olarak gösteriliyor. Bunların dışında Alman cellat kılıcını, Afrika, Türk, Pers, Hint ve Japon silahlarını görmek de mümkün.


Şimdi ziyaret sırası şahane ve eşsiz kitapların bulunduğu Kraliyet Kütüphanesindeydi.

Kütüphane-Library

Şatonun en önemli odalarından birisi de kütüphanesiymiş. Kraliyet Kütüphanesi, özellikle deri kapaklı ve altın kabartmalı el yazmalarının olduğu, nadir ve eşsiz kitapların bulunduğu bir yermiş. Kitap dünyasına daha az aşina olanlar için bile Kraliyet Kütüphanesi çekici gelebilir diye düşünüyorum. Çünkü bir kitaplığın arkasındaki gizli kapı, kralın Kale'nin çeşitli odalarına sığınmak için kullanacağı bir geçite doğru açılıyormuş. Hani filmlerde izleriz ya aynen öyle yapmışlar.


Buradan Resmi Görüşme Odasına götürüldük.

New Room for Audiences

Resmi görüşme odası, Kral Karl’ın hayattayken yaptırdığı son oda olma özelliğindeymiş. Bu odanın yapımında, İsviçre’nin Luzern Şehrinde bulunan 17. yüzyıldan kalma belediye binasından ilham alınmış. Yapımında ise 17 farklı ahşap türü kullanılmış.


Şimdi de muhteşem bir dizaynı olan Müzik Odasına geldik.

Eski Müzik Odası-The Old Music Room

Müzik Odası, Kraliçe Elizabeth tarafından düzenlenen çeşitli müzik gecelerine ev sahipliği yapmak üzere dizayn edilmiş. Bu oda aslında başka bir şekilde kullanılıyormuş ama 1905 yılından sonra Kraliçe Elizabeth‘in özel eğlence gecelerine hizmet etmek amacıyla müzik odasına dönüştürülmüş.


Buradaki mobilyalar, Hint Mihrace Kapurtala tarafından hediye olarak verilmiş. Bu eşsiz mobilyalar tik ağacından oyulmuş.


Buradan başka bir muhteşem odaya gidiyoruz.

Moorish Hall

Kalenin bu katında Arap, Fransız ve Türk odaları gibi çeşitli kültürlerden ilham alınarak düzenlenen odalar bulunmaktadır. Bunlar arasında en iyi düzenlenmiş odalardan birisi olan Moorish Salonu, İspanya‘nın Granada şehrinde bulunan muhteşem Alhambra Sarayından ilham alınarak yapılmış.


Moorish Hall, Kahire'de bulunan bir çeşmenin kopyası olan Carrara mermerinden yapılmış bir çeşmenin de bulunduğu ama asıl olarak İspanyol-Mağribi öğelerin kullanıldığı mimar Charles Lecompte du Nouy’un harika bir eseridir.

Türk Odasını da görmeden geçmeyelim.

Türk Salonu-Turkish Hall 

Türk Salonunun tavanını ve duvarlarını süsleyen ipek nakışların tamamı elişidir.


Artık yemek odasına gidelim mi!

Yemek Odası-Dining Room

Aynı anda 36 kişinin yemek yiyebildiği Yemek Odasında, masa Almanya’nın Mainz şehrinden, sandalyeler ise İspanya’nın Cordoba şehrinden getirtilmiş.


Fotoğrafını çektiğim yerler bunlar olduğundan diğer odaları gezdik mi hatırlayamıyorum. Yine de bilgi vermek için onlardan da bahsetmek isterim.

Floransa Odası-Florentine Room

Büyük Salon olarak da adlandırılan Floransa odası (Florentine Room), 1910 yılında dekore edilerek kullanılmaya başlanmış. Altın kaplamaları, ıhlamur ağacından oyulmuş tavanı, yaldızlı işlemeleri, dünyaca ünlü Murano camlarından yapılmış iki büyük avizesi ve aynası, İtalyan neo-rönesans tarzı dekorasyonları ile etkileyici bir odaymış.

