15 Mart 2019 Cuma

On 04:14:00 by Gülten İşcimen in    No comments


Öğrenci Şehri Kaloşvar (Cluj Napoca)




Şehri Tanıyalım

Genellikle Cluj olarak bilinen, Cluj Napoca ya da diğer adıyla Kaloşvar yaklaşık 330.000’in üzerindeki nüfusuyla Romanya'nın ikinci en kalabalık şehri. Transilvanya bölgesinin batısında ve ülkenin kuzeybatısındaki şehir, başkent Bükreş’e 324 km mesafede bulunmaktadır.

Someșul Mic Nehri vadisinde bulunan şehir, tarihi Transilvanya eyaletinin resmi olmayan başkenti olarak kabul ediliyor. Geçmişte de 1790'dan 1848'e ve 1861'den 1867'ye kadar, Transilvanya Büyük Prensliği'nin resmi başkenti olmuş. 


1990’larda zor zamanlar geçiren şehir bugün artık Romanya'daki en önemli akademik, kültürel, endüstriyel ve iş merkezlerinden birisi olarak gösteriliyor. Bunların yanı sıra Şehir, ülkenin de en büyük üniversitesi olan Babes-Bolyai Üniversitesi ile botanik bahçesine ev sahipliği yapıyor. Şehir'de, 6 devlet üniversitesi ve birçok özel üniversite bulunduğundan gençlerin de yoğun olarak bulunduğu bir şehir.

Şehir'de Romen nüfusla birlikte büyük oranda Macarlar da bulunuyor. Bu nedenle Şehir'de Romence'yle birlikte Macarca da yaygın olarak kullanılmakta. Macarların bu etkisini şehrin mimarisinde ve mutfağında da görmek mümkün. 

Romanya'nın en büyük ticari bankasının yanı sıra ulusal olarak ünlü diğer kültürel kurumlar da Cluj Napoca’da bulunuyor. 2015 yılında Avrupa Gençlik Başkenti ve 2018'de de Avrupa Spor Şehri unvanlarını almış. 

Şehir, 14. yüzyılda inşa edilen ve Cluj Napoca'nın koruyucu azizi olan Başmelek Mikail'in adını taşıyan Unirii Meydanı'ndaki St. Michael Kilisesi merkez alınarak yayılma göstermiş.  Bölge hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler, halk mimarisinin gerçek bir gösterimini yapan Transilvanya Etnografya Müzesi'nin açık bölümünü burada gezebilir. Eğlence için, meydana yakın bir mesafede bulunan Opera'da keyifli bir akşam geçirebilir veya Cluj Philharmonic'in sunduğu klasik müzik konserine gidebilirsiniz. Bunların hepsi tamamen kalacağınız süreyle alakalı, vaktiniz benim gibi çok sınırlıysa şehri sadece yüzeysel gezmek zorundasınız demektir. 

Romanya’da geçerli para birimi Lei adlı bir para birimi ve benim gittiğim tarihlerde 1 Euro karşılığı 4,60 civarında Lei alabiliyordunuz. Avrupa ülkelerine birçok seyahat gerçekleştirdiğim için bir küçük hatırlatmada bulunayım isterseniz. Havaalanlarında düşük kurdan bozdurmak zorunda kalacağınızdan kendi para birimlerini kullanan bu tür ülkelerde kesinlikle yanınızda küçük tutarda Dolar ve Euro bulundurunuz. Bunu bildiğimden Bükreş Havaalanında 10 Euro’yu sadece 4,15 Lei üzerinden bozdurabilmiştim. Bu kur da iç hatlar gidiş terminaline gittiğimde bulduğum kur, dış hatlar geliş terminalinde bunun da biraz altında bir kur görüyorsunuz. 

Gezelim Görelim

Bu kısa tanıtımdan sonra artık şehri gezmeye başlayabiliriz. 

28 Nisan 2018 

Bundan yaklaşık 4 yıl önce Romanya'ya ilk yolculuğumu gerçekleştirmiş ve sadece başkent Bükreş'i yaklaşık 5 gün gezmiştim. Bu geçmiş seyahatimi bugünkü gözlemlerimle birleştirerek fırsat bulduğum bir zaman kaleme almak istiyorum. Ancak o günden beri Transilvanya bölgesine gitmeyi kafama koymuştum. Aylar öncesinden uçak bileti araştırırken Tarom Havayolları'ndan yaklaşık 380 Liraya Bükreş'e gidiş-dönüş uçak bileti buldum. Ancak Bükreş'i gördüğüm için burada çok fazla oyalanmak istemiyordum. Nereye nasıl gideyim derken yine Tarom Havayollarının saat 23.00'de Kaloşvar'a giden bir uçağını tespit ettim. Buna da yanlış hatırlamıyorsam 90 Lira gibi çok düşük bir ücret ödedim. Sonra sıra planlama yapmaya geldi ve tren saatlerine de bakarak şöyle bir rota izlemeye karar verdim. Kaloşvar'da 1 gece kalacak ve Pazar gündüz saatlerini geçirecektim. Sonra akşam treniyle Sighisoara'ya gidecektim ve orada 1,5 gün kalacaktım. Öğlen treniyle bu sefer Sibiu'ya giderek orada 1 gece kalacaktım. Ertesi gün öğleden sonra Braşov'a giderek 2 gün kalıp yine trenle 1 gece kalacağım Sinaia'ya gidecektim. En son gideceğim şehir Ploiesti olacak ve orada 1 gece kalacaktım. Buradan da trenle Bükreş'e giderek dönüş uçuşuma yetişecektim. Planım aslında tıkır tıkır işledi ve sadece son gezi noktama yani Ploiesti'ye boşu boşuna gittiğimi gördüm. Burada görülecek hiç bir şey yok, sadece Bükreş'e biraz daha yaklaşmış oldum. 

Bu gezi planını açıkladıktan sonra artık yolculuğumu anlatmaya başlayabilirim. Yukarıda bahsettiğim gibi önce Bükreş'e geldim ve saat 23.00'de Kaloşvar uçağıma bindim. Tarom Havayolları'nın çok modern uçakları olmasa da tam saatinde hareket etti ve uçakta da düşük fiyatına rağmen ikram hizmeti vardı. Peynirli bir sandviç, küçük bir çikolata ve içecek ikram ediyorlar. Romanya'ya gelmeden önce kalacağım hostelle yazışmıştık ve uçuşum geç saatte olduğundan transfer hizmeti ve geç check-in istemiştim. Ancak gelen cevapta böyle bir transfer hizmeti veremeyeceklerini, o saatte toplu taşıma vasıtası da bulunmadığını ve tek seçenek olarak taksiyle gelebileceğimi yazmışlardı. 

Yeri gelmişken Cluj’a gece indiğim için kullanamadığım havaalanı otobüslerinden de bahsetmek isterim. Cluj havalimanından 5 ya da 8 numaralı otobüsler şehir merkezine gidiyormuş. Bu otobüslere binebilmek için geliş terminalinden ayrılıp tam karşıdaki havalimanının çıkış kapısından çıkıyormuşsunuz. Sonra sağa dönüp yaklaşık 60 metre gidince sağda otobüs durağını görüyormuşsunuz. Durağın yanında bilet gişesi varmış ve sadece çift yön bilet satılıyormuş. Bugün ne kadardır bilemiyorum ama ücretin 4 Lei civarında olduğu belirtiliyor.8 numaralı otobüs her 15-20 dakikada bir, 5 numaralı otobüs ise yarım saatte bir geliyormuş. Sonrasında kalacağınız yere göre istediğiniz durakta inersiniz. Șehir merkezine gitmek için Bulevardul 21 Decembrie 1989 (21 Aralık 1989 Bulvarı) üzerindeki herhangi bir durakta inebilirsiniz. Özellikle Constanta durağı şehir merkezinin çok yakınında olan bir durakmış. 

