4 Nisan 2019 Perşembe

On 06:06:00 by Gülten İşcimen in    No comments
ROMANTİK VE SEVİMLİ "SİBİU" 


Transilvanya’daki yolculuğumun devamında Sighisoara şehrinden sonraki durağım Romantik Sibiu oldu. 




Şehri tanıyalım

Sibiu veya Sibin (Almanca Hermannstadt, Macarca Nagyszeben) Romanya'nın Erdel bölgesinde yer alan bir şehir. Başkent Bükreş'in 215 km kuzeybatısında bulunuyor ve Şehir, Olt Nehri'nin en önemli yan kolu olan Cibin Nehrinin iki yakasına yayılmış durumda. Sibiu, aynı zamanda Romanya’nın meşhur dağları Fagaraş Dağları’na 20 km uzaklıkta olduğundan bir taşla iki kuş vurulabilecek güzel bir destinasyon kıvamında. 

1692-1791 ve 1849-1865 yıllarında Erdel Prensliğine başkentlik yapan Sibiu, Erdel Saksonlarının da uzun yıllar merkezi olmuş. Şehirdeki bu Alman havası giderek azalmakla birlikte şehrin mimarisinde, eğitim ve kültür hayatında ve hatta yönetimde hala varlığını korumaktaymış. Mesela, etnik Alman kökene sahip olan ve Sibiu'da 2000-2014 yılları arasında yöneticilik yapan Klaus Iohannis, 2014 yılında Romanya Cumhurbaşkanı seçilmiş. 2011 yılı nüfus verilerine göre Sibiu' nun nüfusu, yaklaşık 150 bin civarındadır. Sibiu nüfusunun etnik dağılımında Romenler yaklaşık yüzde 95, Macarlar yaklaşık yüzde 1,5, Erdel Saksonları yani Almanlar yaklaşık yüzde 1 civarındadır. 


Avrupa’nın en iyi korunmuş Orta Çağ şehirlerinden bir tanesi olan Sibiu Şehri, Romanya'nın en önemli kültür merkezlerinden birisi olarak 2007 yılında Lüksemburg ile birlikte Avrupa Kültür başkenti seçilmiş. Aynı zamanda 2008 yılında Forbes Dergisi tarafından Avrupa'nın en huzurlu 8. şehri olarak belirlenmiş.




Şehir çok büyük değil, ama görülmesi gereken şehirlerden birisi. Sibiu, meydanları, tarihi sokakları, tarihi kiliseleri, müzeleri, şehir etkinlikleri ve günümüze kadar ulaşan kuleleriyle Romanya’nın turistik ve kültürel anlamda en önemli şehirlerinden birisi kabul ediliyor. Buraya kültür ve sanatın Romanya’daki en büyük kalesi deniliyormuş. Zaten Sibiu’nun Old Town yani Tarihi bölgeleri UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilmiş.


Sibiu, iki ayrı bölümde gezip görülebilecek, kolay ulaşılabilir, yaya dostu bir şehir. Yukarı Şehir (the Upper town) Sibiu'nun tarihi mekanlarının birçoğuna ev sahipliği yapmakta. Aşağı Şehir (the Lower town) ise Cibin Nehrine bakan şehir surları ve savunma kuleleriyle çevrelenmiş, Arnavut kaldırımlı sokaklarda renkli evlerin sıralandığı bir bölge. 

Sibiu'nun Eski Kent bölgesi, yani Yukarı Şehir zengin ve güçlü loncaların bölgesel ticarete hükmettiği eski günlerin ihtişamını hala koruyor. Şehirde, Sighisoara ve Brasov gibi belirgin bir Cermen yani Alman havası bulunuyor. 1940’lara kadar nüfusun büyük çoğunluğu etnik Almanlarmış ve bu nedenle de şehrin kültürünü ve mimarisini tamamen Almanlar şekillendirmiş. Orta Çağ kale duvarlarının bazı bölümleri, üçgen ve dik çatılı 17. yüzyıldan kalma binaların bulunduğu dar sokakların, Büyük Meydan ve Küçük Meydan gibi kiliselerin merkezi olan meydanlara açıldığı bu tarihi bölgeyi halen korumakta ve bu tarihi yapıları bir mücevher gibi saklamaktadır.


18-19. yüzyıllarda Transilvanya şehirlerinin hepsine Art Nouveau (yeni sanat) ve Viyana Secession tarzı binalar inşa edilmiş. Bu sanat akımından Sibiu da nasibini almış. Gerçekten oldukça estetik, ince düşünülmüş, zarif detaylara sahip bu binaları Sibiu’nun pek çok yerinde görmek mümkün. 

Geleneksel olarak geçmişte, Yukarı Şehir daha zengin ve ticari bir yer iken Aşağı Şehir ise üretim bölgesi olarak hizmet vermiş. Şehrin, Büyük Meydan, Huet Meydanı gibi tarihi merkezlerinde, Yukarı Şehri Aşağı Şehre bağlayan muhteşem Merdivenli Geçidi (the Passage of Steps), ünlü Yalanlar Köprüsü (Bridge of Lies), Kuyumcular Meydanı (Goldsmiths' Square) ve Küçük Meydan (the Small Square) yer alıyor.


En prestijli olanı her yıl Mayıs ayının sonunda düzenlenen Sibiu Uluslararası Tiyatro Festivali olmak üzere pek çok festival Sibiu'da düzenleniyormuş. Her yıl Ağustos ayında düzenlenen ve Transilvanya'nın Ortaçağ ruhunun canlandırıldığı Ortaçağ Festivali, 2006'dan beri her yaz düzenlenen Artmania Festivali ve 2008'den itibaren düzenlenen Rockin 'Transilvania Festivali bunlar arasındadır. Burada Romanya'nın en eski Caz ​​Festivali ve genç klasik piyano sanatçıları için "Carl Filtsch" Festivali, "Astra Film" belgesel film festivali, Transylvania çağırıyor adlı çok kültürlü, 6 günlük Açık Hava Müzik festivali de diğer festivaller arasında sayılabilir. Feeric Fashion Week yani Feeric Moda Haftası da burada düzenlenmektedir. Sibiu, IGCAT (Uluslararası Gastronomi, Kültür, Sanat ve Turizm Enstitüsü) tarafından, Avrupa Gastronomi Bölgeleri programının bir parçası olarak, 2019'da bölgenin mutfak mirasını, farklı etnik grupların geleneklerini ve çok kültürlü topluluğu teşvik edecek bir etkinliğe de destek olacakmış. 

1920’de ilk üniversite açıldığından bu yana şehirde önemli bir öğrenci nüfusu da bulunuyormuş. Zaten sokaklarında gezerken çoğunlukla genç bir kitleyle karşılaşıyorsunuz. Drakula gibi bir fantastik karakterle tanınan bu bölgeyi ziyarete gelenler Sibiu’yu da es geçmeden gidemiyor ve bu yüzden şehir pek çok turisti de ağırlıyormuş. Bu yüzden turistlere yönelik olarak konaklama, alışveriş ve ulaşım konularında şehirde birçok imkan sunulmuş.

Şehirde ne yapalım derseniz öncelikle şehrin 15. yüzyıldan kalma büyük meydanına gitmeli ve meydanın etrafını çevreleyen yapılar görülmeli, Brukenthal Sarayı gibi dünyanın en eski müzesi gezilmeli, Barok mimarinin hakim olduğu sokaklarda gezilmeli, şehrin savunmasında kullanılan eski surlar görülmeli, iki bölge arasındaki merdivenlerden inip çıkarak yüzyıllar arasında dolaşılmalı, Sakson mimarisinin içine gizlenmiş hoş restoranlarda ve bohem cafelerde yemeli, içmeli, meydanlardaki canlılığa ve dinamizme hayran olunmalı ve son olarak şehrin huzurlu havası doyasıya yaşanmalı, daha ne olsun! 


Gezelim Görelim

Şehri böylece birazcık olsun tanıdıktan sonra haydi biraz da gezerek görelim. 

1 Mayıs 2018 

İki şehir arasındaki mesafe yaklaşık 70 km olmasına rağmen Sighisoara’dan Sibiu yönüne bindiğim tren yolculuğu 3 saate yakın sürdü. Trenler çok konforlu değil ve her köyde ve kasabada durduklarından çok yavaş gidiyorlar. Ancak oldukça dakikler ve ekonomik bir yolculuk sunuyorlar. Bu seyahat için bilet ücreti olarak 21,75 Lei ödedim. 

Çok güzel bir gündü ve hem Sighisoara hem de Sibiu günlük güneşlik bir gün yaşıyordu. Sibiu’ya kaçta ulaştım bilmiyorum ama öğleden sonra olduğunu hatırlıyorum. Tren istasyonundan çıkınca elimdeki adres tarifiyle yürümeye başladım. Sonra yanlış olabilir belki diye birilerine yine de sorma gereği duydum. İstasyonun tam karşısındaki caddeden yürümeye devam ettim ve bu şekilde 10-15 dakika yürüyünce kendimi Eski Şehrin ortasında buldum. Artık yürüdüğüm caddedeki binalar o kadar güzel ve tarihi gözüküyordu ki bir o yana bir bu yana bakmaktan kendimi alamıyordum.


