8 Aralık 2017 Cuma

On 00:28:00 by Gülten İşcimen in    No comments
Azerbaycan'daki son durağım Kafkasların en büyük şehri olan onların Bakı dedikleri başkent Bakü. Hazar Denizi kıyısında bulunan ve bu yüzden Rüzgarlı Şehir olarak bilinen bu şehir bölgede bulunan metropoller gibi yeniyle eskinin, zenginlikle yoksulluğun, modernizmle tutuculuğun harmanlandığı, trafik karmaşasının dibine kadar yaşandığı, ancak insanının da bir o kadar yardımsever ve hoşgörülü olduğu bir yer.



Bakü’nün tarihçesine gelirsek daha 11. yüzyılda Şirvanşahlar zamanında başkent yapılmış. Moğol işgalinden sonra sırayla İran ve Rusya arasında el değiştirmiş. 1920 yılında da Azerbaycan’ın başkenti olmuş. 

Bakü’nün tarih boyunca bu kadar önemli olması tabi ki petrol kaynaklarına ve bunu işleyen sanayiye sahip olmasıdır. Bakü’deki petrolün varlığı 8. yüzyıldan beri bilinmekteymiş ve daha 15. yüzyılda sığ kuyulardan petrol çıkarılmasına başlanmış. 

Nüfusu 4 milyona yaklaşan Bakü’de tarihi yerleri yani İçerişehir denilen bölgeyi, Sovyetler döneminde inşa edilen bölgeyi ve gökdelenlerin istila ettiği modern Bakü kısmını içiçe görmek mümkün. Bakü’de toplu ulaşım çok gelişmiş ve hem de çok uygun. Metro, minibüs ve otobüsle 20 kepik ödeyerek tüm şehri gezebiliyorsunuz. 

Bölgedeki önemli bir kültür ve eğitim merkezi olan Bakü’de birçok üniversite bulunduğu gibi müzik ve sanat alanına da oldukça önem vermişler. Azerbaycan'ın eski müziği olan Mugam için bir müze dahi açılmış. Ülkenin ulusal filarmoni orkestrası olan Azerbaycan Devlet Filarmonisi klasik batı müziğinin yanısıra Azerbaycan müziğinden de eserler sunmakta. 2012 yılında Eurovision Şarkı Yarışması Bakü'de gerçekleştirildiğinden kapasitesi 25000 kişi olan Kristal Salon adında çok büyük bir müzik arenası inşa edilmiş. Nizami Caddesinde bulunan ve kapalı olması nedeniyle göremediğim Azerbaycan Güzel Sanatlar Müzesi'nde ise Azerbaycan, Avrupa, Rusya ve Doğu sanatına ilişkin sanat eserleri sergilenmekte. Müzenin zengin koleksiyonunda tablolar, gravürler ve heykeller bulunmakta. 

Bu kısa tanıtımdan sonra haydi şimdi hep beraber şehri gezelim. 

5 Temmuz 2017

Şeki'de bindiğim minibüsten Bakü'de onların Avtabosağzal dedikleri Otogar'da indim. Tarife göre 10 dakika civarı yürüyerek yakındaki metro durağına ulaştım. Şeki'de tanıştığım Slovakya'lı çiftten aldığım metro kartıyla kolayca ilerledim. İçerişeher tarafına gitmek için bir aktarma yapmanız gerekiyor. Aktarma istasyonunda yanlışlıkla geldiğim yöne giden trene binmişim. Hemen farkına varıp bir sonraki istasyonda indim. Tekrar aktarma istasyonuna gelince durumu anladım. Aynı perondan ve aynı yönden 2 farklı tren geliyor ve ışıklı panoda ve trenin üzerinde son durağın adı bulunuyor. Biraz vakit kaybettim ancak sonunda doğru trene binebildim.

İçerişeher metro istasyonundan çıkarak elimdeki haritadan kalacağım Hostel'in yönünü anlamaya çalıştım. Haritalar çok yanıltıcı olabiliyor ve yürüme mesafesinde gözüken yerler aslında çok uzak da olabiliyor. Bu durumu bizzat Bakü'de de yaşamış oldum. Hava çok sıcaktı ve uzun süre yürüdüm. Bu bölge daha çok resmi binalarla dolu olduğundan yol soracak birini dahi göremiyordunuz ve ortalıkta taksi de yoktu. En sonunda kan ter içinde nöbet mahallindeki rütbeli bir askere yol sordum. Orası da meğerse Cumhurbaşkanlığı lojmanlarıymış. Uzattığım haritadan o da hiçbir şey anlamadığından uzaktan geçen bir taksiyi çağırdı. Çağıran kişi asker olunca hemen yönünü değiştirip gelen taksiye bindim. Bu görevliye yardımı için minnettarım. Taksi şoförü de haritayı alıp etrafta birkaç tur attı ve bulamayınca iletişim numarasını aramak zorunda kaldı. Konuştuğu kişi ona yönü tarif ettiğinden beni bir site girişinde bıraktı. Bu kısa yolculuk için 5 Manat verdim. Şoför gelip beni oradan alacaklarını söyledi.

O kadar uzun süre bekledim ki en nihayet yol kenarında sohbet edenlere sordum. İnşaat işçisi olan içlerinden birisi beni almaya geldiğini söyledi. İçimden biraz söylendim ama neyse adamla birlikte kalacağım hostele doğru gittik. Aslında beklediğim yere çok yakınmış. İçeri girip hostel görevlisini beklemeye başladım. Çok geçmeden yanında birkaç kişiyle hostelin sahibi geldi ve mutfağa geçip teslim edilmeyen bir evle ilgili hararetli tartışmalar yaptılar. Hostel sahibi kalacağım odanın anahtarını verip çay ikramında bulundu. Çayımı içip eşyalarımı da odaya koyduktan sonra günü kaçırmamak adına hemen yola koyuldum. Yokuş aşağı yürüyerek önce Alev Kulelerini gündüz ışığında gördüm. 


Alev Kuleleri, 190 metre yüksekliğinde 3 binadan oluşan bir yapı grubu. Gün ışığında diğer çok katlı binalardan farklı gözükmüyor.


Esas bu Kulelerin güzelliği akşam hava kararınca ortaya çıkıyor. Işık oyunlarıyla tam bir görsel şov başlıyor. Binaların fotoğrafını çekmek için birkaç yön değiştirdim. Burası da Azerbaycan Parlamento Binası. 


Daha sonra bu sefer Alev Kulelerinin tam karşısındaki Şehitler Meydanını ve Şehitlik Camisini dışarıdan şöyle bir gördüm. 





Buraları daha detaylı gezeceğim için hızlıca İçerişeher'e doğru yürüdüm. Geldiğim yöne doğru baktığımda yanından geçtiğim Azerbaycan Devlet Televizyonu olan AzTv'nin kulesini gördüm.