Bu kısa açıklamadan sonra kaldığım yerden anılarıma devam edeyim. Havaalanı'nda sırada bekleyen taksiye giderek elimdeki adresi gösterdim. Arabaya bindikten sonra bu adrese 50 Lei alacağını söyledi ve ben de taksimetreyi açmasını istedim. O saatte hala sokaklarda gezen ve parklarda oturan bir dolu insan vardı. Kısa bir süre sonra taksi beni hostelin önüne getirdi ve 46 Lei tuttuğunu söyledi. Neyse ki taksici bir dolandırıcı değilmiş! 

Hostele bir bahçe kapısından ulaşılıyordu ama ne yazık ki kapı kilitliydi. Üzerinde bir şifre kutusu vardı ve şifre bana önceden bildirilmemişti. Zili defalarca çalıp seslenmeme karşın bir hareket olmadı. Sokak sessizdi ve doğru düzgün ışık da yoktu. Hostele telefon etmeye çalıştım. Bundan sonuç çıkmayınca rezervasyonu yaptırdığım booking.com'u aradım. Bu sefer onlar da beni dakikalarca hatta beklettiler. Bu şekilde yaklaşık yarım saat debelendim. Zaten bir gece öncesi uykusuzdum. Otobüsle İstanbul'a gitmiş ve onun üzerine 2 uçak yolculuğu gerçekleştirmiştim. Bir an önce yatıp dinlenmek istiyordum. O sırada sanırım hostelin temizlik personeli olan bir kadını uzaktan gördüm ve seslenmeye başladım. Kadın görevli gelip kapıyı açtı ve yabancı dili fazla olmadığından çat pat konuşarak beni odama götürdü. Mutfağı ve banyoyu gösterdi. 

Hemen yatıp uyumak istiyordum ama resepsiyon görevlisi her neredeyse çıkıp geldi. Kendi görevini sanki tam yapmış gibi hemen yatak ücretini istedi. Sinirlerime zor hakim oldum ve 55 Lei olan bir gecelik ücreti ödedim. Şehir haritası istedim ve gezilecek yerleri sordum. Harita üzerinde hostelin yerini işaretleyerek gezilecek noktaları gösterdi. Ertesi sabah gelecek görevlinin bana daha fazla bilgi vereceğini söyledi. Bir diğer kötü haber de hostel rezervasyonunu kahvaltısı var diye yapmıştım ama öyle bir kahvaltı olmadığını öğrendim. Artık çok yorulmuştum ve neredeyse deliksiz uyumuşum. 

29 Nisan 2018 

Sabah kalkıp yanımda ne kaldıysa onlarla güzel bir kahvaltı yaptım. Mutfakta siyah çay ve diğer bitki çaylarından vardı. Bir de bir kutuya ceviz doldurmuşlardı. Çok lezzetli olan yerel cevizlerin bir kaç tanesini bıçak yardımıyla açarak yedim. Gece görüştüğüm resepsiyon görevlisi pazar günü nöbetçisi olan arkadaşının geç geleceğini söylediğinden onu beklemek istemedim. Haritayı da yanıma alarak yola koyuldum. Hostel ara bir sokakta bulunduğundan dönerken kolaylık olması için geçtiğim yerlere dikkatlice bakarak aklıma kazıyordum. Nehir boyunca bir süre yürüdüm ve gece taksiyle gelirken köprüden geçtiğimizi hatırladım. Merkeze gitmek için nehrin diğer tarafına geçmem gerekiyordu. Karşıma çıkan metal köprü çok güzeldi ve dünyanın her yerinde gördüğüm üzere dilek kilitleriyle dopdoluydu. 


Nehrin yan duvarlarına da çok güzel resimler asılmıştı. 


Köprüyü geçip yürümeye devam ettim ama emin olmak için yine de birisine sorma gereği duydum. O da hiç yönümü bozmadan devam edersem merkeze ulaşacağımı söyledi. Yolda antikomünistler için dikilmiş bir anıt gördüm ne sevimsiz bir yapı! 


Merkeze yaklaştıkça güzel ve tarihi binalar her iki tarafta sıralanmaya başladı. 


İleride bir kavşakta, tam köşede kiliseye benzeyen bir bina bulunuyor. 



Sonra büyük bir meydana geldim ve meydanın ortasındaki heykelin restore edildiğini gördüm. Bu meydanın adı ortada atlı heykeli de olan Mihai Viteazul'a atfedilmiş. 1558 - 1601 yıllarında yaşamış Cesur Michael (Romence Mihai Viteazu) Wallachia Prensi, Moldavya Prensi ve Transilvanya'nın de facto kurucusu olarak biliniyor. Romanya'nın en büyük ulusal kahramanlarından birisi.


Meydanın etrafındaki binalar da çok hoş gözüküyordu. 



Bu da heykeli arkama alıp meydandan çektiğim bir fotoğraf, ne hoş değil mi! 


Meydan'da restore edilen heykel dışında bir de ateş yanan bir anıt bulunuyor. 


Pazar sabahı olması nedeniyle ortalıkta çok fazla insan yoktu. Yaklaşık yarım saattir yürüdüğümden biraz yorulmuştum ve gidip banklardan birisine oturarak dinlenmeye çalıştım. Biraz zaman geçmişti ki genç bir delikanlı elinde bir Pazar çantası sallanarak gelip benim oturduğum bankın ucuna oturdu ve çok geçmeden pat diye banka düştü. Sanırım gece çok içmişti ve yarısı bankta yarısı yerde öylece serildi kaldı. Oradan ayrılırken hala uyuyordu. Ah bu gençler, dengeyi asla tutturamıyorlar! Aşağıdaki fotoğrafta da uyuyan sarhoş genci bankta görebilirsiniz.





Kavşağa dönüp önce aşağı tarafa doğru yürümeye başladım. Aman ne güzel binalar öyle, bakmalara doyamazsınız. Bu yol tren garına kadar gidiyormuş. 






Yürürken sol tarafta ilginç mimarisiyle bir sinegog gördüm. 

The New Synagogue (Sinagoga Noua) - Yeni Sinegog 

Sürgün Edilenleri Anma Tapınağı (the Memorial Temple of the Deportees) olarak da bilinen Yeni Sinegog, orijinal Mağribi tarzında ve görkemli bir şekilde, mimar Hegner İzidor tarafından tasarlanmış ve 4 Eylül 1887'de açılmış. Zamanın milliyetçi faşist bir örgütü olan Demir Muhafızlar tarafından 40 yıl sonra tahrip edilince, 1951'de Romanya'nın Yahudi cemaatinin desteğiyle restore edilerek II. Dünya Savaşı'nda ölenlerin anısına ithaf edilmiş. 





Geniş ve çok güzel bir caddeydi burası ve adının Horea Street olduğunu tespit ettim. Bu şekilde yaklaşık on-onbeş dakika yürüdükten sonra tam karşımda tarihi tren garını gördüm. 





Aslında burayı bulmak istiyordum çünkü planıma göre akşam treniyle Kaloşvar'dan ayrılacaktım. Gar binasının üzerindeki bir plakada buranın 1870 yılında yapıldığı yazılıydı. Gar binasına girip biletimi de almak istedim. Görevliler İngilizce bilmiyorlar ancak çok yardımcı oluyorlar. Bir şekilde anlaşıp 60 Lei tutan biletimi aldıktan sonra aynı yoldan geriye doğru yürüdüm. 

Köprüden geçerken uzaklardan gözüken bir tepeye doğru baktım. Burası Fortress Hill (Dealul Cetatuia) adı verilen ve bugün artık bir seyir terası gibi kullanılan bir kaleymiş. Şehri ve çevresindeki en iyi manzarayı panoramik olarak görebilmek için Fortress Hill iyi bir platform oluşturuyor. Buraya yaklaşık 200 fit tırmanarak ulaşılabiliyor. 


Adı, şehrin savunmasını değil de kontrolünü sağlamak için 18. yüzyılda buraya inşa edilmiş olan bir Avusturya kalesinden geliyormuş. Kale, zaman zaman bir hapishane olarak da hizmet etmiş ve burada, ihanetle suçlanan ve 1849'da kuzey kapısında idam edilen, 1848 Transilvanya Saksonyalılarının kahramanı Stephan Ludwig Roth da hapis tutulmuş. 