Rezervasyon yaptırdığım Hosteli bulunca çok isabetli bir tercih yaptığımı düşündüm. Çünkü öyle bir yerdeydi ki hemen birkaç adım ötesinde Konsey Kulesi ve Büyük Meydan bulunuyordu. Ancak gürültülü bir barın hemen yanında olan bu hostelde  o geceyi geçirdikten sonra buranın gündüz için ideal ama gece için hiç de uygun olmadığını acı bir şekilde uykusuz kalarak anlayacaktım! 

Eski Şehirde bulunan Hostel doğal olarak tarihi bir binada bulunuyordu. Önce ana caddeden bir kemer kapıyı geçip bir avluya çıktım. Binanın bir üst katında olan Hostele gittim ama dış kapı kilitliydi ve bir şifre kutusu bulunuyordu. Hemen yanındaki bara girerek onlara sordum. Meğer zaten Hostel işletmesini onlar yapıyormuş. Bana kayıt için bir sürü belge doldurttular ve sonra hem kapı şifresini hem de wi-fi şifresini verdiler. Bunun yanısıra görevli genç bana bir harita verip üzerinde turistik yerleri gösterdi. Ayrıca yemek için de ana cadde üzerinde olan Super Mamma adlı bir restoranı önerdi. Bu Hostele 1 gece için 55 Lei ödedim.


Günün o saatinde barda kimsecikler yoktu. Görevli odamı, yatağımı ve kullanacağım banyo ve mutfak gibi ortak alanları gösterdi. Eşyaları koymak için anahtarını da verdikleri kilitli dolaplar bulunuyordu. Yemek pişirmek isteyenler için mutfağı özellikle çok donanımlıydı. Tencere, tava, tabak, bıçak ne isterseniz vardı. Sibiu’da vaktim çok fazla olmadığından yemek pişirmek için zaman ayırmak istemedim ve hep hazır yiyecekler aldım. 

Eşyalarımı bırakıp hafifledikten sonra dışarı çıktım ve ayaklarım doğruca Büyük Meydana doğru beni götürdü. Yukarıda bu Şehrin tarihi kısmının Yukarı Şehir ve Aşağı Şehir olarak iki ana bölümden oluştuğundan bahsetmiştim. Önce bulunduğum bu bölgeyi kısaca tanıyalım. 

Yukarı Şehir - The Upper Town (Orasul de Sus) 

Yukarı Şehrin merkezinde üç güzel meydan var. Büyük Meydan (The Great Square ), Roma Katolik Kilisesinin ve Romanya'nın en önemli sanat koleksiyonlarından birini bulacağınız Brukenthal Sarayı'nın bulunduğu yerdir. Meydan, kentin mükemmel manzarasını görmek için görülmeye değer olan Konsey Kulesi'nin altındaki bir geçitle Küçük Meydan'a (the Little Square) bağlanır. Üçüncü meydan olan Huet Meydanına ise, Evanjelik Katedrali hakim gözükmektedir. 

Şimdi de Hostelden çıkar çıkmaz kendimi tam ortasında bulduğum Büyük Meydanı görelim. 

Büyük Meydan - The Great Square (Piata Mare) 

Adından da anlaşılacağı gibi, burası şehrin en büyük meydanı ve 15. yüzyıldan beri şehrin merkezi olmuş. 142 metre uzunluğunda ve 93 metre genişliğinde olan bu Meydan, Transilvanya'daki meydanların en büyüklerinden birisidir. 


Şehrin en büyük meydanı olan Büyük Meydan’dan, ilk olarak 1411 tarihli yazılı bir belgede bahsedilmiş ve buranın bir tahıl pazarı olduğu belirtilmiş. Meydan, yüzyıllar boyunca şehrin hareketli ticaret faaliyetlerine, meclis toplantılarına ve hatta infaz ve idamlara sessiz tanıklık etmiş. 

Eski surlarla çevrili şehrin merkezinde bulunan bu meydan, Sibiu'daki en etkileyici binalardan bazılarının burada bulunması nedeniyle UNESCO tarafından da mimari bir anıt olarak tanımlanmış. Şehirdeki kutlamalar, festivaller, bazı spor müsabakaları, açılışlar gibi bazı etkinlikler halen burada gerçekleştiriliyormuş. 

Bu meydan aynı zamanda birçok kişinin buluşma noktası olarak da kullanılıyormuş. Meydandaki gezilecek önemli mekanların yanısıra burada çok şık ve hareketli cafe ve restoranlar da bulunuyor. 

Meydanın benim girdiğim tarafında bir de Gheorghe Lazar’a ait bir heykel bulunuyor. Sibiu’da doğan ve ölen Gheorghe Lazar (5 Haziran 1779-17 Eylül 1823), gerçek bir Transilvanya'lıymış. 1818 yılında Bükreş'teki ilk Romen dil okulunu kurmuş ve sonrasında ülke çapında bir bilim adamı olmuş.


Sibiu'nun bu ana meydanına komünist rejim sırasında dikilen heykeli, sosyalist realist tarzı nedeniyle tartışma yaratmış ve kaldırılmış. Heykeli, sonraları daha geleneksel bir portreyle değiştirilmiş. 

Şimdi sırasıyla Meydanı çevreleyen yapılara bakalım. 

Romanya'daki en önemli Barok anıtlardan biri olan Brukenthal Sarayı, meydanın kuzey-batı köşesinde yer alıyor. Transilvanya Valisi Samuel von Brukenthal'ın ikametgahı olarak 1777-1787 yılları arasında inşa edilmiş. 1817'de açılan Ulusal Brukenthal Müzesi dünyanın en eski müzelerinden birisiymiş. Bu müzeyi ertesi gün gezeceğim için detaylı bilgileri daha sonra vereceğim. 

Sarayın yanında, ön cephesinde Sibiu'nun eski arması bulunan 18. yüzyıldan kalma bir Barok ev olan peri masallarından fırlamışçasına güzel Mavi Ev (Blue House) veya Moringer Evi yer almaktadır. 


Meydanın kuzey tarafında, kolonileriyle birlikte, Sibiu'daki Cizvitlerin eski ikametgahı olan Cizvit (the Jesuit) Kilisesi bulunmaktadır. Ayrıca kuzeybatı tarafında, 20. yüzyılın başlarında şimdi belediye başkanının ofisine ev sahipliği yapan yani belediye binası (city hall) olan Art Nouveau tarzında bir bina inşa edilmiş.


Kuzey tarafındaki Jesuit Kilisesi'nin yanında, kentin sembollerinden biri olan Konsey Kulesi yer alıyor. 13. yüzyıldan kalma bu eski sur kulesi yıllar geçtikçe tekrar tekrar yapılmış. 


Kulenin yanındaki bina, Belediye Meclisinin toplantı yeriymiş. Bu Kulenin altında, Büyük Meydan ile Küçük Meydan arasında bir bağlantı yolu bulunmaktadır.


Meydanın güney ve doğu tarafında, kentin gözleri olarak bilinen küçük pencereli, yüksek çatılı, iki veya üç katlı evler bulunuyor. Bu evlerin çoğu, 15. ve 19. yüzyıllar arasında yapılmış ve mimarileri Rönesans veya Barok tarzındaymış.


Meydandan ayrılmadan önce buradaki bazı yapıları daha detaylı inceleyelim. Önceliğimiz şehrin sembolü olan Konsey Kulesi olsun. 

Konsey Kulesi - Council Tower (Turnul Sfatului) 

Avram Iancu Caddesi'nin köşesinde eski belediye başkanının ikametgahı ve heybetli Konsey Kulesi (Turnul Sfatului) yer almaktadır. 1224-1241 yılları arasında inşa edildiği tahmin edilen bu kule, Sibiu çevresine inşa edilmiş müstahkem duvarların ikinci sırasına giriş kapısı olarak yapılmış. İlk büyük trajedisini 1586 yılında yaşamış ve kulenin üst katı çökmüş. Dahası oralarda resim yapmakta olan Johann David adında bir sanatçı hayatını kaybetmiş. Cesedini kulenin altına gömmüşler. Daha sonra tekrar tekrar inşa edilen kule tarihte farklı amaçlar için kullanılmış. 


Yüzyıllar boyunca, Konsey Kulesi bir tahıl deposu, bir yangın gözetleme kulesi, geçici bir hapishane ve hatta 18. yüzyılın ortalarında bir botanik müzesi olarak bile hizmet vermiş. Aslen piramit formunda inşa edilen çatı, 1826'da dört köşe taretinin yani kulesinin eklenmesiyle sonuçlanan çeşitli değişikliklere uğramış. Günümüze ise orijinal kuleden yalnızca ilk kat kalmış. Bugün ise 7 katlı ve her katında geçici sergilerin bulunduğu bir müze konumunda burası. 