Yokuş aşağı olduğundan zorlanmadan kısa bir yürüyüş yaparak önce Metro istasyonunu buldum. Bunun hemen arkasında bulunan Kale girişinden geçerek İçerişeher'e ulaşmış oldum.


Kapıdan geçer geçmez gözüme çarpan ve güzel bir mekan olduğu belli olan Muse Cafee'ye oturdum. Hemen yan tarafta Muse Hotel de bulunuyor ve yemekler burada hazırlanıp geliyor. Şiş, ayran ve ekmek sepeti siparişi verdim ve gelenler o kadar lezzetliydi ki sildim süpürdüm. Bu yemek için 1 manat bahşiş ilave ederek toplam 15 Manat verdim. 


Artık bu tarihi bölgeyi karnım tok ve dinlenmiş olarak daha rahat gezebilirdim. İçerişeher Orta Doğu'nun en eski yerleşim yerlerinden birisi. Arkeologlara göre, kale sahasında bronz döneminde yerleşim alanı varmış.


Mimari olarak bizim tarihi evlerimize çok benzeyen evleri ve binaları seyrederek yürümeye başladım. 18.yüzyılda inşa edilen Ağa Mirayıl Hamamı bugünlerde artık cafe olarak kullanılıyor.


Bir süre değişik sokaklarda yürüdükten sonra başka bir kale kapısı gördüm ve buraya doğru yöneldim. Kapıdan çıktığımda büyük bir bulvar ve sahile ulaşmış oldum. 


Hazar Deniz'i kıyısında çevre düzenlemeleri ile çok güzel bir park yapılmış. Burada uzun yürüyüşler yapabiliyorsunuz, çocuklar için oyun parkları var, kafeler, restoranlar ve alışveriş merkezleri var, müze var, opera binası var, yani varoğlu var. Denizin rengini çok fazla sevmemekle birlikte yine de deniz havasını içime çekip bir süre sahil boyunca yürüyüş yaptım.



Bu arada hava kararmıştı ve tepede gözüken Alev Kuleleri'nde muhteşem bir gösteri başladı. İlk gördüğünüzde çok etkileyici geliyor ancak sonraki günlerde de aynı gösteriyi görünce artık bakmamaya başlıyorsunuz.



Çok geç saate kalmamak istiyordum ve bu nedenle İçerişeher'e ve oradan da diğer kapıyı bularak hostele doğru yürümeye başladım. Saat 10 civarı olmasına karşın çok tedirgin olmadan yürüdüm ve hostele geldim. Zaten birleştirilmiş 2 kocaman dairede benim dışımda bir Amerikalı çift ve bir de Rus kalıyordu. Hava biraz esintiliydi ve güzel bir uykuya daldım. 

6 Temmuz 2017 

Sabah çok erken kalkarak duşumu aldım ve kendime çay hazırlayarak mutfakta beklemeye başladım. Bir süre sonra hostel sahibi elinde malzemelerle gelerek bize kahvaltı hazırladı. Rus kahvaltılarında olan bir yemekmiş. Sütle pişirdiği sanırım yulafa orijinalinde olmamakla birlikte tatlandırması için meyveleri küçük küçük keserek kattı ve derin tabaklarla servis yaptı. Kahvaltı hepimizin de hoşuna gitti ve doyurucu olan yemeğin tamamını bitirdik. Kahvaltı sonrasında hemen hazırlanıp yola koyuldum. Bu sefer yol üzerinde gördüğüm Alev Kuleleri'ni ve Şehitler Anıtı'nı daha detaylı inceleme fırsatı buldum. 

Alev Kuleleri'ni daha iyi fotoğraflamak için Parlamento Binasının merdivenlerini çıktım. Orada nöbet tutan asker bana baktı ama birşey söylemedi. Diğer taraftaki asker müdahale edip merdivenlerden uzaklaşmamı söyleyecekken tolerans gösteren kişi sorun yok sadece fotoğraf çekiyor dedi.


Şehitler Anıtı'na (Şehitler Hıyabanı) gittiğimde çok etkileyici bir manzarayla karşılaştım. Burası 1918 yılında savaşlarda şehit düşmüş Azerbaycanlı ve Türk askerlerinin gömüldükleri bir yermiş. Sovyet döneminde 1924-1990 yıllarında bu mezarlık lağvedilmiş ve yerine Dağüstü Park (eğlence merkezi) yapılmış.



1990 yılında Sovyet-Rus askeri birliklerinin Bakü’de sivil ahaliye karşı yapmış oldukları toplu 20 Ocak katliamından sonra arazi yeniden Şehitler Hıyabanı olarak adlandırılmış ve Ocak katliamı şehitleri de oraya gömülmüş. Hıyabanda bunlardan başka, Karabağ Savaşı şehitlerinin bir kısmı da defnedilmiş.


Şehitler Hıyabanı yurtdışından gelen resmi heyetlerin protokol ziyaret yerlerinden birisiymiş ve ben de tesadüfen bunlardan birisiyle karşılaştım. Hızlı hızlı gezmeye çalışarak bu protokole denk gelmemeye çalıştım. Buradan doğrudan sahile inmek isteyenler için bir füniküler yapılmış. Saatleri uygun olmadığından benim kullanma şansım olmadı ancak aklınızda olsun böyle bir imkan var. 


Tepeden Bakü'nün bir zamanlar Dünyanın en büyük bayrağı olan Bayrak Meydanını da çok net bir şekilde görebildim. Bayrağı hem tepeden hem de Bakü Bulvarında bulunan parkta gezerken fotoğraflama şansım oldu. Burada bulunan bayrağın direğinin yüksekliği 162 metre ve kaidenin tamamı 220 tonmuş. Bayrağın eni 35 metre, uzunluğu 70 metre, toplam alanı 2450 metrekare, kütlesi ise yaklaşık 350 kilogram imiş. Bayrak Meydanı’nda bulunan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin arması, devlet marşının metni ve ülke haritası altın kaplı bronzdan hazırlanmış. Bu yükseklikle bayrak direği 2010 yılında Guinnes Dünya rekorları arasına girmiş. Ancak, 2011 yılında Tacikistan, yüksekliği 165 metre olan bayrak direği yapmış ve böylece bu unvan Tacikistan'a geçmiş. 


İçerişehir'e ara bir yoldan giderken önünde değişik birçok heykelin bulunduğu bir hamam gördüm. Binanın önünde fotoğraf çekerken Türk olduğumu anlayan polisler halen kullanılan hamamın iç kısmına girmek için bana izin verdiler. Azerbaycan'da karşılaştığım neredeyse tüm insanlar gerçekten çok nazik ve yardımseverdi. Belki de benim şansım yaver gitmişti orasını bilemiyorum. Hamamın adı Taze Bey Hamamıydı ve üzerinde yazdığına göre 1886 yılında inşa edilmiş. Daha sonradan burası 2003 yılında restore edilmiş. İçindeki ve dışındaki heykeller ve tablolarla hamam değil adeta bir müzeyi ve sanat galerisini andırıyordu. 