Tiyatro Salonu-Theatre Hall 

Tiyatro salonunda 60 sandalye ve XIV. Louis tarzında dekore edilmiş bir kraliyet sandığı varmış. Tiyatro Salonundaki tavan resimleri ve dekoratif freskler, ünlü Avusturyalı sanatçılar Gustav Klimt ve Frantz von Matsch tarafından tasarlanmış. Romanya'daki ilk film projeksiyonunun bu odada gerçekleştiği biliniyor.

Konser Salonu-Concert Hall

1906 yılında dizayn edilen Konser Salonunda, 1621'de Anvers'te yapılan bir harpsikort, bir piyano ve iki klavyeli bir Rieger orgu Bluthner bulunmaktadır.

Oturma Odası-The Living Room

Değerli gümüş eşyaların bulunduğu oturma odası 1. katta bulunur ve burada on sekizinci yüzyıldan kalma rustik Breton mobilyalar vardır.

Yıl boyunca, Peleş Müzesi ziyaret edebileceğiniz birçok kalıcı ve geçici sergiye de ev sahipliği yapıyormuş. Önemli sergileri arasında Seramik Sergisi ve Saat Sergisi bulunuyormuş.

Seramik Sergisi 

Seramik sergisinde, 19. yüzyılın en büyük Avrupalı ustalarından ve seramik merkezlerinden toplanan 5.000'den fazla fayans, yer karosu ve porselen yer alıyormuş.

Bu sergi, Kraliçe Marie tarafından 1914-1927 yılları arasında kurulmuş ve son parçaları 1970'li yıllarda Peleş Müzesi tarafından hem özel mülk sahiplerinden hem de antika dükkanlarından satın alınmış.

Sanat eserleri arasında 18 ve 19. yüzyıllardan kalma Çin vazoları, Atari ve Satsuma'nın büyük atölyelerinden Japon çanak çömlekleri, 17 ve 18. yüzyıllardan Fars seramikleri ile Paris, Londra ve Viyana'dan Avrupa sanatına ilişkin diğer eserler bulunmaktaymış.

Saat Sergisi - the Horology exhibition 

Hayatı boyunca, Kral Carol, dakikliği için çok takdir görmüş. Peleş'teki horoloji sergisi, özel kraliyet koleksiyonundan 50’den fazla çeşitli stil ve tipolojideki saati sergiliyormuş. Bu sergi, büyükbaba saatlerini, sarkaçlı masa saatlerini, şömine saatlerini, alarm saatlerini, cep saatlerini ve daha fazlasını içeriyormuş.

Bunların çoğu Kral I. Carol'a aitmiş, ancak koleksiyonda aynı zamanda Kraliçe Marie, II. Carol ve Kral Michael'a ait parçalar da varmış. Saatlerin çoğu 19. yüzyıla kadar uzanıyormuş. Ancak koleksiyonda aynı zamanda 18 ve 20. yüzyıllardan kalma saatler de bulunuyormuş.

Böylece Peleş Kalesi turumuz karşılama odasında son bulmuş oldu. Tur yaklaşık 30 dakika civarında sürüyor. Üst katı da gezerseniz bu süre sanırım 45 dakikayı bulabilir. Şeref Salonunun bu fotoğrafını da tur bitiminde karşıdan çektim.


Şatonun dış cephesi de oldukça güzel yapılmış. Kuzey Avrupa dağ mimarisine ve alegorik el boyaması duvar resimlerine benzeyen ön yüz çalışmaları Sakson etkisiyle zengin ve süslü olan iç avlu cephelerinde görülmektedir. Kral Carol, Peleș Kalesi'ne hayran olup yakından görmek isteyenlerle kraliyet atmosferinin ve güzel dağ manzarasının tadını çıkarmak isteyen herkesin buraya serbestçe gelmesini istemiş. Bu nedenle, şatonun etrafını çevreleyen park ve terasları çiçeklerle süslenmiş, çeşmeler, köşkler, galeriler ve sarmaşıkların gizlediği balkonlar yapılmış. Buranın kale olmasından dolayı kuleler ve askeri tesisler de inşa edilmiş.



Böylece Kale ve bulunduğu yer, bir peri masalının sayfalarından fırlamış gibi olmuş. Peleş Kalesini ziyaret edenlerin çoğunun, Avrupa'nın en güzel kalelerinden birisi olduğunu iddia etmesi şaşırtıcı değil.