Kulenin içine küçük bir kapı ile giriliyor. En üst katta, bir gözlem platformu, tarihi kente ve ötesindeki Fagaras Dağları'na kuş bakışı bir manzara sunuyor. Kulenin en üst katında ayrıca saatli kulede yer alan saatin mekanizmalarını görebiliyormuşsunuz. Sanatçılar da, çalışmalarını burada ücretsiz sergileyebiliyormuş. Ziyaret Saatleri 10.00 – 20.00 olan Kulenin giriş ücreti değişmediyse 3 Lei civarındaymış. 


Burayı da dışarıdan gördükten sonra artık Küçük Meydan tarafına gidebiliriz.

Küçük Meydan - The Little Square (Piata Mica) 

Yukarı Şehir'in kuzey kesiminde yer alan Küçük Meydan adından da anlaşılacağı gibi, Büyük Meydana göre daha küçük bir meydandır. Meydan, diğer iki meydana ve diğer caddelere küçük, dar geçitler ile bağlanmış. Büyük Meydan'dan, Küçük Meydan'a ulaşmak için Konsey Kulesi'nin kemerlerinin altındaki iki tünelin birisinden geçmek yetiyor.


Aşağı Şehir'den ana erişim, meydanı ikiye bölen Ocnei Caddesi'nden yapılmakta. Bu Cadde, Romanya'da dökme demirden yapılmış ilk köprü olan 1859 tarihli Yalancılar Köprüsü'nün (the Liar's Bridge) altından geçmekte. 

Bu ikinci Kale Meydanının kuzey ve doğu taraflarındaki sıralı evlerde bir zamanlar kentin en prestijli ustaları yaşıyormuş. Bu evlerin çoğu 14-16. yüzyıllar arasında inşa edilmiş. Bu evlerin çoğunun bir hikayesi de varmış.


Örneğin Yalancılar Köprüsünün sağında yer alan ve kentin bir diğer simgesi olan Halk Sanatları Evi (The House of the Arts) bunlardan birisi. 14. yüzyıldan kalma bu kemerli yapı eskiden Butcher’s House adıyla Kasaplar Loncası'na aitken sonra dericilerin kullandığı bir bina olmuş. Günümüzde ise Etnoğrafya ve Güzel Sanatlar Müzesi olarak hizmet veriyormuş.

Emil Sigerus Saxon Ethnographic Museum (Muzeul de Etnographie si Arta Populara Saseasca Emil Sigerus) 

Piata Mica’da yani Küçük Meydan’da bulunuyor. Salı – Pazar günleri 09.00–18.00 arası kış aylarında 10.00–17.00 arası açık olan Müzeye giriş ücretlidir. 19. yüzyılın sonunda Transilvanya Sakson Halk Sanatlarının en önemli koleksiyoncusu Emil Sigerus tarafından başlatılan boyalı mobilyalar, kostüm-tekstil-nakış ve seramik koleksiyonları burada yer almaktadır. Müze ayrıca 1895 yılında Siebenbugishen Karpathenverein Birliği tarafından açılan Karpatlar Transilvanya Müzesi veya MSVK'nın orijinal koleksiyonlarını da içermektedir.



Meydanda yer alan bir diğer önemli bina ise Köprünün sol tarafında kalan Luxemburg House olarak adlandırılan yapıdır. İlk olarak 15. yüzyılda inşa edilen bina, Lüksemburg’un desteğiyle 1999-2003 yıllarında restore edilmiş. Klasik, Barok ve Rokoko stilinde restore edilen bu dört katlı binayı, 2004 yılında Lüksemburg Dükü Henri ve Düşes Maria Tereza ziyaret etmiş. Bu önemli ziyaretin ardından ismi Luxemburg House (Lüksemburg Evi) olarak değiştirilmiş. Günümüzde bu bina otel olarak kullanılıyormuş.



2007 yılında yapılan iyileştirme çabalarından sonra, bu bölgedeki pub ve restoran gibi küçük işletme sayısında artış olmuş. Bugün bu meydanda, müzeler, küçük dükkanlar, oteller, cafeler ve işletmeler bulunuyor. Bu Meydanda ayrıca turistik eşyaların satıldığı küçük standlar da bulunuyor. Bu stantlardan birinden geleneksel alışverişim olan magneti 5 Lei, küçük bir kupayı yine 5 Lei ödeyerek aldım. 

Küçük Meydanda ilgisini çekenler için birkaç müze daha bulunuyor. Benim ilgimi çekmediği için sadece dıştan görmekle yetindim. 

Eczacılık Müzesi - Pharmacy Museum (Muzeul de Istorie a Farmaciei) 

Küçük Meydanda bulunan Eczacılık Müzesi (Pharmacy Museum), Salı–Pazar günleri 10.00–18.00 arası açık ve giriş ücretlidir. Sibiu’da ilk eczane 1494 yılında açılmış. Tarihi oldukça eski ancak Sakson şehirlerinde aynı dönemde pek çok eczane açılmış. Buradaki müze, 1568 yılından beri ilaç deposu olarak kullanılan binada hizmet veriyormuş. Romanya'daki en eski eczane olan La Ursul Negru (The Black Bear) 150 yıldan fazla bir süre 16. yüzyıldan kalma bu binada faaliyet göstermiş. 1972 yılında açılan müzede, 32 şehirden, kimyacılardan, tıbbi kurumlardan ve şahıslardan buraya gönderilen 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar 6000’den fazla eczacılık objesi sergileniyormuş.


Bu müzede, Sibiu'nun tarihte Transilvanya'daki herhangi bir şehirden daha fazla kimyacıya sahip olduğuna dikkat çekiliyormuş. Müzenin koleksiyonları, cerrahi aletlerden, mikroskoplara, ahşap, çin, cam, bronz materyal kullanılarak yapılmış kaselere, koleksiyondaki en eski parça olan ilaç hazırlamak için kullanılan 1597 yılına ait bronz bir havan gibi özel parçalardan Viyana tarzındaki teraziler ve ağırlıklara kadar pek çok tıbbi aletleri içeriyormuş. Bunların yanında ilaçların nasıl yapıldığını anlatan üç buçuk asırlık yazılar da bulunmaktaymış.


Müzenin ön tarafında, 18. yüzyıldan kalma bir "apoteka" (Almancada "eczane") hazırlanarak ahşap Viyana tezgahları ve cam kavanoz yığınları ile tarihi bir atmosfer yaratılmış. 



Franz Binder World Ethnographic Museum (Muzeul de Etnografie Universala Franz Binder) 


Küçük Meydanda bulunan Müze, Salı–Pazar günleri 10.00–18.00 arası açık ve giriş ücretlidir. 1865 ve 1867 yılları arasında inşa edilen "Hermes Evi"'nde (başlangıçta "Küçük El Sanatları Birliği Evi" olarak adlandırılıyormuş) yer alan Franz Binder koleksiyonları, 19. yüzyılda gezginler ve koleksiyonculardan yapılan bağışlar ve satın almalarla kurulmuş. "Dünyanın sanat ve kültüründen - dünya insanları" adlı kalıcı sergi, Kuzey Afrika ve Nil, Çin, Japonya, Okyanusya, Küçük Asya, Brezilya, Lapland ve Avustralya gibi dünyanın çeşitli yerlerinden gelen objeler sergileniyormuş.





Buraya kadar gelmişken meşhur Yalancılar Köprüsüne de bir bakıp her turistin yaptığı gibi Köprüden fotoğrafımızı da çekelim. 


Yalanlar Köprüsü - The Bridge of Lies (Podul Minciunilor) 



Şehirdeki birkaç dik cadde Yukarı Şehir ve Aşağı Şehir arasında merdivenlerle birbirine bağlanıyormuş. Bunlardan birisi olan Ocnei Caddesi, demirden yapılmış Yalanlar Köprüsünün (the Bridge of Lies) altından geçiyor. 1859 yılında Fredericus Hutte tarafından yaptırılan bu köprü, Romanya'daki en eski dökme demir köprüymüş. Demir köprü yapılmadan önce burada ahşap bir köprü varmış.





Bu köprünün bir diğer adı da Yalancılar Köprüsüymüş. Efsaneye göre, köprünün ahşap olduğu zamanlarda üçkağıtçı tüccarlar, halka daha çok şey satabilmek için çok fazla yalan söylermiş. Uzun uzun konuşarak satmak istedikleri malı abartırlar ve ederinin üzerinde bir fiyata satmaya çalışırlarmış. Hatta bazıları pazarlıklarını bu köprüde yaparmış. Tüccar ve müşterileri arasında çıkan ateşli anlaşmazlıklardan çevredekiler de nasibini alırmış. 