Burada, Atatürk'ün bir portresini görmek çok şaşırtıcı oldu.


Bir gün önce yürüdüğüm aynı yolu yürüyerek İçerişehir'e ulaştım. Şimdi artık burayla ilgili daha detaylı bilgi verebilirim. 

İçerişehir, Bakü’nün, aynı zamanda Doğu’nun en eski tarihi merkezlerinden birisiymiş. İçerişehre halk arasında Kale de denmektedir. İçerişehir, Hazar Denizi’nin kıyısında, tepe üzerinde yapılmış. Yerleşim merkezi yüksekliği 8-10 metre, genişliği 3,5 metre olan yüksek duvarlarla çevrelenmiş. Yüzölçümü 22 hektarlık bir alanı kapsamakta. Üçlü surlar, Kız Kalesi ve diğer binalarla beraber burası bir savunma kalesi görünümünde. Şehrin yapı planı askeri üstünlük ve savaş taktiği düşünüldüğünde sanki gerçek bir labirente benzemekte. 


Buradaki üç anıt (Kız Kalesi, Şirvanşahlar Sarayı, Muhammed Cami) ülkenin en önemli eserleri arasındadır. 2000 yılının Aralık ayında Kız Kalesi ve Şirvanşahlar Sarayı UNESCO Dünya Kültürel Miras listesine alınmış. 

Tarihi bölge günümüzde yerleşim alanı olarak da kullanılmakta. Burada yaklaşık 1300 aile yaşıyormuş. Pekçok bina turistik amaçla otel ve hostel tarzında kullanılmakta ve ayrıca birçok dükkanda turistik eşya da satılmakta. 


Burada gezerken cüzdanımdaki Manat azaldığından gözüm döviz bürosu arıyordu. Seyahat acentasına sorunca bana tarif ettiler ve kolayca buldum. Ancak buradaki kur turistik olduğundan biraz düşüktü. Biraz daha dolaşıp başka döviz bürosu olup olmadığına baktım. O sırada Old City Tour adında bir acentayla görüşerek ertesi gün katılmak üzere bir tur rezervasyonu yaptırdım. Normalde acentanın önünden sizi alıp yola çıkıyorlarmış ancak yolu karıştırırım endişesiyle kaldığım hostele çok yakın olan Azerbaycan Televizyonunun önünden beni almalarına karar verdik. Bu tur için 50 Manat ödeyecektim ve kalan son param olan 5 Manatı kapora olarak verdim. Günün kalanında ve ertesi gün harcamak için Manat ihtiyacım olacağı için mecburen düşük kur veren bankaya giderek 1.66 kuruyla 80 Dolar bozdurdum. Karşılığında yaklaşık 133 Manat aldım. 

İçerişehir'de sokaklara girip çıkarak önce Şirvanşahlar Sarayına geldim. Sarayın giriş ücreti 10 Manat ve hemen biletimi alıp gezmeye başladım. Sabahın erken saatleri olduğundan nispeten daha tenhaydı. 


Burası 9. yüzyıl ve 16. yüzyıllar arasında var olmuş Şirvan Devleti'nin hükümdarlarına ev sahipliği yapmış bir saray. Şirvanşahlar Sarayı, 15. yüzyılda Bakü’nün ekonomik ve siyasi öneminin artması sonucunda Şirvanşahlar hanedanının şahı İbrahim Halilullah'ın döneminde yapılmış. Halilullah, sarayını Şamahı'dan Hazar Denizi’nde önemli bir liman kenti ve yenilmez kale olan Bakü’ye aktarmış. 



Sarayın içinde de çeşitli müze eşyaları sergilenmekte.




Saray bir bütün olarak inşa edilmemiş. Rölyefe göre inşası, üç düzeyde yükseltilen birkaç yapıdan oluşuyor. Sarayın ana binası 1420’lerde, türbeler 1435'de, Minareli Şah Cami 1441'de, Divanhane ve Seyyid Yahya Bakuvi Türbesi 1450’lerde yapılmış. Saray'ın doğusunda Murad kapıları (1585), avdan ve hamam kalıntıları yer alıyor. 1964 yılında Şirvanşahlar Sarayı müze ilan edilerek devlet korumasına alınmış ve daha önce de bahsettiğim gibi UNESCO Dünya Kültürel Mirası listesine 2000 yılında girmiş. 


Kusursuz oymaları ve pencereleri ile keskin hatlara sahip olan Saray, kocaman, etkileyici ve muhteşem gözüküyor. Saray kompleksinin içinde, pek çok kapı, cami, hamam ve anıt görülebiliyor. Bu Saray, yakın doğunun en görkemli mimari eserlerinden birisi olarak kabul edilmekte.


Şah Camisi 2 ibadet salonundan oluşuyor. Birisi şah ve diğer saray erkanı için diğeri kadınlar için ayrılmış.



Bu komplekste Seyit Yahya Bakuvi'nin türbesi bulunuyor. Seyit Yahya I. Halilullah döneminde yaşamış bir alimmiş. Mistik - sufi karakterler taşıyan yaklaşık 30 eseri bugünlere kadar gelebilmiş.



Şirvanşahlara ait mezarları da bu bölgede görebiliyorsunuz.



Hamam ise 15. yüzyılda yapılmış ve burada kullanılan su yeraltı kaynaklarından sağlanmış. Hamamın içi ve dışı seramiklerle süslenmiş. Gerçi şimdilerde pek bir şey kalmamış.


Burayı gezdikten sonra yine tarihi bölgede biraz da sokaklarda kaybolarak gezmeye devam ettim.



Tesadüfen oldukça ilginç bir sanat galerisine denk geldim. İnsanlar yaratıcılıkta sınır tanımıyorlar!




Dolaşırken dikdörtgen kale adında bir yapı gördüm.


Bu kalenin içinde sergiler bulunuyordu.



Buradan yürümeye devam edince Gosha Gala yani İkiz Kapıya geldim.


Bu amaçsız yürüyüşün sonunda en nihayet kız kulesini buldum. Burayı gezmek için de 10 Manat ödeyerek yukarı tırmanmaya başladım. Her katta değişik sergiler vardı ve çıkılmasa da olurmuş diye düşündüm. Zaten son kata kadar çıkılmasına izin verilmiyor ve hatırladığım kadarıyla sadece 5 kat çıkabiliyorsunuz. Dışarıdan görüntüsü çok daha etkileyiciydi.