Her sene yaklaşık yarım milyon turist burayı ziyaret ediyormuş. Peleş Kalesi, Romanya'daki en etkileyici kale olup kraliyet hikayeleri, görkemli mimari ve tarih konusunda tutkuluysanız böylesine güzel, ihtişamlı ve gösterişli olan kaleyi görmenizi ve Romanya gezi planınıza mutlaka eklemenizi öneririm.


Peleş Kalesi, gizli geçitler, masal kuleleri, baş döndürücü galeriler ve klasik heykellerle bir hayal dünyası yarattığı gibi kraliyet ailesinin en etkileyici mimari mirası ve en önemli tarihi ve kültürel anıt olmaya devam etmektedir. Görkemli bir kraliyet ikametgahı olmasının yanında eşsiz, anıtsal ve inanılmaz bir atmosferi olduğu için ziyaret ettikten yıllar sonra bile hatırlayacağınız özel yerlerden birisi olacaktır.


Siz de bu tarafa geldiğinizde tıpkı kraliyet ailesinin yaptığı gibi, Karpat Dağlarının manzarasının tadını çıkarırken yolunuzu şaşırıp, yanlışlıkla Peleş yerine Pelişör’e gelebilirsiniz. Ancak bunun Peleş olmadığını büyüklüğünden derhal anlayacaksınız. Ben de Peleş Kalesini gezdikten sonra hemen ileride bulunan Pelişör Kalesini de yakından görmek istedim.


Pelişör Kalesi 

Pelișör Kalesi (Romence Castelul Pelișor), Peleş kalesi ile aynı kompleksin bir parçası olan daha küçük bir kaledir. Boş zamanınız ve harcayacağınız 20 Lei paranız varsa, Peleş Kalesini gezdikten sonra yan taraftaki Pelişör Kalesi'ne doğru yürüyün. 

Burası Peleş’i de yaptıran I. Karl’ın emriyle, 1899-1903 yılları arasında, Peleş Kalesi’nden 100 metre yukarıda, kendisinden sonra gelecek olan Ferdinand (Carol'un erkek kardeşi Leopold von Hohenzollern'ın oğlu) ve karısı Maria için yaptırılmış.


2006 yılında, uzun zamandır bir müze olan Pelișor de dahil olmak üzere tüm kompleksin Romanya Kralı I. Michael'ın yasal mülkü olduğuna karar verilmiş. Kraliyet ailesi, yasal mülkiyeti üstlenecek ve mevcut durumunda kalabilmesi için Romanya devletine kiralayacakmış. Peleş'in ana kalesi zaten kiralanmış, ancak diğer villalar ve şatolar için müzakereler halen devam etmekteymiş. Romanya Kralı I. Michael Pelișör'ün kraliyet ailesi için özel bir konut olarak kalması gerektiğini savunuyormuş.

Pelişor, ölçeği ve dekorasyonu daha mütevazi, ancak tamamen görülmeye değer bir yermiş. Yapımında Maria’nın zevki ön planda tutularak ağırlıklı olarak art-nouveau tarzı dekore edilen Ortaçağ şalesinin tasarım ve iç dekorasyonunun aslında Peleş’ten pek bir farkı yokmuş.


Pelișör, Art Nouveau tarzında Çek mimar Karel Liman tarafından tasarlanmış. Mobilyalar ve iç dekorasyonlar ise çoğunlukla Viyana tarzında olmak üzere Bernhard Ludwig tarafından tasarlanmış. Şatoda çalışma odaları (the working cabinets), şapel (the chapel) ve altın oda (the golden chamber) bu sarayın ön plana çıkan bölümleriymiş. Kraliçe Marie, başarılı bir sanatçı olarak, sarayın tasarımına ilişkin sanatsal kararların çoğunu almış ve ressam olarak da dekorasyonuna katılmış. Kraliçe Marie, Art Nouveau'yu steril tarihçiliğe karşı bir silah olarak görmüş ve Art-Nouveau unsurlarını Bizans ve Kelt unsurlarıyla birleştiren kişisel bir tarz yaratmış.