Ayrıca yine efsaneye göre bu köprü genç aşıkların sıkça buluştukları ve aşklarının sonsuza kadar süreceğine ilişkin tutkulu ama bir o kadar da gelip geçici yemin ettikleri bir yer olmuş. Bu her iki nedenden olayı köprünün ismi Yalancılar Köprüsü olarak söylenegelmiş. Yalanla ilgili bu iki efsane sonucunda köprünün üzerinde yalan söylenirse köprünün çökeceğine inanılmaya başlanmış. Ancak, Romen diktatör Çavuşesku, bir tarihte bu köprüye çıkıp yalanlarla dolu bir konuşma yapmış. Köprünün yıkılmadığını gören halk zamanla bu efsaneyi unutup gitmiş. 


Her ne kadar sıradan bir köprü gibi dursa da, bu efsanelerle buraya pek çok anlam yüklenmiş. Turistler bu tarz hikayeleri sevince, haliyle şehrin en popüler noktalarından birisi olmuş. İlginç bir şey daha söyleyeyim. Köprünün üzerinde yazan Romence kelimelere dikkatli bakarsanız sanki "fırıldak" yazıyormuş gibi geldi. Belki de bu kelime bize Romenceden geçmiştir veya bizden onlara kim bilir!

Köprüden ve civarından çok nefis bir Aşağı Şehir manzarası görülüyor.


Yalancılar Köprüsünden turistik çekimimizi de yapalım artık. Önce Küçük Meydana doğru, sonra Aşağı Şehir tarafına doğru.



Şehrin en turistik noktasını da gördükten sonra düz ilerlediğimde karşıma Merdiven Kulesi çıktı. Bu kule 13. yüzyılda, Aşağı Şehir ile Yukarı Şehri birbirine bağlamak için yapılmış Sibiu’nun en eski yapılarından birisiymiş. 


Uzun merdivenlerinden dolayı adına Merdiven Kulesi denilmiş. Eskiden bu bölgede demirci dükkanları bulunduğundan bir diğer ismi de Demirci Kulesiymiş. 


Kulenin yanında bulunan binada, Ortaçağda demirin nasıl dövülerek işlendiğinin anlatıldığı küçük bir deneyim müzesi bulunuyormuş. Ben girmedim ama zamanınız olursa buraya gelip bu gösteriyi izleyebilirsiniz. 

Merdiven Kulesini de geçip yola düz devam ettim ve sola döndüğümde kendimi şehrin 3. Meydanı olan Huet Meydanında buldum. 

Huet Meydanı - Huet Square (Piata Huet) 

Huet Meydanı, Evanjelist Katedrali'nin (the Evangelical Lutheran Cathedral - Biserica Evangelica) hakim olduğu bir meydan. 





Bu Meydan, 12. yüzyılın sonlarında veya 13. yüzyılın başlarında Kaledeki en eski tahkimatların yapıldığı yermiş. Bu meydanın etrafındaki binalar çoğunlukla Gotik tarzında inşa edilmiş. 



Batı tarafında, eski bir 14. yüzyıl okulunun yerinde bulunan ve kentin gururlu Alman mirasını taşıyan bir Alman okulu olan, Samuel von Brukenthal Lisesi yer almaktadır.


Meydanın ortasında 1817-1893 yıllarında yaşamış bir Transilvanya tarihçisi ve Lutheran piskoposu olan Georg Daniel Teutsch’a ait bir heykel bulunuyor. 


Şimdi gelelim bu meydanın en önemli ve en etkileyici yapısı olan Evanjelist Katedraline. 

Evanjelist Katedrali - the Evangelical Lutheran Cathedral (Biserica Evangelica) 

Kelime anlamı olarak Evanjelist, Hıristiyanlık bildilerini yayan kişilere deniliyormuş ve tarihte onlara adanan ilk katedral de burasıymış. Beş sivri kuleye sahip bu etkileyici yapı, 1520 yılında 12. yüzyıldan kalma eski bir Roma bazilikasının üzerine inşa edilmiş. 73.34 metre yüksekliğindeki ana kulesiyle Transilvanya’nın en büyük yapısıymış.


Katolik Kilisesi'nin tam aksine iç kısmı sade ve daha koyu renkliymiş. Katedralin içerisinde çok sayıda yaldızlı, gümüşten yapılmış dini figürler bulunuyormuş. 1445'te Johannes of Rosenau tarafından resmedilen devasa bir fresk, rahip ve koronun bulunduğu kuzey duvarını kaplıyormuş. Duvar resmi çarmıha gerilmeyi gösteriyor ve bu resim geç gotik tarzdan rönesans tarzına geçişi işaret ediyormuş. Güney tarafında, güzel kemerli bir tavanı olan koro katında, 1671 yılında Alman bir usta tarafından tasarlanan barok bir org bulunmaktaymış. 1914'te Romanya'nın en büyüğü olan bu orgun altı bin ses tuşu varmış. Dünyada buna benzer sadece Berlin ve Talin’de olmak üzere 2 tane org bulunuyormuş. 


1496 yılından başlayarak 300 yıl boyunca belediye başkanları, il idarecileri ve Sibiu’daki önemli kişiler Katedralin bodrum katında bulunan mezarlığa gömülmüş. 1796 yılında, defin işlemlerinin buraya yapılmamasına karar verilmiş. Ancak bir süre sonra, 1803 yılında, şehrin gelmiş geçmiş en önemli isimlerinden birisi olan Samuel von Brukenthal hayatını kaybedince, ona ayrıcalık yaparak buraya gömmüşler. Mezarlıkta toplam 67 mezar taşı bulunuyormuş. 

Katedrale giriş fiyatı 8 Lei ve bu ücretle katedralin kulesine de çıkabiliyorsunuz. Ben katedrale de girmedim ve doğal olarak kulesine de çıkmadım. Okuduklarıma göre dönerek birçok merdiven çıkılıyor ve kulenin belli bir noktasında da ahşap merdivenlerle en üst bölüme ulaşılıyormuş. 

Meydanı geçerek muhteşem yapıların her iki yana dizildiği Mitropoliei Caddesinde yürümeye başladım.


1781 yılında, Avusturya İmparatoru II. Josef’in emriyle Sibiu’nun kapıları tüm yabancılara açılmış. Başta Macarlar olmak üzere, diğer Avrupa ülkelerinin zenginleri Sibiu’dan pek çok ev satın almış veya yeni ev yaptırmışlar. İşte bu evlerden bazıları Mitropoliei Caddesi üzerinde bulunuyormuş.


Sağ tarafta Tarih Müzesini gördüm ama vaktim sınırlı olduğundan yanından yürüdüm geçtim.


The History Museum (Muzeul de Istorie) 

Mitropoliei caddesinde bulunuyor. Katedralin önünden düz ilerleyince tarih müzesine ulaşılıyor. Salı–Pazar günleri 09.00–18.00 arası kış aylarında 10.00–17.00 arası açık olan Müzeye giriş ücretli ve değişmediyse 20 Lei imiş.


Bu müze, tipik Transilvanya Gotik sivil mimarisine sahip Eski Belediye Binası'nda (Primaria Veche) yer almaktadır. Müze binası 1545 yılında yapılarak, 400 yıl boyunca (1948’e kadar) şehrin belediye binası olarak kullanılmış. Tarih boyunca sürekli genişletme ve restore çalışmaları yapıldığı için 10 farklı mimari tarzı bünyesinde barındırıyormuş. 



Burada, Neolitik ve Roma dönemlerinden günümüze kadar şehir ve bölgenin tarihini öğrenebilirsiniz. Ortaçağ ve Barok döneminden zengin koleksiyonlara ek olarak, güzel bir gümüş eşya sergisi varmış. Burada ayrıca yontma taş devrinden başlayarak insanların geçmişte Transilvanya’da nasıl yaşadıklarına dair canlandırmalar, figürler sergileniyormuş.  





Sol tarafta her haliyle tarihi bir yapı olduğu anlaşılan Reformed Church bulunuyor. 

Reform Kilisesi - Reformed Church (Biserica Reformata) 

1783 ve 1786 yılları arasında inşa edilen kilise, Barok tarzındaki dar cephesi nedeniyle öne çıkan tek anıt olarak görülüyormuş. Calvinist inancının ilkelerine göre tanzim edilen ciddi iç mekan, apsisli bir salona benzeyen bir kilise görünümündeymiş. İki büyük sütun üzerindeki bir platform üzerine yerleştirilen org, kilisenin batı tarafında bulunuyormuş.


Girişi çok güzel olan bu bina da sanırım öğrenci yurdu olsa gerek, ellerinde bavulla girenleri gördüm.


Bu da Caddedeki yine tarihi olduğu belli olan bir banka binası. 


Yavaş yavaş daha uzaklardan görmeye başladığım Ortodoks Katedraline doğru yaklaştım.


Orthodox Metropolitan Cathedral (Catedrala Ortodoxa Mitropolitana Sf. Treime) 

Mitropoliei caddesinde bulunan ve 1902-1906 yılları arasında eski bir Rum kilisesinin yerine inşa edilen kilisedir. Bu Katedralin İstanbul’daki Ayasofya Katedralinden esinlenerek benzer bir tarzda yapıldığı belirtilmektedir. 


