24 Nisan 2017 Pazartesi

On 02:15:00 by Gülten İşcimen in    No comments


Filipinler seyahatimiz başlıyor. Siz de bizimle birlikte gezmek isterseniz bu günlükleri tarih sırasıyla okuyabilirsiniz. 

4-5 Şubat 2017

Filipinler'in başkenti Manila'ya Katar Havayollarının 19.45 uçağıyla İstanbul’dan hareket edecektik. Ancak Ankara'dan uygun fiyata uçak bileti bulamadığımız için arkadaşım ile 70 liraya otobüs bileti aldık. Sabah 9'da hareket ettik ve iyiki de vakitlice çıkmışız. Çünkü otobüsler yeni açılan köprüden geçmek zorunda olduklarından yolculuğumuz neredeyse 8 saat sürdü. Esenler Otogarına iner inmez hemen metroya yürüyüp oradan Atatürk Havalimanına ulaştık. 

Diğer arkadaşımız öğlen ulaştığından dört gözle bizim gelmemizi bekliyordu. Önce onun vakit geçirdiği kafeye oturarak kazanmış olduğu bedava kahveyi içtik. Sonra Katar Havayollarının çok da uzun olmayan check-in kuyruğuna girdik. Arkadaşımız daha önce uzakdoğuya yaptığı seyahatte uçağın boş olduğunu ve üçlü koltuğa uzanıp uyuyabildiğini söyleyerek ayrı sıralardan bilet almamızı önerdi. Bankodaki genç görevliye arkalardan yer vermesini rica etti. Görevli de bize gerçekten çok yardımcı oldu ama uçağın zaten en arkalarında yer kalmıştı. 

Daha sonra yurt dışı çıkış işlemini yaptırabilmek için bu işlemlere ayrılan bankoya gittik. Pasaport ve uçuş kartı fotokopileriyle birlikte yurt dışına çıkış için gerekli onay yazısını verdik. Toplasanız on dakikayı almayan bu işlemden sonra en nihayet içeri geçtik ve bir süre sonra da uçağımıza yerleştik. Oldukça uzun bir yolculuk olacaktı ve uçak tamamen doluydu. Uçağın en arkasında ve herbirimiz ayrı bir sırada oturuyorduk. Pencere yanında oturduğumdan yanımdakileri rahatsız etmemek için hiç kalkmadım ve uyumaya çalıştım. Bir ara yapılan yemek servisini de aç olmadığımdan almadım. Uçak Doha'ya yaklaşırken yemek istedim. Yemekte yumurtalı patates vardı ve tatlı da oldukça lezzetliydi.

Doha Havalimanı oldukça modern ve çok büyüktü. Burası bağlantı noktası olduğundan çok kalabalıktı ve oturacak yer dahi bulmakta zorluk çektik.


Manila'ya gidecek uçağımıza yerleştik ve en sonunda yerel saatle 16.30’da Manila’ya ulaştık. Yerel saat diyorum çünkü Türkiye ile Filipinler arasındaki saat farkı 5 saat. Yani Türkiye'de daha öğle saatleri yaşanıyorken biz akşamı yaşamaya başlamıştık. 

Pasaport kontrolü çok uzun sürmedi ve sadece küçük bir form doldurup görevliye verdik. Ancak sonrasında işimiz çok uzadı. Arkadaşımızın Vietnam Havayollarından aldığı bileti gelmemişti. Biletin varlığını öğrenip rahatlayalım istiyorduk. Buradan doğruca Filipinlerin kuzeyine Banaue'ye otobüsle gidecektik. Otobüsle ilgili bütün adresleri ve bilgileri yanıma almıştım. Ancak arkadaşım benim anlattıklarımı sanırım anlamadan turizm ofisinden otobüs terminaline nasıl gideceğimizle ilgili bilgi almaya çalışıyordu. İş uzadıkça uzadı ve vakit kaybettik. Bilet sorgulaması için de diğer terminale gitmemizi söylediklerinden önce kuru 49,50'den biraz dolar bozdurup Filipin Pesosu aldık. Sonra diğer terminale giden shuttle saatini bekledik. Diğer terminalde de kime sorduysak bize doğru düzgün bilgi veremediler. 