Yukarı tarafa doğru yürümeye devam ettim ve en sonunda şehrin kalbi olan Unirii yani Birlik Meydanı'na geldim. 

Union Square (Piata Unirii) - Birlik Meydanı

Barok, Gotik, Rönesans ve Neoklasik binaların bulunduğu Meydan'da, St. Michael Kilisesi ve Banffy Sarayı meydana hakim yapılar olarak öne çıkmakta. 18. ve 19. yüzyıl binalarına ve birçok dükkan ve restorana ev sahipliği yapan ana Meydan'daki en önemli yapı, Romanya'daki en iyi Gotik mimarlık örneklerinden biri olan 15. yüzyıldan kalma St. Michael Kilisesi. Meydan'da ayrıca 18. yüzyıldan kalma, Romanya sanat koleksiyonlarına ev sahipliği yapan, Barok tarzındaki mimarisiyle öne çıkan Banffy Sarayı bulunuyor. 



Meydan'ın güneybatı köşesinde, Rönesans, Klasik ve Barok unsurları birleştiren eklektik bir tarzda, 1895 yılında inşa edilmiş olan Hotel Continental yer alıyor.





II. Dünya Savaşı sırasında otel, Transilvanya'daki Alman askeri karargahı olarak hizmet vermiş. Meydan'da, Cluj'un ilk ve en uzun süre çalışan eczanesi (1573-1949) olan ve şimdi de Eczacılık Müzesi olarak kullanılan Hintz Evi önemli ziyaret noktaları arasında bulunuyor.






Önce Meydan'ın hemen girişinde bulunan meşhur Hintz Evi'ni yani Eczacılık Müzesi'ni dışından gördüm. 

Pharmacy History Collection (Colectia de Istorie a Farmaciei) - Eczane Tarihi Koleksiyonu  

Sadece hafta içi 10.00 – 16.00 arasında açık olan Müze'ye değişmediyse giriş için 6 Lei, fotoğraf çekmek için ise 25 Lei ücret alınıyormuş.

Cluj’de 1573-1949 yılları arasında faaliyette olan ve Valilik tarafından yönetilen Transilvanya'nın bu en eski eczanesi  ve uzun süre şehrin tek eczanesi olmuş. Çok eski bir koleksiyon olduğu için 1954 yılında “Eczacılık Müzesi” açılmış. Daha sonra bağışlanan malzemelerin çeşitliliği ve sayısı arttığı için adı da değiştirilerek “eczane tarihi koleksiyonu” olmuş. 


1820’den kalma Hintz Ailesi‘ne ait bu evde, 2,300’ün üzerinde tıbbi malzeme ve ecza malzemesi sergileniyormuş. Hintz Ailesi 9 kuşak boyunca 20’nin üzerinde eczacı yetiştirmiş bir aile olduğu için 1949 yılına kadar bu evi zaten eczane olarak kullanmışlar. 

Müze, bodrum katı ile birlikte iki katlı olup 4 odası bulunuyormuş. Odalarda 18. ve 19. yüzyıllara ait ilaç şişeleri, porselen ve cam kaplar, laboratuvar aletleri, reçeteler, ağırlıklar, çeşitli tozlar, yemek tarifleri, eczane eşyaları, duvarlarda şifa üzerine tasvirler ve bunun gibi daha pek çok şey sergileniyormuş. Her bir malzeme ve aletin yanında Romence’ye ilaveten İngilizce adı, açıklaması, hangi yıllarda kullanıldığı ve kim tarafından bağışlandığıyla ilgili bilgiler de bulunuyormuş. 

Önce Birlik Meydanı'nda biraz gezindim ve çevresindeki binalara baktım. 


Kilise'nin güney tarafında 15. yüzyılda Macar kralı olan Romenlerin Matei Corvin dedikleri Matthias Corvinus’un 1902’de yapılan atlı bir heykeli bulunuyor. 


Matthias, 1443 yılında Cluj’de doğmuş ve çocukluk yılları burada geçmiş. 1458'de 14 yaşından ölümüne kadar kral olmuş. Çok sayıda askeri sefere çıkmış ve sonra Bohemya Kralı ve Avusturya Dükü de olmuş. Askeri ve siyasi başarılarının yanı sıra bir Rönesans hükümdarı olarak, eğitime, sanata ve bilime oldukça fazla önem vermiş. Hatta Macaristan Krallığı'na yeni bir hukuk sistemini de tanıtmış. Macaristan, onun yönetiminde İtalya Rönesansı'nı benimseyen ilk Avrupa ülkesi olmuş. Bu nedenlerle Kral Matthias Avrupa tarihinin en önemli krallarından biri olarak kabul ediliyor. Atlı heykeli ise bu Meydan'a 1900 yılında dikilmiş. 


Atlı heykelin olduğu geniş alanda çok güzel havuzlar ve banklar konulmuştu. Uzun süren yolculuklar nedeniyle migren krizim tutmuştu ve başım çatlıyordu. Banklardan birisine uzanıp çantamı başımın altına koydum ve ağrımın biraz hafiflemesini umut ettim. Çok güzel ve güneşli bir gündü. Çocuklar oynuyorlar, aileler, gençler geziniyorlardı. Açık havanın ve güneşin etkisiyle biraz kendime geldim. 





Oturduğum bankların ilerisinde çok güzel ve büyük kısmı trafiğe kapalı bir cadde vardı. Meğerse burası şehrin en güzide caddelerinden birisi olan Eroilor Bulvarıymış. Sağ tarafta şehrin belediye binası ve caddenin tam ortasında bir anıt bulunuyor. 





Caddede yürümeye başladım ve güzel havanın da etkisiyle kafelerde, banklarda oturan birçok insan gördüm. 


Caddenin ortasına şehrin simgesi olan emziren dişi kurt heykeli konulmuştu ve herkes onunla fotoğraf çektirme yarışındaydı. 

Dişi Kurt Heykeli (Capitoline Wolf Statue)–Lupa 

1 Aralık 1918'deki Büyük Birliğin ardından, Cluj'da bulunan Upper Dacia Üniversitesi, Kral I. Ferdinand Üniversitesi olarak yeniden adlandırılmış. Üniversite, Kral Ferdinand ve kraliyet ailesinin huzurunda 1 Şubat 1920'de resmen açılmış. I. Dünya Savaşı Müttefikleri ve I. Dünya Savaşı sırasında tarafsız olan ülkelerin temsilcileri de bu açılışta hazır bulunmuş. 


Ertesi yıl 1921’de, İtalyan devleti, Capitoline Wolf'un beş kopyasını hazırlayarak Romanya'ya hediye etmiş. Bir kopyası Bükreş'e Roma Meydanı'na, ikincisi Cluj'a, üçüncüsü Chişinău'ya, dördüncüsü Timişoara'ya ve beşincisi de Targu-Mureş'e gönderilmiş. Bu hediyeyle ülkenin her yerindeki Romenlerin birliği ve onların Latin yönü sembolize ediliyormuş. Çoğunlukla öğrenci olan 200 kişilik İtalyan heyeti tarafından Cluj'a getirilen Cluj-Napoca Anıtı, altında Romulus ve Remus'un bulunduğu Capitoline Wolf'un sadık bir kopyası imiş. Bu heykele daha sonra heykeltraş Ettore Ferrari tarafından İmparator Trajan’ın kabartması ile birlikte (Alla citta di Cluj, Roma Madre, MCMXXI) "Anne Roma’dan Cluj Şehrine, 1921" yazıtı da eklenmiş. 


Anıt'ın, Unirii Meydanı'ndaki Matthias Corvinus Heykeli'nin önüne yerleştirilmesine karar verilmiş. 1940'dan sonra, Cluj'ın Romen nüfusunun önemli bir kısmı şehirden ayrılmak zorunda kalmış ve heykelin güvenliği için o da götürülmüş. II. Dünya Savaşı'ndan sonra, Heykel Cluj'a geri getirilmiş, ancak hüküm süren siyasi iklim Heykel'in orijinal konumuna yerleştirilmesine olanak sağlamamış. 1973'e kadar önce Üniversite'nin önüne yerleştirilmiş ve o tarihten sonra Heykel yine Unirii Meydanı'na getirilmiş. 1994'te yine kaldırılan Heykel, heykeltıraş Liviu Mocan tarafından Transilvanya Tarih Müzesi'nde  restore edildikten sonra bugün artık gördüğüm yere, Eroilor Bulvarı'nın ortasına yerleştirilmiş. Anlayacağınız oldukça meşakkatli bir gel-git yaşamış heykelcik. 