Abşeron’un kulelerinden en büyüğü ve haşmetlisi olduğu belirtilen Kız Kulesi'nin eşsiz ve Doğuda benzeri olmayan bir sanat yapısı olduğu ifade ediliyor. Kız Kulesi 12. yüzyılda mimar Masud ibn Davut tarafından inşa edilmiş.


Yüksekliği 28 metre, çapı 16-16,5 metre, duvarlarının kalınlığı dip tarafta 5 metre, yukarı tarafta ise 4 metre olan Kız Kulesi silindir biçimli asıl kaleden ve güney taraftan ona birleşmiş olan büyük destek duvardan oluşmaktaymış. Bu yapının hangi amaçla kullanıldığı henüz tespit edilememiş. Sekiz kata ayrılan kulenin her katı taş tavanlı ve kubbeli yapılmış. Bu katlar duvar içine inşa edilmiş taş merdiven aracılığıyla birbirine bağlanmış.


Bu fotoğraflar da çıkılmasına izin verilen açık alanda çektiklerim.




Kulenin kapısının üzerinde büyük bir taşa Kufi hatla yazılmış bir kitabe bulunmaktaymış. Burada “Davud’un oğlu, Mesud’un kulesi” sözleri yazılmış. Bu kitabe Kulenin 15. yüzyılın birinci yarısında Selçuk Sultanı Mesut tarafından yapıldığını akla getiriyormuş.

Ülkemizdeki kız kulesi veya kalesi ile ilgili olduğu gibi bu Kız Kulesi hakkında da çeşitli efsaneler var. Bunlar arasında en yaygın olanı yerel bir hükümdarın kızının kulenin terasından suya atlamasıyla ilgili olan trajik hikayeymiş.

Efsaneye göre, yerel kralın çok güzel bir kızı varmış ve kral kendi öz kızına aşık olmuş. Hikaye bu ya kızla evlenmek istemiş. Bu düğünü mümkün olduğunca ertelemek isteyen kızcağız babasından çok büyük bir kule inşa ettirmesini istemiş. Kule tamamlanınca kız kuleye çıkmış ve sonra kendini Hazar Denizi'nin sularına bırakmış.

Afrasiyab Badalbeyli tarafından bestelenen ve Azerbaycan'ın ilk bale gösterisi olan Qız Qalası baleti (1940) ise bu efsaneyi biraz farklı bir şekilde işliyormuş. Bu yorumlama bana daha mantıklı geldi. Savaştan dönen kral karısının bir oğul yerine bir kız doğurduğunu öğrenmiş ve buna çok öfkelenerek kızının öldürülmesini emretmiş. Ancak kızın dadısı bebeği kaçırmayı başarmış ve onu gizli bir yerde büyütmüş. Bu bebek 17 yıl sonra çok güzel bir kız olmuş. Kızı olduğunu bilmeyen kral bir gün kızı görmüş ve onunla evlenmek istemiş. Kız nişanlı olduğundan onu kaçırarak bu yüksek kuleye kapatmış. Kızın nişanlısı peşlerinden gelerek kralı öldürmüş ve kızı kurtarmak için kuleye gitmiş. Kulenin merdivenlerinde ayak sesleri duyan kız, kralın geldiğini düşünerek kulenin tepesinden kendini atmış. Ne acı bir son!


Biraz daha sokaklarda gezmeye devam ettim. Bunlar da o zaman çektiklerim.




Gezimi tamamladıktan sonra gece sahile doğru çıktığım kapıyı buldum ve doğruca Halı Müzesi'ne gittim.



Burada fotoğraf çekmek isterseniz ilave ücret ödüyorsunuz. Halının kralı bizim ülkemizde dokunduğundan fotoğraf çekmeye gerek görmedim ve sadece 7 Manat ödeyerek eşyalarımı kilitli dolaba koydum. Sonra elimi kolumu sallayarak rahat bir şekilde Müzeyi gezmeye başladım. Bu arada orası burası derken vakit bir hayli ilerlemişti ve müzenin kapanma saati yaklaşıyordu. Çok eski halıları ve kilimleri, yöresel kıyafetleri giriş katı dışındaki 2 kata çok güzel bir şekilde yerleştirmişlerdi. Halılar ve kilimler çok güzeldi ama beni etkileyen her kata yerleştirilen halı tezgahlarında canlı olarak halı dokunmasıydı. Rehberli gelen bir grup halı dokunuşunu izlerken rehber dokuyucudan daha yavaş hareketlerle ilmekleri atmasını istedi. O kadar hızlı hareketleri vardı ki takip etmek imkansızdı. Elleri artık makine gibi hareket ediyordu. Hem gözlerine hem de ellerine sağlık.

Bu da yakınlardaki bir havuz.


Acaba Bayrak Meydanına gidebilir miyim diye düşündüm ancak oldukça mesafe varmış. Bu kadar yakınına gidip geri döndüm.


Yürüyerek tekrar İçerişehir'e geri döndüm. Aralarda yanımda taşıdığım kuruyemişleri yesem de artık iyiden iyiye acıkmıştım. Sağa sola bakınıp oturacak bir yer aradım. Aslında niyetim Şeki'de yaptığım gibi restoran haline getirilen kervansarayda yemek yemekti. Ancak maalesef ne büyük kervansarayda ne de küçük kervansarayda yer kalmamıştı. Ararken birisinin ingilizce, rusça bana seslendiğini duydum ve yorulmamasını, Türk olduğumu ve iyi bir yemek için yer aradığımı söyledim. Zaten bu kişide bir kafeye müşteri çekmeye çalışıyormuş. Qadim Bağ adındaki açık hava restoranının oldukça güzel ve otantik bir ortamı vardı.


Oturup hemen yemeğimi sipariş ettim. Kurt gibi acıktığımdan önce döğme çorba istedim.


Bunu bitirince kuzu pirzola ve ayran istedim.


Böyle bir yemeğin arkasından keyif çayı içilmez mi! Bunların hepsine 15 Manat ödedim ve kapıdaki adamla biraz sohbetten sonra yine sahile doğru yürüdüm. Kız Kulesi'nin akşam görüntüsü ayrı bir güzeldi.


Sahilde yürüyüş ve sonrasında hostele dönerek dinlenmekle günü tamamladım.

7 Temmuz 2017

Sabah erkenden kalkarak hazırlanmaya başladım. Hostel sahibini ve kahvaltıyı beklersem tur için belirlediğimiz saatte televizyon binasının önünde olamayacaktım. Bu yüzden buzdolabını karıştırıp bulduğum bir domatesi tezgah üstündeki ekmekle yemeğe çalıştım. Tam çıkacakken hostel sahibi geldi ve hemen gitmem gerektiğini öğrenince bana içine salam ve biraz peynir koyduğu küçük bir sandviç hazırladı. Hızlı hızlı yürüyerek buluşma noktasına geldim.