Bu arada otobüs saati yaklaşıyordu. Bu nedenle hemen taksi durağına gittik. Manila'da üç çeşit taksi var. Sarı renkli olanlar havaalanının resmi taksileri olduğundan fiyatları biraz daha pahalı ancak binerken bir görevli nereye gideceğinizi sorarak kayıt yaptığından daha güvenli gözüküyor. Beyaz renkli taksiler de bölgelere göre fiyatlarını belirlemişler ve biraz daha fiyatları düşük. Ancak güvenlik açısından sarı renkli olanlara göre bir tık gerideler. Bir de korsan taksiler var aman diyeyim bunlara sakın binmeyin. Biz uzun bir sıraya girerek herkesin önerdiği sarı renkli bir taksiye bindik.Zamanımızın kısıtlı olduğunu öğrenince şoför daha hızlı gitmek için skyway'den gitmemizi önerdi. Kabul edince bu geçiş için ekstra olarak 65 Peso daha ödedik. Havalimanından otobüs terminaline gitmek için taksiye 630 Peso ödedik.

Ohayami Trans Firmasının terminaline geldiğimizde Banaue yönüne olan saat 21.00 otobüsünün dolu olduğunu ancak yine aynı yöne giden ve farklı köylere uğrayan 21.30 otobüsünde yer olduğunu öğrendik. Hemen kişi başı 450 PHP olan bilet ücretini ödedik ve eşyalarımızı da bagaja yerleştirdik. Bir şeyler yiyip içmek için terminal yakınlarındaki Seven Eleven'a gittik. Yanımda börek götürmüştüm ve yanına kahve alarak bunları yedik. Fikir vermesi açısından kahve 20 Peso ve küçük şişe su 15 Pesoydu.

Otobüs tam saatinde hareket etti. Arkadaşım otobüsün arkalarında boş yer bulamayınca şoförün arkasındaki boş sıraya yerleşti. Dolayısıyla ben de 2 kişilik yere uzanarak biraz uyumaya çalıştım. Gerçi öyle her yerde kafasını koyup uyuyan tiplerden değilim. Böyle uyuyan kişilere de çok gıpta ederim. Neyse sonuç itibarıyla yolculuğumuz 9 saat sürdü ve otobüs 2 yerde mola verdi. Otobüsleri de oldukça renkliydi ve perdeleri, aydınlatmaları çok süslüydü.


Banaue'ye yaklaşırken arkadaşımız otobüsün muavini olan bir gençle konuşarak kalabileceğimiz bir otel bulmaya çalıştı.

6 Şubat 2017

Banaue - Batad 

Banaue'de indiğimizde bizi ücretsiz olan servis minibüsüne bindirerek şehir merkezine götürdüler. Önce hem otel hem restoran ve hem de hediyelik eşya satışı yapılan Uyami’s Green View Lodge isimli bir otele girdik. Yaşlı bir kadın bize boş odaları gezdirdi. Buradan manzara süper gözüküyordu. Filipin pesosunda bol sıfır olunca söylenen rakam bize sanki çok yüksekmiş gibi geldi. Başka yerlere de bakmak istediğimizi söyledik. Muavinin peşimize taktığı genç aynı sırada başka bir otele götürdü. Buradaki odayı da beğenmeyince biraz daha ilerdeki Koreen Guest House adında bir otele girdik. Bize 2 oda gösterdiler ve birisi daha temizlenmemişti. Odada çift kişilik yatak ve bir ranza vardı. 1000 peso olan fiyatı da makul geldi.Oda manzaramız da ilk gittiğimiz oteldeki gibiydi.


Yatılı okul yıllarından kalma deneyimim olduğu için ranzanın üstünde yatmayı teklif ettim. Böylece bir arkadaşımız çift kişilik yatakta kalanlar da ranzada altlı üstlü yatacaktık. Odamız bu tesisin sahibi olduğunu tahmin ettiğimiz orta yaşlı bir kadın tarafından hızlı bir şekilde temizlendi ve çarşaflar yerleştirildi. Biraz odada dinlendikten sonra peşimizde dolanan gençle Batad ve Sagada turlarını görüşmeye başladık. Uzun süren pazarlıklardan sonra kişi başı 2000 peso ve toplam 6000 pesoya anlaştık. O gün bindiğimiz servis minibüsüyle Batad'a gidip rehberle birlikte pirinç tarlalarını gezecektik. Ertesi gün de buldukları diğer müşterilerle birlikte bizi aynı minibüsle Sagada'ya götürecekler ve sadece bize tahsisli bir rehberle burayı gezecektik. Yani kişi başı yaklaşık 45 dolar vererek 2 günlük bir tur almıştık. Banaue’den tur alınmadan da Batad’a gidilebiliyormuş. Halk otobüslerine binip Batad köyü yol ayrımında inip bir saatlik bir yürüyüş ile ulaşılabiliyormuş. Sagada'nın ulaşımı biraz daha zor sanırım. Gün içinde sadece bir sefer yapıldığından saati uydurmak gerekiyor. 