Bu dünyaca meşhur Dişi Kurt efsanesine de şöyle bir bakalım isterseniz. 

Ataları, Truva'dan kaçan Afrodit'in oğlu Prens Aeneas olan Alba Longa Krallığı’nda hükümranlık, Numitor ve Amulius kardeşler başa gelene kadar babadan oğula geçermiş. Krallığın yeni sahibi de bu kurala göre büyük oğul Numitor olmuş. Ama bu durumu kabul etmeyen kardeşi Amulius zorla tahta el koymuş. Kardeşini krallığın dışına sürgüne yollamış ve Numitor’un tahtta hak iddia edebilecek erkek çocuklarını öldürtmüş. Numitor’un kızı Rhea Silvia’yı ise krallıkta hak iddia edebilecek bir çocuk doğurmaması için Vesta (kutsal ateşin koruyucusu) rahibesi yapmış. 

Rhea Silvia buna rağmen hamile kalmış ve bu hamilelikten ikiz erkek çocuklar (Romus ve Romulus) dünyaya gelmiş. Üstüne üstlük Rhea Silvia doğan çocukların babasının Savaş Tanrısı Mars olduğunu açıklayınca Kral Amulius iyice çıldırmış. Kral soyundan geldikleri için ikizlerin büyüdüklerinde tahtı yeniden elinden almalarından korkan Amulius, Romulus ve Remus’un anneleri Rhea Silvia’yı hapse attırmış. İkiz çocukların da Tiber Irmağı’nda boğdurulmasını emretmiş. 

Emri alan hizmetkarlar Romulus ve Remus’u bir sepetin içine koymuş ve Tiber Irmağı'nın azgın sularına bırakmış. Tiber Irmağı Tanrı Mars’ın gazabından korktuğu için sepeti sarsmadan taşımış ve denize dökülmeden hemen önce Ostia kıyısına bırakmış. Sepeti henüz doğum yapmış olan ve Irmak'tan su içmeye inen bir kurt bulmuş. Tanrının ona verdiği içgüdüyle ikizleri emzirmeye başlamış. Daha sonra çoban Faustulus’un bulduğu ikizler çoban ve eşi tarafından büyütülmüş ve onlara Romulus ile Remus isimlerini vermişler. 

İkizler daha sonra çobanlık yapmasını öğrenmişler. Amulius’un askerleri ile çobanlar arasında çıkan bir çatışmada Remus yakalanarak dedeleri olan Numitor’a götürülmüş. Amulius’un kahinlerinden birisi ikizlerin yaşadığını söyleyince, Remus ve Romulus’un Numitor’un torunları olduğu ortaya çıkmış. 

Doğumlarıyla ilgili sırrı öğrenince, Remus ile Romulus liderlik yaptıkları büyük bir ayaklanmayla Amulius’u öldürüp dedeleri Numitor’u yeniden tahta çıkarmışlar. Sonra da Faustulus’un kendilerini bulduğu yerde kendi şehirlerini kurmaya karar vermişler. Ancak hangisinin kral olacağına karar veremeyince önce Romulus kendi adını taşıyacak şehrin sınırlarını çizmiş. Alaycı davranan Romus bu sınırı geçince kardeşi Romulus tarafından öldürülmüş. Aslında yaşayıp, yaşamadığı bilinmeyen Romulus'un tarihsel bir kişi olduğu bile şüpheliymiş. Bu mitolojiye göre M.Ö. 753 yılında kurulan Roma şehrinin kurucusu Romulus olarak gösterilmektedir. 

Efsanelerde soyunu kurda dayandıran halklar arasında Türkler, Moğollar ve Etrüskler olduğu bilinmektedir. Etrüksler, İtalya’nın Tiber ile Arno Nehirleri arasında yer alan Etruria bölgesinde yaşamış ve M.Ö. 6. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüş. Bu mitolojinin de İtalya’ya Etrüskler (Tuskiler) aracılığıyla geçtiği belirtilmektedir. Bilindiği gibi Türklerin de mağarada kurt tarafından beslenen çocuk motifi bulunmaktadır. Kurt motifi, Ergenekon efsanesi ile bir devletin kurulmasını da sağlamıştır. 

Bu ara bilgilerden sonra biz yine kaldığımız yere dönelim. Caddede bulunan bir kilisede düğün töreni yapılacaktı. Kilisenin önünde çok şık insanlar bekliyordu. 


Önce boş kiliseye girip fotoğrafını çektim ve sonra dışarıda bir süre bekleyip gelin ve damadın gelmesini bekledim. 


Düğün törenini de kısa bir süre izledim. 


Bu kilise de meğerse tarihi bir katedralmiş. 

Cathedral of the Transfiguration (Catedrala Schimbarea la Fata) 

1764 yılında, kilise Cluj eteklerinde yaşayan Fransisken rahipler tarafından satın alınmış. Kule 15 yıl sonra çökmüş ve böylece tüm ön cephenin görünümü bozulmuş. Restorasyon çalışmaları 1783 yılında başlamış ve kilise Barok tarzda yeniden inşa edilmiş. 1924 yılında Romen Rum Katolik Kilisesi'ne bağışlanmış. 

Birlik Meydanı'na dönerek artık ziyarete açılmış olan St. Michael Kilisesi'nin girişine yöneldim. Bu arada girişin ücretsiz olduğunu söylemeliyim.


St. Michael's Church (Biserica Sfantul Mihail) 

Bu Roma Katolik kilisesi, Transilvanya'daki en güzel Gotik yapılardan birisi olarak gösteriliyor. Brașov'un Kara Kilisesi (Black Church)'nden sonra Transilvanya bölgesindeki en büyük ikinci kiliseymiş. Nefi 50 metre uzunluğunda ve 24 metre genişliğinde olan Kilise'nin haç da dahil olmak üzere 80 metre civarında olan kulesi Transilvanya'daki en uzun kuleymiş. 


Aziz Michael Kilisesi, eski Aziz Yakup Şapeli (St. Jacob's Chapel)'nin yerine 1350-1487 yılları arasında inşa edilmiş. 1390 civarında inşa edilen altar, Kilise'nin en eski kısmıymış. En yeni bölümü ise 1862 yılında Neo-Gotik tarzda dikilmiş saat kulesiymiş.


Yıldız şeklindeki tonoz, vitray pencereler ve heykeller, Kilisenin güzelliğini ve ihtişamını etkileyici kılmakta. 



Kilise'nin batı kısmı, Macaristan Kralı, Bohemya Kralı ve Kutsal Roma İmparatoru olarak üç Sigismund arması ile dekore edilmiş. 



Yapılan restorasyonlar sırasında, 15. yüzyılın başlarındaki duvar resimleri ortaya çıkarılmış. Son restorasyon ise 1957-1963 yılları arasında gerçekleşmiş. 

Kilise'nin içini gezdikten sonra bu sefer farklı caddelerden yürümeye başladım. 


Bu caddede üzerinde inşa yılı 1777 olarak gözüken resmi bir kurum veya bir müze olması muhtemel tarihi bir bina gördüm.


Bu güzergahta tarihi bir de kilise gördüm ama adını bilemiyorum.


Artık yorulmaya başlamıştım ve karnım da acıkmıştı. İşi şansa bırakmamak için döner yemeye karar vermiştim. Birlik Meydanı'na yakın caddede birçok küçük kafe ve restoran bulunuyor. Sultan Döner isimli küçük bir restorana girdim ve döner menü istedim. Bu yemek için toplam 18 Lei ödedim. 