O kadar uzun süre orada bekledim ki artık tur saati geçmişti. Telefonumun operatörünü değiştirip yurtdışına açtırmayı unuttuğum için telefonla da kimseyi arayamıyordum. Televizyon binasının girişindeki güvenlik görevlilerine durumu anlatarak acentayı arayıp arayamayacaklarını sordum. Sağolsunlar gösterdiğim numarayı hemen arayıp telefonu bana verdiler. Sitemle karışık nerede olduklarını sordum. Meğerse turdakiler beni unutmuşlar ve hatırlatınca hemen bir araç göndereceklerini söylediler. Biraz bekleyince 4x4 jeep tipi, beyaz ve çok güzel bir araç geldi. Önce aracın turdan gönderildiğini anlamadım. Beklemeye devam ettiğimi gören şoför mahallinde oturan genç bana seslendikten sonra araca yöneldim. Arabaya yerleştiğimde benden başka kimse olmadığını gördüm. Meğerse tur için başka başvuru olmayınca hem şoförüm hem de rehberim olan ismini unuttuğum genç sadece beni gezdirecekmiş. Ohhh canıma minnet dedim. Pek çok konuyla ilgili sohbet ederek yola koyulduk ve ilk gezi noktamız olan Gobustan'a geldik.

Gobustan girişi için 2 Manat ödeyerek rehberimle birlikte önce bu bölgede çıkarılan bazı eserlerin sergilendiği ve Gobustan bölgesinin tanıtımının yapıldığı Gobustan Rock Art Cultural Landscape adlı müze kısmını gezdik.


Müzede sergilenen buluntular çok ilginçti.



Ülkenin en önemli tarihi yerlerinden birisi olan Bakü’ye 64 km uzaklıktaki Gobustan’da antik mağaralar, kalıntılar, çamur volkanları ve grizu kayası oluşumları bulunuyormuş. Gobustan’ın adı Kobu (çamur volkanlarının oluşturduğu kuru dereler) kelimesinden gelmekteymiş. Gobustan ilgili literatürde “kobular ve oyuklar memleketi” olarak açıklanıyor. Bölgedeki dağlar Büyüktaş, Küçüktaş, Jıngırdağ ve Yazılı Tepe 1966 yılında devletin koruması altına alınmış. Çok eski kaya oymalarının ve resimlerinin çokluğu ve kalitesi nedeniyle bu bölge “olağanüstü evrensel değer” olarak kabul edilerek UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. 


Gobustan'da burada yaşayan ilk insanların kültürünü yansıtan 35.000 yıl öncesine dayanan 6 binden fazla eski resim bulunmuş. Bunlar yarı çöl sayılabilecek bir alanda üç kayalık platoda bulunmaktaymış. Ayrıca eski yerleşim birimlerinde 20 mağara, 40 kurgan tipi mezar ve 100 binden fazla kültür eşyası tespit edilmiş. En eski resimlerin Mezozoik Zaman’a ait olduğu düşünülmekte. Ancak bu dönemden önce de burada insanların yaşadığı ihtimal dahilindeymiş. 


Ancak müzeden daha ilginç ve etkileyici olanı biraz yürüyerek gittiğimiz kayalıklardaki resimlerdi. Bu resimler gerçekten inanılmaz! Mutlaka gidip görmelisiniz. Çok zaman geçtiği için izler belli belirsiz olduğundan arkeologlar zarar vermeden resimleri biraz belirgin hale getirmişler. Gobustan’daki bu kaya oymaları ve resimleri tarih öncesi dönemlerdeki avcılık, yaşam, hayvanlar ve bitki örtüsü hakkında önemli bilgiler veriyormuş. Rehberim resimleri göstererek resmedilen hayvanları ve bunların hikayelerini de anlattı.



Bu resimlerde genellikle kadın ve erkek ile keçi, öküz, maral, ceylan ve arslan gibi hayvanlar bulunuyormuş. Kayalar üzerine kazınmış içlerinde insan olan kayıklar, 2 tekerleği olan arabalar, yılan, balık, kertenkele resimleri av, savaş, tarım, ibadet ve oyun oynama sahnelerini yansıtıyormuş. Bu resimler işleme tekniği, ölçü ve kompozisyon farklılıkları itibarıyla yapıldıkları yıllara göre değişiklik gösteriyormuş. Mesela daha eski resimlerde siluet tarzında ve büyük ölçekte resimlere rastlanırken daha sonraları resimler daha belirginleşip ölçeği küçülmüş. 



Kayalıkların arasında yürürken bir kıpırtı oldu ve rehberim bir yılanın geçtiğini söyledi. Zaten bu bölgede kurt, vahşi fare, kaplumbağa gibi hayvanlara rastlanabiliyormuş. Bu bölge denize çok yakındı ve ufka baktığımda denizi görebiliyordum. Hatta buradaki kazılarda elde edilen bulgulara göre bir zamanlar deniz suyu kayalıkların çok yakınına kadar geliyormuş.


40 bin yıllık tarihi olan bir yeri gezmek çok acayip bir durum. Gördüğüm ve yürüdüğüm bu yerlerde bir zamanlar neredeyse ilk insanların yaşadığını bilmek tuhaf bir duygu veriyor. 



Gezimizi tamamladıktan sonra hemen arabaya binip yola koyulduk. Gezecek çok yer vardı ve sonraki durağımız Mud Vulcano dedikleri volkan çamuruydu. Hatta acentedeki kız yanıma bir kap almamı ve bu çamurla doldurarak daha sonra yüzüme maske yapmamı tavsiye etmişti. Ne yazık ki kapaklı bir şişe almayı unutmuşum ve bunu rehberime anlatınca zaten çamurun özelliğinin kaybolacağını ve gereksiz yere taşımış olacağımı söyleyerek beni rahatlattı. 


Burası gerçekten çok hoş bir yer ve rehberim de turistlerin volkan çamurlarını çok sevdiklerini ve bu nedenle son yıllarda tur programına burayı da dahil ettiklerini anlattı. 



Fışkıran çamur öbeklerine çok fazla yaklaşmadan fotoğraflarını çektim. Hiç beklemediğiniz bir anda gazla birlikte çamur yükseliyor ve çok hoş bir görüntüsü oluyordu. Kısa bir mesafe yürüyerek yakındaki çok büyük olan krater havuzuna doğru yürüdük. Rehber buranın çok derin ve tehlikeli olduğunu söyledi.