İç kısıma kocaman bir altın avize hakim durumdadır ve neo-Bizans süslemeler bulunmaktadır. Bu Katedral, en büyüğü Iasi'de olan Romanya'daki en büyük ikinci Ortodoks Katedraliymiş ve Ortodoks inancının merkezi konumundaymış. 


Girişin ücretsiz olduğu Katedralde her gün ayin düzenlenmekteymiş. İçeri girdim ve fazlaca etkilenmediğim katedrali hızlıca gezerek çıktım. 


Caddede yürümeye devam ettim. Sağ tarafta çok güzel evler gördüm. Özellikle şu mavi olanın çatı katı pencereleri göz gibi değil mi!


Çok gitmeden muhteşem binasıyla dini eğitim veren bir fakülte olan Academia Andreiana’yı gördüm.


Caddede ilerlememi sürdürdüm ve nasıl gittim bilmiyorum Sibiu’nun trafiğe kapalı, alışveriş caddesi olan Nicholae Balcescu Caddesine gelmişim. 


Her şehirde bizim İstiklal Caddesi gibi ünlü markaların mağazaları bulunan, cafeler, restoranlar ve eğlence mekanlarının olduğu böyle caddeler vardır. 



Caddedeki hayat çok canlıydı ve havanın güzel olmasından istifade eden Sibiu’lular çoluk çocuk kendilerini bu caddeye atmışlardı. 



Tam o sırada Hosteldeki görevli gencin önerdiği restoranı gördüm. Vakit epeyce ilerlemiş ve oldukça acıkmıştım. Bu cadde üzerinde bulunan Super Mamma adlı bu restorana girdim. O kadar uzun bir kuyruk vardı ki ve yiyecekler de çok çeşitliydi. Lazanya yemeye karar verdim ve yanında kahveyle birlikte bu yemeğe 15 Lei ödedim. Self service hizmet veren Super Mamma biraz fast food tarzı biraz restoran gibiydi. Yediğim lazanya hiç fena değildi.


Çıkışta tatlı niyetine caddede kurulan dondurma tezgahlarından 3,50 Lei ödeyerek karadut dondurması aldım. Ohh keyfim iyice yerine gelmişti ve tekrar gezmeye devam edebilirdim. 

Caddenin sonunda hediyelik eşya ve takı tezgahlarının olduğu ara bir sokak var. 



Buraya da hızlıca bir göz attıktan sonra tekrar caddeye döndüm.



Bu caddede de çok hoş ve tarihi binalar bulunuyor.


Biraz yorulduğumu hissettim ve soluklanmak için zaten çok yakın olan hostele gittim. Burası da hostelin bulunduğu avlu oluyor.


Biraz dinlendikten sonra tekrar Nicholae Balcescu Caddesine döndüm ve burada gezmeye başladım.


Nasıl ve nereden gittim bilmiyorum ama kendimi surların ve kulelerin olduğu bölümde buldum. 


Surların altına kemerli kapılar yapılarak merdivenlerle Aşağı Şehir ve Yukarı Şehir birbirine bağlanmış. 


Surların üstüne çıktım, ağaçlıklı, kenarlara banklar konulmuş çok güzel bir yürüyüş yolu yapıldığını gördüm.  


Buradan yürümeye başladım ve bir yandan da Eski Şehir kısmındaki renkli evleri seyrettim.



Biraz ilerleyince ilk kuleyi yani Harquebusiers' Kulesini görmeye başladım.


Sibiu'nun Kuleleri - Sibiu's Towers (Turnurile Sibiului) 

Yüzlerce yıldır, Transilvanya'nın tam merkezindeki bu kale şehri, Avrupa'nın en güçlü ve müreffeh kalelerinden birisiymiş. Sibiu kalesi, kenti Orta Avrupa'daki en önemli korunaklı şehirlerden birisi yapmış. Kentin etrafına, çoğu kil tuğladan yapılmış çok sayıda halka duvarlar yapılmış. Etkili ve kalın duvarlarla çevrili, Sibiu'nun orijinal tahkimatı 39 savunma kulesi, beş siper, dört kapı ve beş topçu bataryasından oluşuyormuş. 16. yüzyıldan kalma Büyük Kule - Great Tower (Turnul Gros), Sibiu'nun 1778'de sahnelenen ilk tiyatro gösterisine ev sahipliği yapmış. 

Kulelerin muhtemelen 15 veya 16. yüzyılda şehrin savunulması amacıyla inşa edildiği düşünülmektedir. Surlar ve kuleler o kadar güçlüymüş ki, Osmanlı ordularını 3 defa durdurmayı başarabilmiş. 

Kulelerde depolanan silah ve barutların patlaması sonucu 16. yüzyılda çıkan iki büyük yangından dolayı kuleler oldukça fazla zarar görmüş. Şehrin zengin loncaları sayesinde, kuleler ve surlar yenilenmiş. 16. yüzyılda, çoğunlukla yaprak şeklindeki burçlar olmak üzere kaleye daha modern unsurlar eklenmiş. Bunlardan ikisi, Coposu Bulvarı'ndan aşağıya doğru inen Haller Burcu (Haller Bastion) ve Soldisch Burcu olarak günümüze kadar gelmiş. Onofreiu Meydanı'nın (Piata Onofreiu) kuzey ucunda, Spitalelor Caddesinde bulunan Haller Bastion (Bastionul Haller), Sibiu'nun 16. yüzyıldaki belediye başkanı olan Petrus Haller'in 1551 yılında kırmızı tuğladan bir kule inşa ettirmesinin ardından onun adıyla anılmaya başlanmış. Bu 2 burcu şehir dışında kaldığından  ve zamanım olmadığından görme şansım olmadı. 

Her ne kadar tüm surlar ve kuleler oldukça iyi korunsa da, en iyi korunan bölüm, saldırıların en sık o yönden gelmesinden kaynaklı olarak yüzyıllarca birkaç kez takviye edilen güneydoğu kısmı olmuş. Buradaki üç paralel duvarın tamamı hala görülebilmekteymiş. İlk sıra dış kısma yapılan toprak doldurulmuş bir tümsekmiş. İkinci sıra, 10 metre yüksekliğinde kırmızı tuğla bir duvar ve üçüncü sıra da 10 metre yüksekliğinde bir duvarla birbirine bağlanmış kulelerden oluşuyormuş. Tüm yapılar, şehir ve savunma hatları arasında geçişi sağlamak için tasarlanmış bir labirent tünel ve geçit yolları ile birbirine bağlanmış.


19. yüzyılda şehrin genişlemesi nedeniyle yeni evler yapmak için surların, kulelerin ve kale kapılarının büyük bölümü yıkılmış. Ülkenin yaşadığı komünist dönem sırasında da kuleler ve surlar bir hayli zarar görmüş. 39 savunma kulesinden sadece 15. yüzyıldan kalma üç kule zamanın sınavına dayanabilmiş. Bunlar Harquebusiers' Kulesi - Harquebusiers' Tower (Turnul Archebuzierilor), Marangozlar Kulesi - Carpenters' Tower (Turnul Dulgherilor) ve Çömlekçiler Kulesi - Potters' Tower (Turnul Olarilor) olarak sayılabilir. 

Taş veya tuğladan yapılan Kulelerin bazılarının üst kısmı sekizgen ve ateşli silahların kullanılabilmesine uygun delikler bulunacak şekilde dizayn edilmiş. Kulelere, Transilvanya bölgesinde bulunan diğer savunma kalelerinde olduğu gibi kuleyi yaptıran meslek grubuna göre dokumacı, ayakkabıcı, balıkçı, marangoz gibi meslek isimleri verilmiş. Kuleyi yaptıranlar o kulenin bakımını ve sorumluluğunu da üstleniyormuş. 

Surların üzerinden Sibiu'nun yeni şehir bölgesi yeşiller içinde çok güzel görünüyordu.


Surlardan aşağıya inerek Cetatii Caddesinde yürümeye devam ettim.


Geldiğim yönde sokağın ilerisinde olan kule Çömlekçiler Kulesiydi (Potters' Tower - Turnul Olarilor). Kule çok sağlam ve güçlü bir yapı olarak gözüküyor. 


Çömlekçiler Kulesi bir sur duvarıyla sokağın başındaki Marangozlar Kulesine bağlanıyor.



Sanırım Marangozlar Kulesi belli bir ücret ödenerek gezilebiliyor. Bu Kulede sağlamlık açısından diğer Kuleden aşağı kalmaz.


Bu Kulenin hemen ilerisinde aynı hizada yer alan Thalia adında şahane  bir binayla karşılaştım. Üzerinde 1788-2004 tarihleri bulunan bu yapı Filarmoni Orkestrası Binasıymış. 


Bu binanın tam karşısında Gastronomi Enstitüsü binası var ve cadde boyunca da çok hoş restoranlar sıralanmış. 


Hatta Pardon adında çok nezih bir restoran ızgaralarını dışarda müşterilerinin gözü önünde yapıyordu. 



Daha sonra aynı cadde üzerinde bulunan Doğa Tarihi Müzesinin yanından geçtim. 