Yemeğimi yerken bir yandan da geleni geçeni seyrettim. Döner sandviçin tadı fena değildi tavsiye ederim. 


Yemekten sonra Meydan'a çok yakın olan Matthias Corvinus’un müze haline getirilen evine gittim. İçeriye giriş ücretsiz ancak ziyarete belli saatlerde izin veriliyor sanırım. 


Matthias Corvinus House 

Macaristan’ın en büyük kralı olan Matthias Corvinus, 1443 yılında bu evde doğmuş. Kral olduktan sonra doğduğu bu ev pek çok defa restore edilerek farklı amaçlar için kullanılmış. Gotik, Barok, Rönesans ve Art Nouveau (yeni sanat) mimarisinin bir arada görülebileceği tarihi ev, günümüzde Sanat ve Tasarım Üniversitesi olarak kullanılıyormuş. Odalar kapalı olduğundan sadece girişi ve bahçeyi gezebildim. Girişte çok hoş heykeller vardı ama benim favorim bahçesi oldu. 



Daha sonra bugün artık sanat müzesi olarak kullanılan Banffy Palace yani Sarayına gittim. Önce dışarıdan fotoğraflarını çektim. Sonra avluya girip fotoğrafını çektim ama oradan görüntüsü dışı kadar etkileyici değildi. 


Banffy Palace (Palatul Banffy) 

Avusturya-Macaristan valilerinin ikametgahı olan görkemli Banffy Palace, Alman mimar Johann Eberhard Blaumann tarafından, o zamanki vali Banffy Gyorgy için tasarlanmış. Transylvania'nın en iyilerinden birisi olan Barok saray 1774-1785 yıllarında inşa edilmiş. 1951'den itibaren saray, Cluj Ulusal Sanat Müzesi'ne ev sahipliği yapmaya başlamış.

Müze, 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar uzanan döneme ait 12.000’in üzerinde resim, heykel, grafik ve dekoratif sanatlarla ilgili Romen ve Avrupa sanatının çok değerli bir koleksiyonuna sahip. Koleksiyonda Romen ressam Nicolae Grigorescu, Theodor Aman, Cluj doğumlu Ion Andreescu, Stefan Luchian, Nicolae Tonitza, Theodor Pallady'nin eserleri yer alıyor. Hem Grigorescu hem de Aman, Barbizon grubu ve İzlenimciler tarafından etkilenirken, Pallady Paris'te uzun yıllar geçirmiş ve Matisse'den ilham almış. Sergilerdeki en önemli parçalar ise Jimbor Saksonya Altarpiece ve Maramures ahşap ikonları olarak gösterilmekte. 


Ben de bilet alıp en azından bu müzeyi gezmek istedim. Çarşambadan Pazar gününe kadar 10.00-17.00 arası açık olan müzenin giriş ücreti 1 sergi için 7,90 Lei ve 2 sergi için hatırladığım kadarıyla 20 Lei ve fotoğraf ve video çekmek isterseniz de bir bu kadar daha ödemeniz gerekiyor. Bu ücretleri görünce acayip kızdım. Birleşik Krallık ülkelerinde dünyanın en güzel müzelerini ücretsiz geziyorsunuz ve fotoğrafını da çekebiliyorsunuz. Bu ne demek oluyor şimdi! Sıradan bir müze için bu kadar çok ücret ödemek bana saçma geldi ve sadece fikir edinmek için 1 sergi giriş ücreti olan 7,90 Lei ödeyerek içeri girdim. Gizlice fotoğraf çekerim de diyemiyorsunuz her galeriye tilki bakışlı görevliler yerleştirmişler ve hemen gelip uyarıyorlar. 

Müzeyi hızlıca gezip bu sefer farklı bir güzergaha doğru yürüdüm. Yürüyüşüm sırasında dondurma yiyenlere imrendiğimden pastane görünümlü bir yerden 4 Lei ödeyerek dondurma aldım. Çeşit çeşit dondurma türleri arasından limon ve vanilyayı tercih ettim. Sütlerinin lezzetinden galiba dondurma bir harikaydı. 

Bu kısa moladan sonra şehri keşfetmeye devam ettim.


Yürüyüşüm sonunda karşıma Avram Iancu Meydanı çıktı. Dörtbir yanında çok güzel yapılar bulunan Meydan'da önce Metropolitan Katedrali'ne doğru gittim ve girişin ücretsiz olduğu Katedrali gezdim.


The Orthodox Metropolitan Cathedral - Dormition of the Theotokos Cathedral, Cluj-Napoca- Assumption Cathedral 

Yapımına 1920'de başlanmış ve 1930'da resmi olarak tamamlanmış. Ancak Katedral 1933'te Tanrı'nın Annesinin Evi olarak kutsanmış ve faaliyete geçebilmiş. Metropolitan Katedrali’nin beyaz ve saf görünümü, binlerce yıl sürecek samimi bir inancın simgesi olmuş. 

Katedral hem sanat hem de tarih müzesiymiş. 1938'de kurulan ve 1975'te yeniden düzenlenmiş olan dini sanat koleksiyonu, esas olarak 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar uzanan resimli ikonlardan ve çeşitli kült objelerden oluşuyor. Tarihi eserler koleksiyonu arasında piskoposluk objeleri, ahşap ve cam ikonlar, el yazmaları, giysiler ve tarihi belgeler bulunuyor. 


1996'dan sonra Katedral büyük bir restorasyon sürecine girmiş ve ancak 1999'da tamamlanmış. İçinde ünlü Murano mozaiğinden yeni bir Bizans resmi yapılmış.




Burayı gezdikten sonra Avram Iancu Meydanı'nda bulunan heykeli inceledim. 





Avram Iancu Heykeli - Statue of Avram Iancu 


Avram Iancu Heykeli, bir çeşme ile çevrili olan ve Apuseni Dağları'nın kayalarını simgeleyen taş blokların üzerinde yer alan bir heykel. Romenler için çok önemli tarihi kişilerden biri olan Avram Iancu, Transilvanya'daki 1848-1849 isyanının liderleri arasında olan bir avukatmış.


Bir ordunun lideri olan Avram Iancu Avusturya askerleriyle işbirliği içinde Apuseni Dağları'nın savunmasını organize etmiş ve Macar devrimci gruplarının sayısız saldırılarına karşı koymuş. 


Sırada Katedral'in tam karşısında olan Romanya Ulusal Opera Binası bulunuyor.


Romanian National Opera 

Ulusal Tiyatro Binası, "Lucian Blaga" Ulusal Tiyatrosu ve Cluj'daki Romanya Operası'nın Cluj’daki merkezidir. 1821'lere kadar giden Cluj'ın ilk şehir tiyatrosu, bugün "Üniversite Evi" adı verilen binaların bulunduğu alanda icra ediliyormuş. Avusturyalı mimar Ferdinand Fellner ve Hermann Helmer tarafından 1904'te yeni bir tiyatro binasının inşasına başlanmış ve ancak 1906'da tamamlanmış. 1906'da Macar Tiyatrosu'nun bir gösterisiyle açılmış.


Barok-Rokoko tarzında inşa edilmiş binada 1.000 koltuk ve üç sıra balkon bulunuyor. 1919'da Macar Tiyatrosu, halen çalıştığı Central Park ve Somes Nehri yakınında bulunan Emil Isac Caddesine taşınmış. Buradaki ilk opera 1920’de Romen versiyonuyla sahneye konulan Giuseppe Verdi’nin Aida Operası olmuş. Bu Opera, Romanya’nın en prestijli, Avrupa’nın ise önde gelen operalarından birisi olmuş. 

Meydandaki bir diğer devasa yapı ise Palace of Justice yani Adalet Sarayı'ydı 

Palace of Justice 

1898 ve 1902 yılları arasında inşa edilmiş eklektik bir yapı olduğu belirtiliyor. Toplam alanı 19,950 m2 olan Saray, mimar Gyula Wagner tarafından projelendirilmiş. 


Dört katlı binada mevcut alanların havalandırılmasını ve aydınlatılmasını sağlamak için 13 avlu bulunuyormuş. Dorik sütunlarla yapılmış iki girişi olan binaya ziyaret mümkün bulunmuyor. 