Bu arada rehberim boş durmamış gelen başka bir tur minibüsünden 2 Rus kızla sohbet etmiş, kızlar da kendi rehberlerinin rusça bilmediğini ve gittikleri yerleri fazla anlatmadığını söyleyerek bizim araca gelmek istediler. Rehber bir sakıncası olup olmayacağını bana sorunca gelsinler dedim. Üniversite öğrencisi olan kızlar çok sempatiklerdi ve yol boyunca rehber onlarla Rusça benimle de Türkçe sohbet etti. Aslında denize girmek istiyorlarmış ancak hava müsait olmayınca bari böyle bir tur yapalım demişler.

Yolda giderken aracımızla yarışan çok sevimli kuşlar gördüm. Sürekli bizi takip ediyorlar ve geçmeye çalışıyorlardı. Rehber bu kuşların adını söyledi ancak ne olduğunu unutmuşum.


Bir sonraki gezi durağımız Ateşgah olacaktı ve rehberimiz oraya gitmek için acele ediyordu. Çünkü kapanma saati 4'deymiş ve arada da oldukça mesafe vardı. 


Bakü'ye 30 km mesafede bulunan Ateşgah, Dünyadaki 3 Mecusi tapınağından birisi ve Azerbaycan'daki en ilginç tarihi yapılardan birisi. "Ateşgah" sözcüğü ateş mabedi anlamına geliyor. İslam öncesi dönemde İpek Yolu üzerinde olan bu bölgede ateş görülmesi nedeniyle ateşperest Hintliler tarafından yapılmış eski bir tapınak olduğu söylenmekte.


Hücreler ve mabedin her bir kısmı 12-19. yüzyıllar boyunca çeşitli dönemlerde inşa edilmiş. Merkezi secdegahı ise 1810 yılında tacir Kançanagaran tarafından yaptırılmış. Dönemsel inşaatlar Bakü’de yaşayan ve üyelerinin çoğunluğu Kuzey Hindistan’dan gelmiş sikhler kastına mensup olan Hint topluluğu tarafından yapılmış. Kervansaraya benzeyen yapı, kapalı beş köşe biçiminde olan ve bir zamanlar ziyaretçilere hizmet için kullanılan 24 hücreden ve bir odadan ibaret.


Tam orta yerinde hiç sönmeyen ve doğalgaz ateşiyle yanan büyük bir ateş vardı. İran'da Yezd şehrinde gördüğüm Ateşgah'daki ateş özel odunlarla sürekli beslenen ve görevlinin özel bir şekilde giyinerek yaklaşabildiği bir ateşti. Zerdüştlere göre ateş temiz ve tanrısal sayılıyor ve insan elinin ve hatta nefesinin kirli olduğu için ateşi kirleteceğine inanılıyor. Bu nedenle ateşe odun atan görevli boydan boya beyaz bir giysi giyiyor, ellerine eldiven, başına bone ve yüzüne de burnunu kapatacak şekilde maske takıyor. Burada bu işleme de gerek kalmamış ve doğal bir ateş yüzlerce yıldır yanıp durmakta.



Ateşgah girişi için 2 Manat ödeyerek ana kapıdan geçince önce hücreleri gezdik ve buralarda kullanılma amacını yansıtan dekorları ve sahneleri görmüş olduk. Bir nevi çilehaneye benzeyen ibadet yerleriydi. İnsanların ibadet diye kendi kendilerine işkence etmeleri inanılır gibi değil.



Hücreleri gezdikten sonra ateşin yanına geldik ve rehberimiz çok yaklaşmamamızı söyledi. Zaten etrafına bariyer konulmuştu ve bunların ötesindeyken dahi rüzgarın etkisiyle alevlerin sıcaklığını hissedebiliyorduk. Burada da birkaç fotoğraf çektikten sonra tekrar araca binip yola koyulduk. 




Artık saatle yarışmamız gereken bir yer kalmadığından rahat bir şekilde bir sonraki gezi noktamız olan Yanardağ'a gittik. Buranın girişine de 2 Manat ödedik.


Burası o kadar enteresan bir yer değildi çünkü Bakü'nün neredeyse bütün yeraltı tabakası doğalgaz ve petrol yatağı durumunda. Burada kayalıkların arasından sızan gaz devamlı surette yanmaktaymış. Aynı bizim Olympos'da yanan ateşe benziyor. Burada ateşin önüne geçip bir de grup fotoğrafı çektirdik. Çok fazla oyalanacak bir yer olmadığından kısa bir süre sonra tekrar araçta yerlerimizi aldık.


Aslında tur programımızda Gala Köyü ve Haydar Aliyev Merkezi de vardı ancak rehberimiz Merkezi araçla yakınından geçerken uzaktan gösterdi ve istersek oraya kendimizin gidebileceğini söyledi. Çok fazla birşey kaçırdığımızı düşünmüyorum. Öğlen saatlerinde bir ara hostel sahibinin hazırladığı sandviçi yememe rağmen artık hepimiz acıkmıştık. Rehberimiz bizi bir Türk lokantasına götürdü. Telefonda anlaştıkları için orada rehberin ev arkadaşı da bizi bekliyordu. Türkiye'de okumuş ve daha iyi Türkçe konuşuyordu ama değişik bir insandı. Her neyse yemek siparişimizi verdik. Yemekte çöp şiş yedim ve yanında ayran içtim. Bunlar için sadece 7 Manat ödedim. Bakü'de yediğim en ucuz yemekti ancak lezzet olarak çok iyi olduğunu söyleyemeyeceğim. 

Yemek sonrasında rehberimiz bizi Merkez yerine daha farklı bir yere götüreceğini söyleyerek yeni inşa edilmiş cuma camisi olan Haydar Aliyev Camisi'ne götürdü. Tek kelimeyle bu Cami bir "harika".


Eski Devlet başkanı adına 1994-2013 yılları arasında inşa edilen ve 20 yılda tamamlanan Cami 2014 yılında hizmete açılmış. Şirvan-Abşeron mimari tarzıyla ve özel taşlarla inşa edilen Cami 95 metre yüksekliğe sahipmiş. 4 Minareli Cami Dünyanın 10. ve Kafkasların en büyük camisiymiş. Üst katları halka sadece cuma günleri açık olan cami diğer günlerde özel izinle gezilebiliyormuş. Dışarıdan fotoğraflarını çektikten sonra rehberimizin girişimiyle bizi içeri alabileceklerini söylediler. Bir bayan görevli eşliğinde ayakkabılarımızı çıkarıp başımıza örtüler alarak üst kata çıktık.



Nasıl güzel bir atmosferdi anlatamam. Bir defa her yer bembeyaz ve tavanlar da çok yüksek olduğundan bir sonsuzluk ve huzur hissiyatı veriyor. Buraya sık sık protokol heyetleri getiriliyormuş. Sağından solundan fotoğraflar çektikten sonra aşağıya inip bizi bekleyen rehber ve arkadaşının yanına gittik.