Natural History Museum (Muzeul de Istorie Naturala) 

Cetatii caddesinde bulunan müze, Salı–Pazar günleri 10.00–18.00 arası açık ve giriş ücretliymiş. Romanya'da türünün en eski ve en zengin müzelerinden birisi olan bu müze, 1849'da Transilvanya Doğal Bilimler Derneği (Almanca Siebenburgischer Verein für Naturwiessenschaften) tarafından kurulmuş. 1895 yılında yapılmış bir binada hizmet veren müzede, jeoloji (yer bilimi), paleontoloji (fosil bilimi), botanik (bitki bilimi) ve zooloji (hayvan bilimi) kategorilerinde 1 milyondan fazla obje sergileniyormuş. Burada ayrıca bir astronomik gözlem merkezi de bulunmaktaymış. 


Akşam olmuştu ve burayı zaten gezemeyecektim. Ara sokaklara girerek eski şehrin mimari dokusunu görmeye çalıştım. 




Çok güzel bir binası olan Gheorghe Lazar Kolejini gördüm. 


Tiyatro binası mı konsolosluk binası mı ne olduğunu anlayamadığım çok hoş bir bina gördüm. 


Böyle böyle gezerek Büyük Meydana kadar geldim.


Meydanın ortasında çiçeklerle süslenmiş, demir kafeslerle çevrili mezar gibi bir yer var. 


Meydanın akşam saatlerinden de birkaç kare eklemek istiyorum. Böyle güzel meydanları olan şehirlere bayılıyorum! 




Evet artık bu Meydanın en önemli yapısı olan Katolik Kilisesini gezebilirim.

Roma Katolik Kilisesi - The Holy Trinity Roman Catholic Church (Biserica Romano-Catolica) 

Bir diğer adıyla Jesuit Church denilen Roma Katolik Kilisesi (Biserica Romano-Catolica), Büyük Meydan'ın kuzey tarafına hakim bir yapıdadır. Klasik süslemeli bu güzel barok yapı, 1726-1738 yılları arasında inşa edilmiş. Kilisenin Kulesi, 1738'de nef üzerine yerleştirilmiş ve bir yıl sonra üstüne bir haç oturtulmuş. Sibiu’da, bu tarih öncesinde Katolikler için yapılmış bir ibadet yeri bulunmuyormuş. Savaşlar sırasında gelen Avusturya orduları yanlarında Cizvit papazlarını getirmişler ve o zaman böyle bir katolik kilisesine ihtiyaç duyulmuş.


Burası, tamamen yenilenmiş iç kısmı, altın renkli duvarları ve renkli tavan freskleri ile muhteşem bir kilise. Yan sunaklar ve kolonlar pembe renkli mermerlerle parıldarken büyük ustalıkla yapılmış taş oymalar, kilise nefinin büyük bir kısmını kaplamaktadır.


Sunağın arkasındaki fresk, 1777 yılında Anton Steinwald tarafından yapılmış. Kilisenin içinde, 1744-1747 yılları arasında Transilvanya'nın komutanı olan Otto Ferdinand de Abensberg'in taş mezarı bulunmaktadır. 


Girişin ücretsiz olduğu Kilisede genellikle haftada bir kez Org resitalleri yapılıyormuş. 


Kilisenin içini gördükten sonra Küçük Meydan tarafına gittim.



Bu da Konsey Kulesinin akşam saatlerindeki görüntüsü oluyor.



Yalancılar Köprüsünün yanındaki merdivenlerden inerek Aşağı Şehiri gezmeye başladım. 

Aşağı Şehir - The Lower Town (Orasul de Jos) 

Aşağı Şehir, Nehir ile tepe arasındaki alanı oluşturuyormuş ve buradaki yerleşim en eski surlar çevresinde gelişmiş. Aşağı Şehrin sokakları, küçük şehir meydanları olan Ortaçağ şehir standartlarına göre oldukça geniş ve uzunmuş.Mimari yapısı ise oldukça rustikmiş.


Tipik olarak yüksek çatılı ve giriş kapısından iç avlulara açılan geçitleri olan iki katlı evler burada yer almaktadır.



Akşam olması nedeniyle burası adeta boşalmıştı ve sokaklarda fazla insan yoktu. Buradaki evler de Yukarı Şehirdekilerden aşağı kalmıyordu. Çok güzel evler sıra sıra inci tanesi gibi dizilmişti. 



Böyle gezerken tarihi Ursuline Manastırını gördüm. Meğer tren istasyonundan hostele gelirken cadde üzerinde gördüğüm kilise burasıymış. Farklı bir yoldan gelince baştan anlayamamıştım ama sonra yürüdüğüm yolu görünce hatırladım. 

Ursuline Monastery (Manastirea Ursulinelor) 

Manastır, General Gh. Magheru Caddesinde bulunmaktadır. 1474 yılında inşa edilen Manastır, 1543 yılında Lutheranlar burayı ele geçirene kadar Dominik Manastırı'na ev sahipliği yapmış. Manastır, Almancada Klosterkirche adı altında biliniyormuş ve daha sonra 1755 yılında Ursuline Manastırı olmuş.


Ursulinler, gotik iç mekanı barok tarzına çevirmiş. Binanın giriş kapısı ve dışındaki grift yapılar dahil olmak üzere eski gotik ayrıntıların çoğu muhafaza edilmiş. İçeride, kilisenin çeşitli azizlerini ve koruyucularını temsil eden üç sunak ve güzel tablolar varmış.


Kentin sembolü haline gelmiş yapılardan biridir. Katedralin içerisindeki duvarlarda mezarlar da bulunmaktadır. 16. Yüzyılda duvardaki mezarlar yenilenerek renkli mermerler tercih edilmiş ve bu da Kiliseye çok farklı bir ambiyans katmış. Ziyaret saatleri 09.00–17.00, pazar günleri 11.00–17.00 olan kiliseye giriş ücretsizdir. 


Manastırın önünde 16. Yüzyılda yaşamış bir başpiskopos olan Nicholaus Olahus’a ait bir heykel var. 


Biraz daha ara sokaklarda gezdikten sonra yorgun düştüm ve hostele gitmeye karar verdim. Bunlar da dönüş yolum üzerinde çektiklerim.



Bazı binaların açıkça restorasyona ihtiyacı var ve bunlar da yapılmış olsa burası muhteşem bir eski şehir olur.


Hostelin tam karşısındaki Express Marketten 2 muz, içecek, 1 meyveli yoğurt ve 2 kruvasan alarak 7,49 Lei ödedim. Özellikle burada muz fiyatları çok uygun gözüküyordu.


Hostele gidip mutfakta birşeyler yedim ve içtim. O sırada orada bulunmakta olan ve Polonyalı olduğunu öğrendiğim bir genç söylenip duruyordu. Sonra öğrendim ki hostelde kalan bir Alman yemek yedikten sonra kirli tabağını ve bardağını öylece evyeye bırakmış. Halbuki bu tarz yerlerde temel kural herkes kirlettiği mutfak eşyalarını yıkayıp temiz bırakmak zorundadır. Bunlar pis işlerini bizim gibi ülkelere yaptırmaya alıştıklarından temizlemeyi bilmiyorlar dedi. Romanya’ya sanırım iş bulmak için gelmiş. Çok üzüldüm doğrusu, Romen gençler işsizlikten diğer Avrupa ülkelerine gitmeye çalışıyorlar, bu garibim de fakir Romanya’da kendine iş kapısı bulmaya çalışıyor! Polonyalı gencin çok yarası vardı. Hani derler ya bir dokun bin ah işit hesabı. İngilizcem öyle şakır şakır dış politika tartışacak kadar iyi olmadığından fazla sohbet edemedim. Keşke konuşabilseydim diye çok esef ettim! 

Hava kararmıştı ama hostel merkezde olunca şöyle bir akşam havasını da göreyim istedim. 


Artık hostele dönüp biraz dinleneyim istedim. Ama uyumak ne mümkün, bir gürültü, bir müzik sesi sabaha kadar beni uyutmadı. Ne yapalım bazen oluyor böyle şeyler, seyahatte herşeye hazırlıklı olmak gerekiyor. Sonraki akşam uyuyup telafi ederim dedim. 

2 Mayıs 2018 

Sabah erkenden kalktım, uyuyamadım bari bir duş yapayım dedim. Sonrasında yiyecek börek gibi bir şeyler alayım diye dışarı çıktım.


Büyük Meydan daha sabahın bu saatinde kalabalık olmaya başlamıştı.


Romanya'daki gördüğüm her şehirde adım başı bizim simitçilerimiz gibi hamurişi ürünlerin satıldığı yerler var. Bu Romenler de bizim gibi börek, poğaca gibi hamurişi yemeyi çok seviyor anlaşılan. Böyle bir börekçiden 3,50 Lei ödeyerek peynirli börek aldım. Hostele geri dönüp mutfakta hazırladığım çay eşliğinde sabah kahvaltımı yapmış oldum. 