Meydanda bunların dışında CFR Sarayı, İl Sarayı ve Finans Sarayı yer alıyor.




Opera Binası'ndan yukarıya doğru biraz yürüdüm ve orada Baba Novak Heykeli ile Tailor’s Bastion yani Terziler Kulesi'ni gördüm. 





Tailors' Bastion (Bastionul Croitorilor) 


Geçmişte Cluj’de eski kalede 18 adet gözetleme-savunma kulesi bulunmaktaymış. Terziler Kulesi eski kaleden geriye kalan iki yapıdan birisi. Diğer kule ise İtfaiyeciler Kulesi ve bu ikisi beş yüzyıldan fazla bir süredir hayatta kalan savunma kulesi olmuşlar. Terziler Kulesi (Tailor’s Bastion) şehrin bu bölümünü koruyan Terziler Birliği'nden adını almış. Orta Çağ’da bu tür kulelere çoğunlukla itfaiyeci, ayakkabıcı, terzi gibi mesleki isimler verilir ve bu meslek grubundan olanlar şehrin bir bölümünü korurlarmış. 


Terziler Kulesi eski Cluj-Napoca kalesinin güneydoğu köşesinde bulunmakta. 1475 yılında inşa edilmiş ve 1627-1629 yılları arasında yeniden inşa edilerek bugünkü halini almış. 2007 yılına kadar terk edilen Kule Cluj-Napoca belediyesi tarafından restorasyonu yapılarak kentin turistik güzergahına dahil edilmiş. Kule bugün artık Kent Kültürü Merkezi olarak kullanılıyor. Merkezin konferans, toplantı gibi farklı etkinlikler için kullanılan üç katlı alanı sergilere de ev sahipliği yapıyor. 


Ben de 2 Lei giriş ücretini ödeyerek Kule'yi gezmeye başladım. Her katta çok çeşitli sergiler bulunuyordu. 



Şehri kapalı pencerelerden panoramik olarak görmek mümkün oluyor. Kule'nin en üst kısımları ziyarete kapalıydı ve sadece birkaç katı gezdiriyorlardı. 

Kule'nin yakınlarında cesur general Michael, Baba Novac ve Saski rahibinin General Basta tarafından 1601'de öldürüldüğü yere Osmanlı doğumlu olan Baba Novac'ın bir heykeli 1975 yılında dikilmiş. 


Bu Kuleyle birlikte şehir duvarlarını da görmüş oldum. 

The City Walls 

Cluj şehri Orta Çağ’da oldukça önemli bir ticaret merkeziymiş. Bu nedenle sıkça yaşanan Tatar saldırılarından korunmak için etrafı surlarla çevrilmeye başlanmış. 15. yüzyılda 45 hektarlık bir alan surlarla çevrilmiş ve bu kaleye birini henüz gezmiş olduğum 18 gözetleme kulesi inşa edilmiş. Zamanla bu surlar yıkılmış ve günümüze sadece çok küçük bir bölümü ulaşmış. 


Şehir surlarının olduğu bölümün ilerisinde Babeş Bolyai Üniversitesi bulunuyor. Benim ilgimi çeken bir yer değil ama kısaca bilgi vermek isterim. 

Babeş Bolyai Üniversitesi

1872 yılında Macarlar tarafından kurulan bu Üniversite daha sonra Romanya sınırlarında kalmış. Ancak çok önemli bir üniversite olan bu kurumu Macarlar bırakmak istememiş ve bir orta yol bulunmuş. İki kültürü de bir arada yaşatmak amacıyla üniversitenin ismi Romanya’nın önemli biyologlarından birisi olan Viktor Babeş’in ve önemli bir Macar matematikçi olan Yanoş Bolyai’nin soyadları kullanılarak Babeş Bolyai Üniversitesi yapılmış ve iki dilde de eğitim yapılması kararı verilmiş. 

Transilvanya’nın en önemli, Romanya’nın ise Bükreş Üniversitesi'nden sonra en önemli ikinci önemli üniversitesi olma özelliğinde olan Üniversite'de Romence, Macarca, Almanca, İngilizce ve Fransızca başta olmak üzere pek çok dilde eğitim veriliyormuş. Doğu Avrupa’nın en prestijli üniversitesi bugün 21 fakülte ile hizmet veriyormuş ve bunlardan tıp fakültesi de Avrupa’nın en itibarlı üç tıp fakütesinden birisiymiş. 

Surların yanındaki sokaktan aşağı doğru yürüdüm ve hemen alt sokaklardan birisinde olan Reform Kilisesini buldum. Girişin ücretsiz olduğu kilisenin içine yöneldim. 


Calvinist Reformed Church (Biserica Reformata) 

Bu etkileyici kilise binasının inşaatına 1486'da başlanmış ve 1516 civarında tamamlanmış. Minber ise 1616'da eklenmiş. İnşaasına Macar kralı Matthias Corvinus’un da büyük desteği olmuş. Güneydoğu Avrupa'nın en büyüklerinden birisi olan kilise, geç Gotik mimari tarzın mükemmel bir örneği olarak gösteriliyor. Transilvanya’daki en büyük nefe sahip kiliseymiş.



1373 yılında Cluj’un ustaları Martin ve George tarafından yapılmış olan ve kilisenin önünde bulunan ejderhayı öldüren St. George heykeli, 14. yüzyılda Prag merkezinde sergilenen dünyanın en meşhur atlı heykelinden esinlenmiş. Kilise 17. yüzyıldan itibaren Reform topluluğuna hizmet etmiş. 


Kilisenin önemli detaylarından birisi de içerisinde yer alan Rokoko mimarisine sahip 1765 yapımı orgu. Kilisenin mimarisinden dolayı akustiği oldukça iyiymiş ve bu nedenle Kilise'de sık sık org konserleri de düzenleniyormuş. 

Kiliseyi gezdikten  sonra merkeze dönmeye başladım ve yol üzerinde çok şatafatlı olan Biserica Ortodoxa Kilisesini gezdim.


Bütün bu hızlıca yaptığım geziden sonra benim Kaloşvar’da favori yerim olan Eroilor Bulvarına geri döndüm. Günün yorgunluğunu atmak için caddenin ortasında bulunan bir kahveciden 5 Lei ödeyerek Americano aldım ve banklara oturarak kahvemi yudumladım. 

Biraz da dinlendikten sonra hostelden eşyalarımı almak üzere dönüş yoluna geçtim. Bu kez farklı bir yoldan Central Park üzerinden gitmek istedim. 


Central Park (Parcul Central) 

Şehir merkezine bu kadar yakın olan bir park Pazar günü nasıl olur dersiniz. O kadar kalabalık ki ancak hayran kalmamak elde değil! 180 yıllık tarihi olan Cluj’ın bu en büyük parkı 19. yüzyılın başlarında planlandığından tarihi varlık kategorisine alınmış. Parkta yürüyüş yolları, yapay göller ve kafe, restoran olarak kullanılan çok güzel yapılar bulunuyor.


Bot kiralayıp gölde gezebiliyorsunuz.


Satranç oynayanları görüyor musunuz! Böyle Parkta satranç oynayanları bir de Bakü'de görmüştüm. Hayranlık uyandırıyor doğrusu.


Siyah kuğuyu da ilk kez burada gördüğümü söylemeliyim. Ancak sadece videosunu çekmişim fotoğrafını bu yüzden buraya koyamadım. 

Nehir kenarından yürüyünce Cluj’ın önemli bir stadyumuna ulaşmış oldum. 

Cluj Arena 

Central Park’ın bitiminde yer alan Cluj Arena Stadyumu 2011 yılında yapılmış. FC Universitatea Cluj, Olimpia Cluj, U Cluj (rugby) ve Romanya futbol milli takımına ev sahipliği yapan stadyumda 30 bin koltuk kapasitesi bulunuyor. Bu stadyum UEFA’nın elit stadyumlar listesinde yer alıyor. 