Artık tur programını tamamlamıştık. Arabaya binip önce beni aldıkları noktada indirdiler. Hemen çok yakında olan hostele gittim ve kendime güzel bir çay hazırladım. Vakit daha çok geç değildi ve planıma göre biraz dinlenip dışarı çıkacaktım. Ancak bir süre sonra tembelliğim tuttuğundan vazgeçip odamda vakit geçirmeye karar verdim. Yorucu bir gündü ve dinlenmek istiyordum. 

8 Temmuz 2017

Sabah kalkıp gitmeye hazır hale geldim ve kahvaltı için mutfakta beklemeye başladım. Hostel sahibi bize omlet hazırladı ama bir kısmını yakmıştı. Yine de kahvaltımı yapıp dışarı çıktım. Bugün yaptığım plana göre eski şehirdeki gezmediğim yerleri gezmek istiyordum.


İlk önce 1078-1079 tarihinde yaptırılan Muhammed Camisi'ni gördüm.


Yürüyerek Kız Kulesi'nin önüne geldim. Burada tarihi kemerler ve dini mezarlık bulunmaktaydı.



Yakında bulunan Hacı Bani Hamamı'nda bizim DÖSİM gibi turistik eşyalar satılmaktaydı. Ancak fiyatları serbest piyasaya göre oldukça yüksekti.


Daha sonra sokaklarda gezinirken minaresi restore edilen ve 1899 yılında yaptırılan Cuma Camisi'ni gördüm. 


İçerişehir'de gezinirken çok güzel dükkanlar da gördüm.


Sokaklarda yürürken en sonunda aradığım minyatür kitap müzesini buldum. Dünya'nın ilk ve tek Minyatür Kitap Müzesi olan bu müzede 66 ülkeden kitaplar sergileniyor. Sadece 7,5 cm ve bundan küçük olan kitapların minyatür kabul edildiği bu müze, Guinness Rekorlar Kitabına da girmiş. Müze Azerbaycan'ın meşhur ressamlarından Tahir Salahov'un kız kardeşi Filolog Zarife Salahova’nın gittiği her ülkeden minyatür kitap toplamasıyla başlamış. Salahova, hem kendi imkanlarıyla hem de Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı’nın desteği ile 25 yılda topladığı 6 binden fazla kitabı içeren koleksiyonunu en sonunda bir müzeye dönüştürmüş. 


Müzenin en küçük kitabı 0,75×0,75 milimetre ebadındaki "Dört Mevsim Çiçekleri” adındaki kitapmış. 22 sayfalık bu kitabı ancak özel mikroskopla okumak mümkünmüş. Müzedeki bir diğer özel kitap ise minyatür Kuran-ı Kerim'miş. Polonyalı bir Katolik olan Mihali Şorç isimli kitap sever, Suudi Arabistan'da 1672 yılında büyük şekilde basılan Kuran-ı Kerim'in orijinalinden 19. yüzyılda basit bir makine kullanarak minyatürlerini çıkarmış. Polonyalı Şorç bu Kuran-ı Kerim'leri korumak için demirden bir muhafaza yapmış ve üzerine de bir büyüteç yerleştirmiş. Zarife Salahova, minyatür Kuran-ı Kerim'le ilgili, "Bu Kuran-ı Kerim'i de bana yaşlı bir kadın hediye etti. Kadın bu Kur'an-ı Kerim'i bana verdiğinde, bu kitabın yüzyıldan fazla onların ailelerinde bulunduğunu, nesilden nesile geçtiğini söylemişti" demiş. 


Girişin ücretsiz olduğu bu müzede, hediyelik bölümünden minyatür kitap satın alınabiliyor. Vaktim olsa daha uzun süre kalıp kitapları incelemek isterdim. Müze'de Zarife Salahova ile tanışmak da mümkün. 


İçerişehir'den çıkıp metroya bindim ve 28 Mayıs İstasyonunda indim. Burası günün her saati çok kalabalık olan büyük bir meydan. 

Metro istasyonunun hemen ilerisinde 1926 yılında yaptırılan Demiryolu Gar binası vardı. 


Üzeyir Hacıbeyli Müzik Akademisinin önünden geçtim. 


Haydar Aliyev Sarayını gördüm. 


Cafer Cabbarlı'nın meydanda bulunan heykelini gördüm. 


Tekrar metroya binerek bu sefer Gençlik durağında indim Sağıma soluma bakıp çevreyi tanımaya çalışırken gözlerime inanamadım. Bakü'nün en gözde ve canlı bölgesinde karşıma "Atatürk Parkı" çıkmıştı. Biraz parkta yürüyüş yaptım ve daha sonra yüksek binalarla dolu bölgeyi gezmeye başladım. 




Azerbaycan Devlet Tiyatrosunu gördüm. 


Tekrar metroya binerek Nariman Narimanov durağında indim. Niyetim müze haline getirilen evini bulmaktı. Kime sorduysam bilemedi ve artık bulmaktan vazgeçtim. 

Çevrede gezerken çok güzel başka bir park gördüm. Bu parkta yok yoktu. Parkın bir bölümünde büyük boş bir alan bırakılmış ve burada çocuklar paten kayıyorlar, bisiklete biniyorlar ve akülü küçük araçlar kullanıyorlardı. Bir kısımda bir lunapark, restoranlar ve kafeler vardı. Başka bir alanda masalar üzerine büyük satranç taşları veya tavlalar konulmuştu. Yaşlı amcalar seyircileri eşliğinde birbirleriyle oyun oynuyorlardı. Çok hoşuma gitse de rahatsız etmemek için fotoğraflarını çekmek istemedim. 



Biraz dolaştıktan sonra çok yorulduğumdan bir kafeye oturup çay istedim. Kafelerde özellikle siz istemedikçe bardakla çay gelmiyor ve size demlik getiriyorlar. Çayımı içip çevreyi seyrederken yağmur yağmaya başladı. Ben bir demlik çayı içip bitirene kadar zaten yağmur dinmişti. 


Nerede olduğunu tam olarak anımsamıyorum ancak gezerken Devlet Filarmoni Binasını da dışından görebildim. 


Akşam olmaya başlamıştı ve metroyla tekrar İçerişehir civarına gidip kalabalık caddelerde gezmeye devam ettim. Bu arada gezerken yemek üzere Bakü'ye özgü bir tatlı olan pışka tatlılarından aldım. Satan genç beni acemi görüp 10 adet tatlıyı 2 Manata sattı. Sıcak kızartılmış hamur tatlılarının üzerlerine pudra şekeri serpilmişti. Sıcak sıcak çok güzel geldi ve 3-4 tanesini hemen bitirdim. 10 tatlının hepsini yiyemeyince kalanını sonra yerim dedim. Ancak soğuduklarında pek bir lezzeti kalmıyor bu yüzden alırsanız yiyebileceğiniz kadar isteyin. 