Hemen Büyük Meydana yöneldim, çünkü kalan sınırlı zamanımda Brukenthal Sarayında bulunan Güzel Sanatlar Müzesini gezmek istiyordum. 

Brukenthal Sarayı - Brukenthal Palace (Palatul Brukental) 



Meydanın batısında, 1778-1785 yılları arasında Viyanalı bir mimar tarafından tasarlanmış ve geç barok tarzında inşa edilen çarpıcı Brukenthal Sarayı (Palatul Brukental) bulunuyor. Şu anda, Brukenthal Müzesi (Muzeul Brukenthal), ülkenin en eski ve en iyi sanat müzelerinden birisine ev sahipliği yapıyor. Romanya'daki en eski müze olmasının yanında ayrıca Avrupa'nın ilk müzelerinden birisi. 



Transilvanya bölgesinin valisi olan Baron Samuel von Brukenthal tarafından 1790'da yaptırılmış. Brukenthal, bu Sarayı, hem ikametgah olarak hem de etkileyici bir kütüphaneyle birlikte Romen ve Batı sanatı, 16. - 18. yüzyıl dini heykel ve ikonaları, pullar ve madeni para koleksiyonlarına ev sahipliği yapması amacıyla yaptırmış. Yıllar geçtikçe, koleksiyonlar satın almalar ve bağışlar yoluyla zenginleşmiş ve müzeler 6 bölüme ayrılmış.



Müze resmen 1817'de açılmış olsa da, sanat galerileri aslında bu tarihten 27 yıl (1790) ve Louvre'un açılışından üç yıl önce ziyarete açılmış. Müzede Orta Çağ Transilvanya sanat eserleri ile Flaman, Felemenk ve İtalyan resimleri sergilenmekte olup Barok koleksiyonu, Orta ve Doğu Avrupa’nın en büyüklerinden birisiymiş. Dönemlerinin ünlü Hollandalı, Flaman, Alman ve İtalyan sanatçılarına ait 1090 eseri müzede görebilirsiniz. Sanat koleksiyonu Rubens, Van Dyck ve Teniers'in resimlerinin yanı sıra Alman, Avusturya ve Romen ustalarının eserlerini de içeriyor. Ek olarak, 16. yüzyıla ait bir gümüş koleksiyonu, resimli cam ikonalar bulunuyor.





Müzede bir diğer ilgi çeken bölüm ise kitaplardan oluşuyor. Binlerce el yazmaları, çoğu ilk baskı makineleri zamanına kadar giden 350 nadir kitap ve eski Romanya ve Transilvanya kitapları müzede sergileniyor. Romanya’nın ilk matbaa makinesi de burada sergilenmektedir. 


Saray olarak kullanıldığı için o dönemde kullanılan eşyalara da yer verilmiş. Odalar hep birbiriyle bağlantılı bir şekilde dizayn edilmiş. Bana göre gördüklerim içinde Müzedeki en özel eser ise Jan van Eyck'in “Portrait of a Man with a Blue Chaperon” isimli tablosu. Müzede orjinalini gördüğüm bu tablonun da bulunduğu bir afişi Doğa Tarihi Müzesinin önünde fotoğraflamıştım.


Yazın 10.00–18.00 Salı–Pazar günlerinde, kışın aynı saatlerde Çarşamba–Pazar günlerinde ziyaret edilebilir. Romanesk bölümünü gezmek için 12 Lei ödedim. Avrupa eserleri için 20 Lei ödenmesi gerekiyor ve fotoğraf çekmek için ayrıca bilet alınıyor. Gizlice merdiven başındaki tablonun fotoğrafını çekebildim o kadar. Çok sıkı kontrol ediyorlar ve her salonda tilki bakışlı görevliler göz açtırmıyor. 

Müzeyi gezdikten sonra bitti zannedip tam çıkacaktım ki bodrum katlarının da ziyarete açık olduğunu gördüm. Bir bodrum katında “Gotik Canlanma” sergisi bulunuyor. 1830 – 1900 yıllarında, başta mimari olmak üzere, edebiyat, resim ve müzik alanına yansıyan, korku, gizem, dram ve doğaüstü olaylar gibi konuların ele alındığı sanat akımına Gotik Canlanma deniliyormuş. Yani gizem ve korku öğeleri barındıran vampir hikayeleri, hayaletler, şeytani olaylar, büyü ayinleri bu sanata dair konularmış.



Bir diğer bodruma katında da, Lapidarium bölümü bulunuyor. Burada Roma dönemi ile 19. yüzyıllara kadar pek çok heykel, yazıt ve kabartma yer alıyor. Bir başka alanda Roma imparatorlarının ve mitolojik karakterlerin toplamda 100’den fazla olan büst ve heykellerinin kopyaları yer alıyor. 



Müzenin avlusu da çok güzel ve buraya da birkaç heykel yerleştirilmiş. Müzenin girişinde çizim ve kartpostal sergileri bulunuyor ve ayrıca her müzede olduğu gibi burada da bir hediyelik eşya dükkanı var. 


Müzeyi gezmem bayağı uzun bir zamanımı aldı. Kalan zamanımda da tekrar eski şehri şöyle bir turladım.


Sonra gidip eşyalarımı aldım ve bildiğim yollardan tren istasyonuna doğru yürüdüm.


Bir sonraki gezi rotam Brasov olacaktı. Görevlilerle zorlukla anlaşarak biletimi aldım ve bunun için 20,70 Lei ödedim. Ancak biraz erken gelmişim ve beklemek zorunda kaldım. Sağlık olsun güç olmasın da geç olsun demiş atalarımız! 

Böylece bir gezinin daha sonuna gelmiş olduk. Sibiu çok canlı ve güzel bir şehir. İnsanlar neşeli ve çok yardımseverler. Güzel bir enerji aldığımı söyleyebilirim. Zamanım kısıtlı olduğundan tabi her yeri tam anlamıyla gezemedim. Her zaman olduğu gibi gezemediğim ama gitmenizi önereceğim yerleri de yazarak bu maceramı da sonlandırıyorum. Bir sonraki seyahatimi merak edenlerle Brasov’da buluşalım. 

İlk önereceğim yer Merdivenli Geçit denilen Eski Şehirde bulunan bir bölge. Oralarda o kadar dalaştım nasıl oldu da gözden kaçırdım bilemiyorum. Gezip görmediğim için sonradan çok üzüldüm.

Merdivenli Geçit - The Stairs Passage (Pasajul Scarilor) 

Sibiu’nun sur içi bölgesi çok düz değil ve bu nedenle aşağı ve yukarı kısımlar merdivenlerle birbirine bağlanmış. İkiz merdiveni ve kemeriyle mimari bir şaheser olan 13. yüzyıldan kalma işte bu Merdivenli Geçit (Passage of Steps) de, Yukarı Şehiri Aşağı Şehire bağlıyor. Surlarda bulunan destek kemerleri altına inşa edilmiş. Farkında olmadan sadece küçük bir kare çekebilmişim.


Bu Geçit, eski şehrin iki tarafını birbirine bağlayan geçitlerin en güzeli olup her iki tarafından da Sibiu’nun en pitoresk manzarası görülmekteymiş. Pasajın bir ucunda, şu anda Romanya'nın en eski restoranı olan Altın Fıçı - The Golden Barrel (Butoiul de Aur)'a ev sahipliği yapan kentin en eski binası bulunuyormuş. 

Goldsmiths' Square (Piata Aurarilor) 

Huzurlu ve samimi bir meydan olan Goldsmiths Meydanı, orta çağ pencereleri, giriş kapıları ve kuleleri bulunan büyüleyici eski evlerle çevrilidir. Uzun yıllar boyunca, Küçük Meydan ile Aşağı Şehrin 15. yüzyıldan kalma bir merdivenle birbirine bağlandığı yer arasındaki ana geçiş noktası olmuş. 

The Great Synagogue 

Sinegog, Constitutiei Caddesinde bulunmaktadır. Mimar Szalay Ferenc tarafından 1899'da Sibiu'nun küçük Yahudi cemaati tarafından toplanan fonlarla inşa edilen bu sinagog neo-gotik bir cepheye sahipmiş. İçeride, çatı katlarına monte edilmiş üç nefli bir bazilikası varmış. 

Her ne kadar belgeler 12. yüzyıldan beri Sibiu'daki Yahudilerin varlığını kanıtlasa da, Sibiu'nun Yahudi cemaati hiçbir zaman Romanya'daki en büyükler arasında olmamış. Kasabada 1940 yılında Sefarad ve Ortodoks toplulukları tarafından yönetilen 1.300 Yahudi, üç sinagog, üç haham, iki mezarlık ve iki ritüel hamamı varmış. Bugün, Sibiu'da kalan bir avuç Yahudi, Büyük Sinagog'da haftalık olarak ve tatil günlerinde ibadetlerini gerçekleştiriyormuş. 