Stadyumun önünden yürüyerek biraz ilerisinde bulunan köprüyü geçtim ve çok geçmeden hostele ulaştım. Eşyalarımı alıp çok fazla oyalanmadan tren istasyonuna gittim. Geç kalmaktansa her zaman biraz erken gitmek daha iyi oluyor. Bundan sonraki durağım Sighisoara olacaktı ve gece yarısından sonra orada olabilecektim. Kaloşvar'daki maceram da burada tamamlanmıştı. Her ne kadar başlangıcı çok iyi olmasa da yine de bu şehri sevdim. Özellikle meydanlarının ve yeşil alanlarının zenginliği ile öne çıkan bu öğrenci şehri görülmeyi hakediyor. Belki biraz daha fazla kalmak gerekiyordu ama buraya ayırabileceğim süre bu kadardı. Ancak şimdiki aklım olsa hiç Pioiesti’ye gitmeyip burada bir gece daha geçirirdim. 

Şimdi yine klasik uygulamamızı yapalım ve gidemediğim ama önereceğim yerleri sırasıyla yazayım. 

Memorandumului Caddesinde bulunan Ethnographic Museum of Transylvania (Muzeul Etnografic al Transilvaniei) ilk önereceğim yer olacak. Çarşamba ve Pazar arasında 10.00-18.00 saatlerinde açıkmış ve giriş ücretliymiş.

65.000'den fazla etnografik eserden oluşan bir koleksiyona sahip müze, Transilvanya halk sanatı ve geleneklerini görmek için mükemmel bir zemin oluşturuyormuş.1922'de kurulan Romanya'nın en önemli etnografya müzelerinden birisiymiş. Açık hava ve uluslararası bölümlerin yanı sıra 50.000'den fazla fotoğraf bulunan ticaret, konaklama, yiyecek, çömlekçilik, tekstil, ulusal kostüm ve geleneklere adanmış çeşitli bölümleri varmış. Transilvanya'nın halk kültürünün bir resmini ortaya koyuyormuş. 

Constantin Daicoviciu Caddesinde bulunan History Museum of Transylvania (Muzeul National de Istorie al Transilvaniei) yani Tarih Müzesi Salı ve Pazar arasında 10.00-16.00 saatlerinde açıkmış ve giriş ücretliymiş.

1859'da kurulan bu müze, Paleolitik çağından günümüze Transilvanya'nın tarihini göstermekte. Koleksiyonun büyüklüğü, 1870'lerde yaklaşık 24.000 objeyken, bugün nadir veya çok değerli nesneler de dahil olmak üzere 400.000'in üzerindeymiş. Neolitik ve Bronz Çağlardan, ikinci yüzyılda zirve noktasına ulaşan Dacian uygarlığına olan ilerlemeyi gösteren garip kafatasları, mamut dişleri, ok ve mızrak uçları sergilenmekteymiş. Orta Çağ, modern ve çağdaş tarih ve Nümismatikle ilgili bölümler, dekoratif sanat koleksiyonları, eski kitaplar, eski baskılar, anı, tarih ve madeni para koleksiyonları hepsi bu müzede bulunmaktadır. 

Cluj'da şehrin tarihinin yoğunlaştığı ve yüzyıllarca Küçük Meydan olarak isimlendirilen bugün artık Carolina Meydanı veya Müze Meydanı (Museum Square) olarak adlandırılan bir meydan bulunuyor. Trafiğe kapalı olan, pek çok insanın gelip geçtiği ve küçük etkinliklerin yapıldığı bir yermiş burası. 

Cluj’in görkemli iki bin yıllık tarihindeki Roma mirasının bir göstergesi olan Fransisken Kilisesi’nin yanındaki Fransisken Manastırı bu meydanda öne çıkmaktadır. Meydanın batı tarafına, 1937'den bu yana Transilvanya Tarih Müzesinin bulunduğu bir yapı hakimdir. Müze'nin karşısındaki binada 1791-1815 yılları arasında tarihçi Kovari Laszlo ve bitişik binada da Romen oftalmolog Ioan Molnar-Piariu oturmuş. 

Meydanın merkezinde, Avusturya İmparatoru I. Francis ve İmparatoriçe Carolina Augusta‘nın Cluj şehrini ziyaret etmesi (1817) onuruna dikilmiş 10 metrelik bir dikilitaş yer alıyor. Heykelin kenarlarına oyulmuş olan kabartmalar, tarihi ziyaretten sahneleri gösteriyor ve aynı zamanda kentin eski amblemini de sergiliyor. 

Gheorghe Bilascu Caddesinde bulunan Alexandru Borza Botanical Garden (Gradina Botanica Alexadru Borza) yani Botanik Bahçesi Pazartesi ve Pazar günleri arasında 08.00-20.00 saatlerinde açıkmış ve giriş ücretliymiş.

14 hektar alanda kurulmuş olan ve güneydoğu Avrupa'nın en büyüklerinden birisi olan Cluj-Napoca Botanik Bahçesi, 1872 yılından bugüne kadar dünyanın çeşitli yerlerinden getirilen yaklaşık 10.000 bitki türüne ev sahipliği yapmakta. 8 ana bölümden oluşan bahçede devasa Amazon nilüferleri dahil olmak üzere çöl ve tropik bitkiler olan seralar, Japon tarzı bir ev ile bir Japon bahçesi, görme özürlüler için özel olarak yapılmış bir bahçe ve Napoca Roma kolonisinden arkeolojik kalıntılar olan bir Roma Bahçesi görülebilir. Bitkilerin yanında detaylı İngilizce açıklamalar da bulunuyormuş. 

The Franciscan Monastery and Church (Manastirea si Biserica Franciscana) yani Franciscan Kilisesi Victor Deleu Caddesinde Müze Meydanında bulunuyormuş. Her gün 07.00-19.00 saatlerinde açıkmış ve giriş ücretsizmiş.

Şehrin en eski yapılarından birisi olan Franciscan Manastırı, 15. yüzyılda, 1273'ten kalma daha eski bir kilisenin Tatar saldırıları sonucu yıkılması nedeniyle bu kilisenin bulunduğu yere inşa edilmiş. Hükümdar Iancu de Hunedoara tarafından 1455'te Dominik emrine verilmiş. Manastır kompleksinin güneyinde bulunan Kilise, 1728 yılında Barok tarzında restore eden Fransiskanlara hediye olarak sunulmuş. 

St. Peter and Paul Church (Biserica Sf. Petru si Pavel), 21 Decembrie 1989 Bulvarı üzerindeymiş. Peter ve Paul adına ithaf edilen bu gotik kilise 1844-1848 yılları arasında daha önceki bir kilisenin temeli üzerine inşa edilmiş. 1738-1742 yıllarındaki Kara Ölüm adı verilen saldırılardan sonra Biro Jozsef isimli bir rahip tarafından bu kiliseye çok dikkat çeken bir giriş yaptırılmış. Ana girişin üzerinde Aziz Başmelek Mikail’in bir heykeli, bunun solunda Baptist John, Aziz Sebastian ve Aziz Charles Borromei, sağda ise Evangelist Aziz John, Aziz Rocus ve Aziz John Nepomuc'un heykelleri bulunuyormuş. Bu giriş 1899'da St. Michael's Kilisesi'ndeki eski konumundan taşınmış ve yakın zamanda restore edilmiş. 

St. Mary Calvaria Church (Biserica Romano-Catolica Calvaria) Manasturului Caddesinde bulunuyormuş. Bir zamanlar şehrin en eski bölgesinde, batı kapılarında güçlü bir Benedictine manastırı bulunuyormuş. Manastır, Monasterium Beaae Mariae de Clus adıyla biliniyormuş ve olağanüstü hak ve ayrıcalıklara sahipmiş. Benedictine rahipleri buraya 11. yüzyılın sonlarına doğru yerleşmiş. 1241'deki Tatar saldırısı sırasında manastır yağmalanmış ve yakılmış. Bina 1263 yılında restore edilmiş ve mevcut Calvaria Manastırı, 1470-1508 yılları arasında Gotik tarzda inşa edilmiş. 