Pelişör'ün 70 odası, o yüzyıla özgü Viyana mobilyalarından, Tiffany ve Lalique cam ürünlerinden oluşan eşsiz bir koleksiyona sahipmiş. Meşe kerestesi ve cam tavanıyla şeref salonu oldukça basitmiş. Peleş Kalesine komşu Pelişör Palace, ayrıca egzotik bitki ve kozalaklı ağaçlarıyla, İngiliz tarzı peyzajlı bahçelere sahipmiş.


Yazın 15 Mayıs - 15 Eylül aylarında Pazartesi kapalı ve diğer günler 09.00 - 17.00 arası açıkmış. Kışın 16 Eylül - 14 Mayıs aylarında Pazartesi ve Salı günleri kapalı Çarşamba günü 11.15- 16.15, diğer günler 09.15-16.15 arası açıkmış. 15 Ekim-30 Kasım arasında genel bakım için tamamen kapalıymış. Müze olan Kaleye giriş ücreti olarak 20 Lei ödeniyor ve her zaman olduğu gibi fotoğraf çekmek için ayrıca ücret ödemeniz gerekiyor.

Transilvanya'daki bir masal tepesinin üzerinde bir masal diyarına dalıp birkaç saat geçirdikten sonra, ayaklarınızı açmak ve orman yolundan aşağı yürümek için içinizde güçlü bir dürtü hissedebilirsiniz. Bunu yaptığınızda Peleş Şatosu ziyaretinizi tamamlamak için yol kenarlarında satılan taze çileklerden oluşan bir sepet alın ve yiyerek manzaranın tadını çıkarın.

Tabi yol kenarlarında satılan sadece çilek değil envai çeşit ürünün arasında zevkinize ve paranıza uygun hediyelik eşyalar, giysiler, yiyecekler, tablolar ve el yapımı sanat eserlerini bulmak da mümkün. Bu rengarenk stantların arasında adeta kendimi kaybettim. Yanımdaki Romen parası azaldığından alışveriş yapmamak için adeta kendimi zorladım. Çok güzel yağlı boya tablolar vardı ve bir daha gidersem mutlaka bunlardan almak isterim.



Sinaia'nın çok etkileyici binalarını seyrederek şehre geri döndüm. Yolda muhteşem mimarisiyle Palace Hotel binasını gördüm.

Saray Hotel-Palace Hotel 

Palace Hotel, 1911 yılında, mimar Petre Antonescu'nun planlarına göre, yalnızca sekiz ayda (26 Kasım-15 Temmuz arasında) inşa edilmiş. Kentin bahçesi olan Dimitrie Ghica Park'ta yer alan otel, yakın zamanda yenilenmiş ve görkemli günlerine geri getirilmiş.



Yirminci yüzyılın klasik zarafetini taşımasının ötesinde, Saray Otel şehrin merkezinde, Sinaia Casino, Hotel Caraiman ve Sinaia Manastırına oldukça yakın ve ayrıcalıklı bir konuma sahiptir.

Şu binanın güzelliğine bakar mısınız, kimbilir hangi şanslı kişiler yaşıyor burada.


Bu da üzerinde satılık yazısı olan başka bir güzel bina, onarım gördüğünde eminim ki çok muhteşem olacaktır.



Öğlen saatlerini geçmişti ve kaldığım pansiyon için check out yapmam gerekiyordu. Merkezden geçerken önce Mega Image isimli bir markete girerek 3 muz ve 2 peynirli poğaça aldım. Bunlara toplam 5,33 Lei ödedim. Pansiyona dönerek öğle yemeği olarak bunları yedim ve eşyalarımı toplayarak tren istasyonuna doğru yürümeye başladım. Bunlar da giderken yol manzaralarımdır.


       


Böyle ağaçların arasında yaklaşık 10-15 dakika yürüdükten sonra Tren İstasyonuna ulaştım.

Tren İstasyonu- Sinaia Train Station

Sinaia tren istasyonu, Romanya'daki Sinaia dağ beldesine hizmet vermektedir. İlk istasyon 1913 yılında Demeter Cartner Şirketi tarafından inşa edilmiş. Orient Express veya Arlberg Express gibi önemli uluslararası trenler burada durmaya başlamış.