Anlaştığımız saatte şoförümüz otele geldi ve saat 9.5 civarı minibüse yerleşerek Batad'a doğru yola çıktık. Batad'da bulunan pirinç terasları Unesco Dünya Mirası Listesinde yer alıyor. Burası kültürel arazi alanında listeye eklenen ilk bölgeymiş. Ülkenin kuzeyinde ve dağlık bir bölge olduğu için burada sıcaklık bir kaç derece daha az. 2000 yıl önce Ifugao kabilesi tarafından işlenmeye başlayan Cordillera Dağındaki bu pirinç tarlaları 1500 metre yükseklikte ve 10.360 kilometre karelik bir alanda bulunuyormuş. Burası diğer tarlalara göre daha dik bir şekilde ve yüksekteki yamaçlar, kayalar ve tepeler oyularak inşa edilmiş. Yüzlerce yıldır dağların tepesindeki ormanlardan gelen suyla beslenen pirinç şimdilerde yeni teknolojiler ve fikirler kullanılarak yetiştiriliyormuş. 

Aslında bu tarlaları yeşil görmek için Nisan-Mayıs ya da Ekim-Kasım aylarında gelmek gerekiyor ancak o tarihlerde de çok yağmur yağdığı için hiç görememe ihtimali de olabilir. Dik bir yamaca yapılmış bu terasları görmek için epeyce yürümek ve havuz kenarlarındaki dar kanallardan geçmek gerekiyor. 

Köyde indiğimizde şoförümüz bize yerel rehberimizi tanıştırdı. Bu küçük köyde yaşayan Andrew adındaki rehberimiz sakin ve mütevazi haliyle turumuzun başından sonuna kadar iyi geçmesini sağladı. Önce turizm ofisinden kişi başı 50 peso olan çevre vergisini ödedik. Sonra tarlalara doğru yürürken Andrew yürüyüşümüzü kolaylaştırmak için köydeki bir dükkandan uzun sırıklardan almamızı istedi. Tanesine 20 peso verdiğimiz bu ağaç sırıkları dönerken tekrar aynı dükkana iade ettik.


Artık tarlalara doğru yürüyebilirdik. Önce köydeki evlerin yanında yürüyerek bir süre sonra vadiyi yukarıdan görebileceğimiz bir noktaya ulaştık.



Tarlalara girmeden önce orada bulunan birkaç kafeden birinde öğle yemeği yememiz için mola verildi. Ne yiyeceğimize karar veremedik. Sonra diğer arkadaşlarım pizza yemek istediler ve ben de damak tadı olarak en uygun bulduğum sebzeli omlet istedim. Pişirmeye çok alışkın olmadıklarından özellikle pizzanın hazırlanması uzun sürdü. Bu sırada biraz hediyelik eşyalara baktık ve üzerinde Banaue ve Batad manzarası olan birer kupayı 50 pesoya aldık. Oldukça otantik bir ortamda yemeklerimizi yedik ve sonrasında yolumuza devam ettik.

Ara ara yağmur çiseler gibi oluyordu ancak bu durum yürüyüşümüzü çok da engellemiyordu. Andrew'un yönlendirmesiyle tarlaların kenarından yürümeye başladık. Havuzlar su ve çamur karışımı bir durumda olduğundan içine düşmemek için çok dikkatli yürümek zorundaydık.


Pirinç tarlalarının manzarası muhteşem bir güzellikteydi. Her açıdan farklı bir görsel şölen izliyorduk. Pirinçlerin yeşil olduğu zaman ki halini hayal bile edemiyorum!


Yürürken çok dikkatli gitmek gerekiyordu ve zaman zaman durup dinleniyorduk. Böyle bir mola anında bir taşın üzerinde oturup dinlenen kilolu bir kadın bizim konuşmalarımızı işitince Türkçe bazı kelimeler söylemeye başladı. İsrail'den gelen bu kadıncağız belli ki çok yorulmuş ve yürümeyip burada grubunun dönmesini bekliyormuş. Çok keyifli bir sohbet oldu ve öğrendiği Türkçe kelimeleri dizilerden öğrendiğini söyledi. Zaten bizim diziler komşu ülkelerde çok revaçta ve bunu gittiğim bazı ülkelerde bizzat görme imkanım oldu. Bükreş'de kaldığım otelde resepsiyon görevlisi hangisi olduğunu hatırlamadığım bir Türk dizisi izliyordu. İran turumuzdaki rehberimiz de çok akıcı bir Türkçe konuşuyordu ve bunu Türk dizilerinden öğrendiğini söylemişti. Bu kısa anekdottan sonra biz yine gezimize dönelim. 