Lüks mağazaların, restoranların ve kafelerin bulunduğu bölgeye gittim. İğne atsanız düşmeyecek bir kalabalık vardı. Cumartesi akşamı olmasının da kalabalığın çok olmasında etkisi vardı.


Sahilden yürüyerek hostele doğru gittim. Artık Bakü'de son gecemi geçirebilirdim. Ama ne son gece! Geçirdiğim önceki 3 gece çok şanslıymışım. Hava hafif rüzgarlı olduğu için sivrisinek olmamış. Pencere biraz aralıktı ve bütün sivrisinekler odaya doluşmuş. Işığı kapatır kapatmaz burnumun üstünde vızıldamaya başladılar. Bütün gece mücadeleyle geçti ve birkaçını öldürüp kalmadı sandığımda bir başkası hemen yerini alıyordu. Amerikalı çift gitmişti ve oda kapıları açıktı. Orayı da denedim olmadı ve en nihayet bomboş olan kızlar yatakhanesine gidip biraz uyuyabildim. 

9 Temmuz 2017

Sabah çok erken saatte mutfakta tıkırtılar duydum ve Rus gencin acıkıp yemek hazırladığını düşündüm. Vakit ilerleyip kahvaltı saati geldiğinde mutfağa gittim ve büyük bir tencerenin dibinde sadece yağlı çok az spagetti gördüm. Oturup beklemeye başladım ve hostel sahibi gelmeyince artık dayanamayıp mesaj attım. Adam erkenden gelip bana kahvaltı için spagetti bıraktığını söylemez mi! Doğrusu hem kahvaltıda spagetti vermek ve hem de bunu haber dahi vermemesi bana çok doğru gelmedi. Hostelde benden başka kimse kalmamıştı ve bu kahvaltıyı da bu şekilde geçiştirmek istemişti. 

Bu yanlış anlaşmanın dışında oda ücreti konusunda da sorun yaşadık. Adam hostele gelmeyince oda ücretini kime vereceğimi sordum. O da girişteki masada kilitli bir yazarkasa olduğunu ve oraya bırakabileceğimi söyledi. Parayı iyice büküp kilitli kasanın arasından içine attım. Adam daha sonra hostele gelmiş ve bana ısrarla parayı bulamadığını yazdı. Bu sırada uçuş saatim yaklaşmaktaydı ve havalimanında bekliyordum. Kasanın her tarafına bakmış ve neredeyse beni parayı vermemekle suçlayacaktı. En sonunda kasanın neresinden bulduysa taptık diye bir kelime yazdı. Anlamadım ve sordum ne yaptınız buldunuz mu diye. O da tekraren parayı taptık deyince bulduklarını anladım. 

Daha sonra yaşadığım bu tatsız olayı da anlattıktan sonra hikayeye kaldığımız yerden devam edeyim. Buzdolabına bakıp kahvaltı için başka yiyecek bulmaya çalıştım ancak çok fazla birşey yoktu. Zaten adamın bu sorumsuzluğu yüzünden boş yere beklemiş ve vakit kaybetmiştim. Hemen kahvaltı yapıp eşyalarımı da hazır hale getirdim. Bakü'deki son gezilerimi yapmak için kendimi sokağa attım. Bu sefer farklı bir güzergah denemek istiyordum. Şehitler Hıyabanının ve Camisinin yanından yokuş aşağı sahile doğru yürümeye başladım. Bu yürüyüşle Başkanlık konutunun da bulunduğu güvenlikli bir bölgeden geçtim. Başkanlık konutuna çok yakın mesafede Four Seasons Oteli bulunuyor. 


Niyazi Caddesinde restorasyon nedeniyle kapalı olan Ulusal Güzel Sanatlar Müzesini gördüm. Bu Müze Azerbaycan'ın en büyük sanat müzesiymiş. Müze 1936 yılında kurulmuş ve 1943 yılında ünlü Azeri tiyatro set tasarımcısı ve tiyatro sanatçısı Rüstem Mustafayev'in adını almış. Müzenin içindeki nadide eserlerin dışında binası da tarihi. Neoklasik tarzda 1885'de inşa edilmiş "De Bur Sarayı" ile 1895'de inşa edilmiş "Mariinski Kız lisesi" müze olarak kullanılmakta. 


Hava çok güzeldi ve sahil boyunca bir süre yürüdüm.





Vakit öğleye gelince tekrar hostele gidip sırt çantamı aldım. Hemen İçerişehir metrosuna binip havaalanı otobüsünün geçtiği yerel dille Köroğlu denilen Meşhedi Azizbekov durağında indim. Otobüsün nereden kalktığını tam olarak anlayamayınca birçok kişiye sormak zorunda kaldım. Oysa ki metro çıkışında tabelalarla bu yön gösterilebilirdi. Çok büyük bir meydan olduğundan aynı yolları tekrar tekrar yürümek zorunda kaldım. En sonunda bekleme noktasını buldum ancak o kadar çok minibüs geliyordu ki onların arasında gelen ve üzerinde uçak resmi olan otobüsü kaçırdım. Neyse ki çok vaktim vardı ve bir sonrakini beklemeye başladım. Otobüse yine kart basıyorsunuz ve sadece 40 kepik ücret düşüyor. Havalimanında çok zorlanmadan check-in yaptırarak uçuş kapısını buldum. Çok büyük bir havalimanı değildi ancak iç kısmı güzel dizayn edilmiş.


Artık bir maceranın daha sonuna gelmiştim. Bakü'de gezemediğim çok yer kaldı ama bir şehri üç-dört gün içinde tamamen gezebilmek zaten mümkün değil. 


Bunların dışında Bakü’de görülebilecek bazı yerleri sıralarsak: Taza Pir Cami, Nizami Azerbaycan Edebiyat Müzesi, Hayvanat Bahçesi, Rus Kilisesi, Nariman Narimanov Evi Müzesi, El Yazmaları Müzesi, Tagiyev Tarih Müzesi, Aleksander Nevski Rus Ortodoks Katedrali, Bibi Heybet Cami, Mirzabekov Apartmanı, Antika Eşya Müzesi, Modern Sanat Müzesi, Etnoğrafya Müzesi, Ermeni Kilisesi. 


Bakü gezdiğim diğer Azerbaycan şehirlerine göre daha karmaşık ve hareketli bir şehir. Deniz olması büyük bir avantaj ve bu nedenle turizmi de bir hayli canlı.  Şeki ve Gence kadar olmasa da bu şehir de görülmeye değer. Mümkünse sivrisineklere karşı tedbir alan bir otelde konaklayın! Bir sonraki macerada görüşmek üzere.