ASTRA Open Air Museum (Muzeul in aer liber ASTRA - Dumbrava Sibiului) 

Sibiu’nun 2 mil güneyinde olan ASTRA Calea Rasinarilor caddesinde bulunmaktadır. Yazları Salı- Pazar günleri 09.00-18.00 arası açıkken kış aylarında 10.00-17.00 arası açıkmış. Giriş ücretliymiş ve buraya Unirii Meydanından 1 nolu otobüse veya tramvaya binerek ulaşabiliyormuşsunuz. 

ASTRA dünyanın en büyük ikinci açık hava müzesiymiş.(250 dönüm) Büyük bir ormanın ortasında ve güzel bir göl ile çevrili ASTRA’da, Romanya’nın birçok bölgesinden köy mimarisi tarzlarını örnekleyen 300'den fazla binanın yanı sıra, su değirmenleri ve yel değirmenleri, şarap, meyve ve yağ için devasa presler, hidrolik demirciler ve diğer yapılar bulunmaktaymış. 

Müze, Romen halkının teknolojik mirasını göstermekte. Ahşap çiftlik evleri, bir cherhana (balıklar için geleneksel bir toplama ve saklama noktası) ve ağılın yanı sıra ahşap bir kilise ve iki geleneksel han bulunan harika bir koleksiyon bulunuyormuş. Rehberli turlar mevcutmuş. Diğer bir seçenek ise atlı arabalarla buranın gezilmesi (eski bir Romen geleneği olarak at arabası sürücüsü selamlamak için bayanların elini öpüyormuş). 

Museum of Hunting Weapons and Trophies (Muzeul de Arme si Trofee de Vanatoare) 

Scoala de Inot 4 caddesinde bulunuyor. Salı – Pazar günleri 09.00–17.00 arası kış aylarında 09.00–16.00 arası açık olan Müzeye giriş ücretli olup değişmediyse 10 Lei’dir. 1966 yılında kurulan müzede silah, madalya ve doldurulmuş hayvan koleksiyonu bulunmaktaymış. Sergilerden bazıları, mesela Romanya Kraliyet Evinin Usta Avcısı olan Albay Spiess tarafından Afrika'da uzun bir safarinin ardından getirilen avcılık ganimetleri gibi 100 yaşın üzerindeymiş. 

The Steam Engine Museum (Muzeul Locomotivelor cu Aburi) 

Dorobantilor caddesinde bulunuyor ve giriş ücretlidir. 1994 yılında açılan bu müzede 23 standart kalibre buhar motoru, 10 dar kalibre buhar motoru, üç kar temizleme makinesi ve iki buhar vinci sergilenmekteymiş. Buharlı motorlar 1885 ile 1959 arasında Romanya'da (Bükreş'teki Resita Fabrikası ve Malaxa Fabrikası), Almanya'da (Henschel, Borsig, Schwartzkopff) ve ABD'de (Baldwin) üretilmiş. Müze, ana tren istasyonunun karşısında yer almaktaymış. 

Biserica din Groapa 

Gorge’deki Kilise olarak ismi çevrilebilecek Justitiei Caddesinde bulunan bu Ortodoks Kilisesi, 1788-1789 arasında inşa edilmiş ve 1802-1803 arasında yenilenmiş. Üç katlı bir kuleye sahip bu küçük kilisenin içi 1960 yılında Nicolae Brana tarafından güzel bir şekilde resmedilmiş.

Meraklısına Şehrin Tarihi

Sibiu şehrinde ilk yerleşimin M.Ö.’lere gittiği, Daçya, Kelt ve Roma dönemlerine kadar uzandığı tahmin edilmekle birlikte bu dönemlerde yazılı kayıt tutulmadığı için şehrin kuruluş yılı 1191 olarak kabul edilmektedir. Şehrin adı ilk kez M.S. 1191 yılındaki Vatikan’ın yazılı belgelerinde eski Roma köylerinden biri olan “Cibinium” olarak geçiyormuş. Muhtemelen bu isim şehrin yakınlarından geçen Cibin Nehri dolayısıyla verilmiş olsa gerek. Böylece ilk yerleşim, Erdel’de kaleler ve korunaklı köyler kuran göçmen Saksonlar yani Almanlar tarafından 12. yüzyılda kurulmuş. Sibiu (Almanca Hermannstadt), 12. yüzyılda Transilvanya Saksonları olarak bilinen Alman yerleşimciler tarafından yedi şehirde inşa edilen kalelerin en büyük ve en zengin olanıymış. Etkileyici binaların inşası ve onları korumak için gerekli tahkimatlar loncalar tarafından sağlanan gelirler ile karşılanmış. Daha önce bulunduğum Cluj ve Sighisoara şehirleriyle ilgili yazılarımda da bahsettiğim gibi, Transilvanya Saksonlarının yaşadığı yedi yerdeki kale şehirleri, Almanca olarak Siebenburgen olarak biliniyormuş. Diğer Siebenburgen kaleleri, Bistrita (Bistritz), Brasov (Kronstadt), Cluj (Klausenburg) Medias (Mediasch), Sebes (Mühlbach), Sighisoara (Schässburg) şehirleridir. 

Sibiu’da tıpkı diğer Sakson şehirleri gibi 1241 yılında Tatarların saldırısına uğrayarak yerle bir edilmiş.1241 ve 1242 yıllarında Avrupa’nın Moğollar tarafından istilası sonrasında bu yerleşimdeki savunma sistemi güçlendirilmeye başlanmış. 1292 yılında bugünkü Romanya topraklarında yer alan ilk hastane Sibiu’da günümüzde de ayakta duran Asylum Kilisesinde kurulmuş. 14. yüzyılda etrafı surlarla çevrilerek şehir tam bir savunma kalesi şeklinde inşa edilmiş. Sibiu, 14. yüzyıldan itibaren diğer 6 Sakson şehrinde olduğu gibi yüksek duvarlar ve 39 kuleyle korunan Transilvanya bölgesinin en önemli ticaret ve zanaat merkezi haline gelmiş. 1366 yılında şehir statüsünü alan yerleşimden ilk defa bir Sakson liderinin adından esinlenilerek Hermannstadt adıyla bahsedilmiş. Zaten Almanca Hermannstadt adıyla bilinen Sibiu, her zaman Erdel’deki Alman azınlığın en önemli merkezi olmuş. 

15. yüzyılda Sibiu’nun Erdel’deki en iyi savunma kalelerinden birine sahip bir yerleşim olduğu görülüyor. Osmanlı'nın Avrupa’daki ilerleyişiyle şehrin savunması daha da güçlendirilmiş ve Papa tarafından Sibiu şehrine, "tüm Hıristiyanlığın savunucusu" adı verilmiş. Osmanlı akınlarına karşı şehirde başarılı savunmalar yapılmış ve Sibiu yakınlarında 1442 yılında yapılan savaşta Macaristan Krallığı ordusu Osmanlı kuvvetlerini Hermannstadt Muharebesi'nde yenilgiye uğratmış. Ancak bu zafer çok uzun sürmemiş. Şehir, 1526 yılında tüm Erdel Prensliği gibi Osmanlı vasalı olmuş yani Osmanlı’ya vergi verip emrine asker göndermiş. Osmanlı ordusunun çok sık harekat alanı haline gelen şehir, 1660 yılındaki Sibin Muharebesi'ne de adını vermiş. Osmanlı Sibin'deki çıkarlarını 1692 yılında fiilen, 1699 yılındaki Karlofça Antlaşması'yla da hukuken terketmiş. 

Osmanlı 17. yüzyılın sonunda Avusturyalılar tarafından yenilgiye uğratıldıktan sonra Erdel, 1692-1791 yılları arasında Avusturya İmparatorluğu'nun büyük bir prensliği haline gelmiş. I. Dünya Savaşı sonrasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun dağılmasıyla bu yerleşim Romanya topraklarına katılmış ve 1919 yılında Sibiu adını almış. II. Dünya Savaşı sonrasında Alman kökenli etnik nüfus sınırdışı edildiğinden büyük ölçüde azalmış ve sonraki yıllarda da komünist rejimin baskısı ve ekonomik nedenler sonucu Alman etnik nüfusu Almanya ve Avusturya'ya göç etmiş. 

Sanayisi gelişmiş olan Sibiu'da 1840-1918 yılları arasında 33 adet sanayi işletmesi varmış.1896 yılında şehirde ilk elektrik santrali kurulmuş ve 1906 yılında ilk defa elektrikli tramvay kullanılmaya başlanmış. Şehir Romanya için de birçok ilklere ev sahipliği yapmış. Romanya'daki ilk hastane (1292), Romanya'daki en eski müze olan Brukenthal Müzesi (1817), ilk eczane (1494) ve ilk kağıt fabrikası bu şehirde bulunuyormuş. Dünya’nın ilk roket deneyleri de yine burada yapılmış. Romence dilindeki ilk kitap 1544 yılında Sibiu şehrinde basılmış. 1797'de Samuel von Hahnemann, Sibiu'da dünyanın ilk homeopatik laboratuvarını açmış.  


0 yorum:

Yorum Gönder