İkinci tren istasyonu Gara Regala (Kraliyet tren istasyonu), 1939'da inşa edilmiş ve yalnızca Kraliyet Ailesi'ne ve onların misafirleri olan yabancı liderlerin kullanımına sunulmuş. O tarihte, II. Carol'ın nişanları binada bulunuyormuş. Merkezdeki odada, kraliyet avcılığını gösteren ve Latince “Voyvoda Basarab, 14. Yüzyıl” yazılı, 5.5 metrelik kenarları olan kare bir duvar resmi varmış.


Trende yapılan son kraliyet yolculuğu 3 Ocak 1948 yılında gerçekleşmiş. Bundan sonra bir süre dans merkezi, bar, disko gibi farklı amaçlar için kullanılmış ve en sonunda 1965 yılında halka açılmış. Kraliyet tren istasyonunun resmi olarak çalıştırılması Komünizm yıllarında da sürdürülmüş. Hatta Amerikan başkanı Gerald Ford bu İstasyondan 1975 yılında geçmiş.

Platformda, 1933'te lejyonerler tarafından öldürülen Romanya Başbakanı I. Gh. Duca'nın anısına yapılmış bir plaket varmış.


Günümüzde binanın yan tarafında küçük bir de müze bulunuyormuş. Kapalı bölümde minyatür trenler ve açık hava kısmında da kraliyet treni ve arabası sergileniyormuş.

Vaktim olmadığından müzeyi gezmedim ve istasyonu da sadece bilet alacak kadar bir süre görebildim. Bir sonraki gezi noktası Ploieşti şehri olacaktı. Aslında son gecemde Bükreş'e daha yakın olduğu için bu şehri seçmiştim ama şimdi keşke gitmeseydim de Sinaia'da 1 gece daha kalsaydım diye pişmanlık duyuyorum.


Gördüğünüz gibi amacınız sadece Peleş Kalesini ve Manastırı görmekse Sinaia'da yarım gün kadar az bir zaman yeterli olacaktır. Ya da Sinaia'nın cazibesini tam olarak tatmak için en az bir gece geçirmeniz gerekir. Özellikle Bucegi Dağları'nda yürüyüş yapmak istiyorsanız buraya daha fazla zaman ayırın. Teleferikle dağlara erişerek yürüyüş parkurlarında birkaç gün geçirebilir, ayrıca çevreyi keşfetmek için çok günlü yürüyüş gezileri planlayabilirsiniz.

Kısacası Sinaia, doğal güzellikleriyle, görkemli dağ manzarasıyla, muhteşem şehir mimarisiyle, kayak merkezleriyle ve dünyaca ünlü şato ve kaleleriyle hayal ettiğiniz masal şehrinin gerçeğe döndüğü bir yer olacaktır. Sinaia Şehri bu özellikleriyle tekrar gitmeyi düşündüğüm ender yerlerden birisi oldu. Umarım en kısa sürede bir bahar ayında oraya gidip dağlarda yürüyüş yapmanın mutluluğunu yaşayabilirim.

Herzaman olduğu gibi şimdi sıra geldi burada yapamadıklarıma ve bunlar da benim tekrar gelme gerekçem ve hayalim olsun.  

Ski Slopes 

Peleş Şato’sundan yaklaşık 1,5 kilometre yukarıya doğru yürüdükten sonra teleferiğin olduğu bölüme ulaşılıyormuş. Daha çok yenilerde 2016 yılında yenilenen bu teleferiği kullanarak önce 1400 metreye, ardından 2000 metreye kadar çıkabiliyormuşsunuz. Kış aylarında bu yüksekliğe çıkanlar kayak yapabildikleri gibi eşsiz bir manzaranın da keyfini çıkarıyorlarmış. Yaz aylarında ise sadece manzara var ama eminim ki her türlü yeşil tonun potporisine dönüşen panoramik görselliğin keyfine doyum olmayacaktır. Teleferiğin ücreti çıkılan yüksekliğe göre değişiyormuş. 1400 metreye ve 2000 metreye çıkış için ayrı, dönüş için de ayrı fiyatlandırma bulunuyormuş. Gördüğüm kadarıyla 2000 metreye çıkış ve dönüş için Cable Car denilen bu araçlara 62 Lei ödenmesi gerekiyor. Teleferik ile önce 1400 metreye çıkılıyormuş. İsterseniz biraz burada mola vererek isterseniz hemen tekrar teleferiğe binerek bu sefer en uç nokta olan 2000 metreye çıkılıyormuş. Cable Car dışında Gondola ve Chairlift denilen ve fiyatları da farklı olan başka araç tipleri de var. 