Yıllar boyunca, manastır refah içinde yaşamış, ancak aynı zamanda zor zamanlar da geçirmiş. 1787'de, Türklere karşı savaşın ardından Piskopos Alexandru Rudnai, hem kilisenin hem de çevresindeki surların yıkılmasına karar vermiş. Bu yıkımdan sadece sunak kısmı geriye kalmış ve daha sonra bir şapele dönüştürülmüş. İsa bebeği elinde tutan Meryem Ana heykeli dışında kilisenin sanatsal varlıklarından geriye hiçbir şey kalmamış. Heykel şu anda giriş kapısının üstünde, gotik bir gölgeliğin altında ve bir kaide üzerinde duruyormuş. 1831 yılında yapılmış ve 1922 yılında ünlü Macar mimar Karoly Koos tarafından yeniden tasarlanan çan kulesi dikkat çekiciymiş. 

Emil Racovita Speleology Institute & Museum (Insitutul de Speologie Emil Racovita)-Emil Racovita Speleoloji Enstitüsü ve Müzesi,  Sextil Puscariu Caddesinde bulunmaktadır ve Romanya'da türünün tek örneğidir. Müzede, 1920 yılında dünya Speleology Enstitüsünün kurucusu olan Romen biyolog Emila Racovita tarafından toplanan 50 milyondan fazla yeraltı faunasına ilişkin örnek bulunuyormuş. Racovita, Avrupa ve Afrika'da 1.200'den fazla mağarada keşifler yapmış. Emil Racovita aynı zamanda özgün bir biyolojik evrim teorisinin de yazarıymış. 

Romulus Vuia Ethnographic Park (Parcul Etnografic Romulus Vuia)- Romulus Vuia Etnografya Parkı, Taietura Turcului Caddesinde bulunmaktadır. Nisan-eylül ayları arası çarşambadan pazar gününe kadar 10:00-18:00 arası, Ekim-Mart arası ise çarşambadan pazar gününe kadar 09:00-16:00 arası açık oluyormuş. Girişin ücretli olduğu Park, 1929'da kurulmuş. 90 adet Romanya, Sakson ve Szeklere ait geleneksel ev, değirmen, kuyu, çömlekçi atölyeleri, altın işleme, koyun yetiştiriciliği, demircilik ve bronz eşya yapımı için yapılar sergileniyormuş. Parkta ayrıca Transilvanya bölgesinden 18. yüzyıldan kalma ahşap kiliseler de varmış. 

Cluj’a yakın sayılabilecek yerler ise şöyle sıralanabilir. 

Turda Salt Mine and Turda Mine Wine Cellars yani Turda Tuz Madeni Cluj Napoca’nın 23 mil güneydoğusunda bulunan önemli bir yer. Turda Tuz Madeni 2014 yılında "Business Insider" tarafından "Dünyanın Ulaşılan En İnanılmaz Yeraltı Yerleri" sıralamasında 22. ve "Yeraltındaki En Güzel Yerler" sıralamasında da 10. olmuş. 

Transilvanya’nın en önemli tuz madenlerinden birisi olan Turda Madeninde belgelerde belirtildiğine göre daha 1075 yılında kazı yapılıyormuş ve Romalılar (Potaissa, Turda’nın Latince adıymış) zamanında da bu kazılar devam etmiş. 13. yüzyılda tuz altından bile değerliymiş ve Şövalyelerin ödemelerinin bir kısmı tuzla yapılırmış. Avusturya-Macaristan Krallığı zamanında tuz ihtiyacının tamamı Turda Tuz Madeni’nden karşılanırmış. Yaklaşık 900 yıl burası bir tuz madeni olduktan sonra, 1932’de tuz çıkarılmasına son verilmiş. Sonrasında peynir depoluğundan, 2. Dünya Savaşı’nda sığınak olarak kullanılmaya kadar bir çok amaçla kullanılmış. 

Bugünlerde artık bir yeraltı müzesi ve modern bir eğlence merkezine dönüştürülmüş. İçinde basketbol çemberleri, mini golf sahası, dönme dolap gibi eğlence araçları olduğu gibi turistlerin yeraltı gölüne ulaşması için bot turları da düzenleniyormuş. Burada alerjenler ve bakteriler barınamıyormuş. Nem oranı %80’de, ısı da 11-12 derecede sabit olduğu için alerjileri ve astımı olanlarla özellikle kalıcı solunum problemlerini tedavi etmek isteyenler tuz kaplı mağaralarda iyonize hava, basınç ve nem bulunan haloterapi kaplıca özelliği için burayı tercih ediyorlarmış. 

Sic (Szek) Village - Sic Köyü, Cluj Napoca'nın 40 km kuzeydoğusunda bulunan bir köymüş. Yerel halk tarafından giyilen güzel geleneksel kostümlerle bilinen bu eşsiz köy, renkli Salı Pazarı, Dans Evi/Müzesi ve yakındaki bataklık yürüyüş yolları ile biliniyormuş. 

Hoia – Baciu Woods (Padurea Hoia – Baciu)- Hoia - Baciu Ormanı, Cluj Napoca’ya 9 kilometre uzaklıktaymış. Hoia - Baciu, doğa yürüyüşleri ve rahatlamak için ideal bir ormanlık alanmış. 

Apuseni Tabiat Parkı (The Apuseni Nature Park), ülkedeki en ilginç mağaraların bulunduğu bir yermiş. Parkın altı tamamen kireçtaşı olduğundan bölgede etkileyici yer şekilleri oluşmuş ve çoğu içine girilebilen 400 mağara bulunuyormuş. Heykeltraşların işlediği dağ sırtları, gizemli yeraltı nehirleri ve mağara oluşumları son derece ilgi çekiciymiş. 

Campeni'ye gidip Avrupa'nın en büyük ikinci yer altı buzuluna ev sahipliği yapan ve ulusal bir anıt olan Scarisoara Mağarası görülebilir. 

Bunun dışında Apuseni Motzi köyleri, geleneksel köy yaşamının sakinliğini ve bilgeliğini keşfetmek için ideal yerlermiş.

Meraklısına Şehrin Tarihi

Bu şehrin tarihi M.S. II. yüzyılda Dacian’ın Napuca yerleşimlerine kadar gidiyormuş. Roma, Dacia'yı aldıktan sonra buranın adı Napoca olarak değiştirilmiş ve M.S. 124'te, "belediye" olmuş. Bu döneme ait varlığını koruyan eserler, şehri Romanya’nın sanat ve kültürel açıdan önemli şehirlerinden birisi yapmış. Roma İmparatorluğu tarafından yönetilen şehir ekonomik ve sosyal olarak ileri gitmiş. Hatta Marcus Aurelius'un hükümdarlığı sırasında Napoca, Roma İmparatorluğu'ndaki en yüksek kentsel statü olan koloni "colonia" ünvanını almış. 

Cluj kelimesi ise ilk olarak 12. yüzyılda şehri çevreleyen kalenin adı olarak çevrilen “Castrum Clus” olarak görülmüş. “Clus” Latince "kapalı" anlamına geliyormuş ve şehri çevreleyen tepelere işaret ediyormuş. 

12. yüzyılda buraya gelen Alman tüccarlar, 1241 Tatar işgalinden sonra, istilayı önlemek ve ticareti hızlandırmak için Clus'un Orta Çağ toprak duvarlarını taştan yeniden inşa etmişler. Transilvanya Saksonlarının yaşadığı bu yedi duvarlı kale, Almancada Siebenbürgen olarak biliniyormuş. En büyüğü Clus olan diğer Siebenbürgen Kaleleri ise, Bistrita (Bistritz), Brasov (Kronstadt), Medias (Mediasch), Sebes (Mühlbach), Sibiu (Hermannstadt), Sighisoara (Schässburg) illerinde bulunmaktaymış. 

Almanlar için Klausenburg, Macarlar için Kolosvar olarak bilinen Cluj komünist rejimle birlikte 1970'lerden sonra Cluj Napoca olarak adlandırılmış. Komünist rejim, Daco-Roman kökenini vurgulamak için eski Roma yerleşiminin adını da eklemiş.