Elimizde sırıklarla terasların altına kadar indik. Burada merdivenlerle çıkılan bir kafe bulunuyordu. Bir arkadaşımız yorulduğunu ve burada oturup bizi bekleyeceğini söyledi. Biz de Andrew ile birlikte Tappiyah Şelalesine doğru yola devam ettik. Sürekli iniş halindeydik ve dönen küçük gruplar yolun çok zorlu olduğunu ancak gitmeye değer olduğunu söylüyorlardı. İnişte önce küçük bir kafenin önünde soluklandık. Sonra tekrar inişe devam ettik. Andrew bir ara bize yola devam etmemizi söyleyerek farklı bir yöne doğru gözden kayboldu. Arkadaşımla aramızda bizi burada dağ başında bırakıp kaçtı gibi bir sürü senaryo ürettik. Aslında sanırım tuvalet için kuytu bir yer bulmaya gitmişti. Zaten bir süre sonra da peşimiz sıra gelmeye devam etti. En nihayet Şelaleye indiğimizde gördüğümüz manzara iyi ki buraya gelmişiz dedirtti.


70 metre uzunluğunda olan bu Şelale'de güzel havalarda yüzülebiliyormuş.



Burayı da gördükten sonra bizi zorlu bir tırmanış süreci bekliyordu. İnerken iyiydi de çıkış bizi epeyce zorladı. Yarı yoldaki kafeye kendimi attığımda nefes nefeseydim. Burası küçük bir alandı. Kendi çocuğumuz olsa bırakın elinden tutmayı fırlayıp da düşerse diye sıkı sıkıya yapışacağınız bu alanda küçücük çocuklar ayaklarında kocaman parmak arası terliklerle koşup oynuyorlardı. Bu çocuklar okunmuş üflenmiş herhalde!


Burada bir süre dinlendikten sonra arkadaşımızın beklediği kafeye doğru yürüdük. Yukarıdan kuşbakışı birkaç manzara fotoğrafı çektikten sonra yürüdüğümüz onca yolu geri yürümeye başladık.


Dönerken köy evlerinden birinde yaşlı bir kadının pirinç ayıkladığını gördük. Buradan onlara da katkı olması için 50 pesoya yarım kiloluk taze pirinçlerden aldık.


Batad’da gece kalmak isteyenler de olabilir. Çok fazla yer olmamakla birlikte kalınabilecek en iyi yerin Rita’s Mount View Inn adında bir otel olduğu söyleniyor.


Dönüş yolumuz üzerindeki hediyelik eşya satan bir dükkandan ağaçtan yapılmış bir uğur kolyesi, bir tabak ve bir sırt kaşıyıcıyı 200 pesoya aldım. Kadın satıcı fazla alışveriş yaptım diye kolyeyi bana indirimli verdi. Arkadaşlar da almak isteyince onlara indirim yapmak istemedi. 

Yukarı çıkıp sırıklarımızı aldığımız yere bıraktıktan sonra Andrew uğur kolyesi satan başka bir dükkana bizi götürdü. Oradan arkadaşlar uygun fiyata kolyeleri aldılar. Keşke daha çok alsaymışız. Çok orjinal ve oraya özgü el yapımı kolyelerdi ve anlamları da güzeldi. Bazen insanın basireti bağlanıyor ve sonrasında da iş işten geçiyor.

Andrew ile vedalaşma zamanı gelmişti. Çok memnun kaldığımız için 100 peso bahşiş verdim. Bu arada şunu belirteyim ortak kasa ben olduğum için ortak ödemeleri Filipinler seyahatimiz sırasında ben yapıyordum.

Minibüse bindik ve Banaue'ye doğru yola çıktık. Şehre vardığımızda akşam olmak üzereydi. Şehirde manav benzeri bir yer gördük. Buradan birkaç çeşit meyve aldık. Ayrıca otelin girişindeki marketten de birer noddle ve su alarak akşam yemeği alışverişimizi tamamlamış olduk. Bunlar da şehirden akşam manzaraları.




Yol yorgunluğu da olunca otelimize dönüp dinlenmek istedik. Koridorda ısıtıcı ve kupalar vardı. Kendimize önce noddle hazırladık ve üstüne de benim götürdüğüm çaylardan içip meyvelerimizi yedik. Battaniye olarak incecik polar örtüler konmuştu. Yanımızda çok kalın pijamalar da yoktu. Kadından birer tane daha battaniye istedik. Aynı polar örtülerden getirdi. Banyodaki sıcak su da biraz problemliydi. Daha tatilin başında hasta olmayalım diye dua ederek sarınıp uyumaya çalıştık. Biraz üşüyerek de olsa uyumuş ve dinlenmişim. Uzun tatilimizin böylece ilk gününü tamamlamış olduk.