Teleferik, yaz aylarında Pazartesi günü 12.00-18.00 saatlerinde, Salı-Pazar arası 08.30-18.00 saatlerinde çalışıyormuş. Kışın Salı-Cuma arası 08.30-16.00 saatlerinde, Cumartesi-Pazar günleri 08.30-17.00 saatlerinde açık olup pazartesileri kapalıymış. 

Foişor Kalesi-Foișor Castle 

43 odalı av evi Romen krallarının en sevdiği yermiş. Peleş kalesinden daha önce yapıldığı için Peleş kalesi tamamlanana kadar Kral Carol ve Kraliçe Elisabeth'e ve Pelişor Kalesi hazır oluncaya kadar da Kral Ferdinand ve Kraliçe Mary'ye geçici bir ikamet evi olmuş. Ayrıca, Kral II. Carol, 1930-1940 yılları arasında Romanya yönetimi sırasında burada bir süre yaşamış. Bugün ayakta kalan evde, o zaman birçok değişiklik yapılmış. II. Carol'ın egemenliği sırasında orijinal ev yanmış ve 1932-1933 yılları arasında yeniden inşa edilmiş. Komünist rejim, binaya başka bir kanat daha yapmış. Bugün ofisleri, salonları, lüks oturma odaları ve hatta içinde bir tiyatro odası bulunan kale, Romanya devletine aitmiş ve protokol amaçlı olarak özel günlerde kullanılıyormuş. Ziyaretçiler içeri giremiyormuş.

Meraklısına Şehrin Tarihi 

Şehir, Muntenia tarihi bölgesinde yer almaktadır. Sinaia şehri, 1695 yılında Mihail Cantacuzino isimli bir prens/şövalye tarafından kurulmuş. Cantacuzino Mısır yolculuğu sırasında dinler tarihinde oldukça önemli bir yeri olan Mısır’ın Sina Yarımadasındaki Sina Dağı‘ndan (Mount Sinai) çok etkilenmiş ve ülkesine döndüğünde buraya bir Ortodoks manastırı yaptırmış. Manastırın adı bu etkilenme nedeniyle “Sinaia Manastırı” olmuş. İncil'de de Sina Dağı'nın adı geçmekteymiş ve bu yüzden bu isim kutsal addediliyormuş.

1861 yılında Eflak ve Boğdan birleşerek Romanya kurulmuş. 1877 yılında ise Berlin Anlaşması ile Romanya Osmanlı İmparatorluğundan tamamen ayrılarak bağımsız bir ülke haline gelmiş.


İlk Romanya Kralı olan I. Carol, Sinaia Manastırı’nı ziyaret ettiğinde bu bölgeyi ve manastırı çevreleyen doğal güzelliği çok beğenmiş. Kendisi için burada yazlık bir saray yaptırmak istemiş. Kısa süre içerisinde muhteşem bir saray yani Peleș Kalesi inşa edilmiş. Bu sarayın ardından zengin Romenler de bu bölgeye gelerek kendilerine yazlık villalar yaptırmışlar. Buradan bir demiryolu hattının geçmesinden sonra manastırın ismi olan Sinaia hızla yayılmış ve gelişen şehir de bu isimle anılmaya başlamış.


Yeni yapılaşmalarla birlikte şehir giderek büyümüş ve oteller, restoranlar, cafeler, hediyelik eşya mağazaları, kayak merkezleri açılarak turistik bir şehir halini almış. Burası görüldüğü gibi diğer Transilvanya şehirleri gibi tarihi çok eski bir Ortaçağ şehri değildir. Kuruluşu daha çok yeni tarihlere dayanmasına karşın diğer Transilvanya şehirleri gibi oldukça turistik bir şehir olmuş.

0 yorum:

Yorum Gönder