20 Haziran 2017 Salı

On 05:19:00 by Gülten İşcimen in    No comments


Filipinler seyahatimize El Nido Adasında kaldığımız yerden devam ediyorum. Sırada Puerto Princesa şehrine yakın olan Subteranean Underground River National Park vardı.

13 Şubat 2017

Sabah çok erken saatte El Nido'dan bindiğimiz minivanın şoförü yolda 2 kez mola verdi ve bunlardan birinde çok güzel manzarası olan bir tesiste kahvaltımızı yaptık.


Bu da ilkel ama temiz olan tuvaleti.


Yaklaşık 4 saat süren yolculuğumuz sonrasında saat 10 gibi Underground River (Yeraltı Nehri)'nin bulunduğu Sabang köyüne geldik. Buranın tam adı Subteranean Underground River National Parkmış. Şoförümüz bizi dükkanların önünde bırakıp biletlerimizi almaya gitti. Arkadaşlarla hediyelik eşya satan küçük dükkanlara bakmaya başladık. Buradan katlanabilen çok hoş bir şapka aldım.


Sonra en köşede meyva suyu satan bir dükkandan mangolu bir karışımı 190 Peso ödeyerek aldık ve tam içmeye başlamıştık ki şoförümüz koşarak geldi ve tekneye binmek için acele etmemizi söyledi.


Hemen teknelerin hareket ettiği sahile gittik ve bir yandan da meyve suyumuzu bitirmeye çalışıyorduk. Orada görevliler bize bineceğimiz teknenin numarasını verdiler ve bu numarayı unutmamamızı, mutlaka aynı tekneyi bulup onunla dönmemizi söylediler. Teknede bizim dışımızda sadece 1 çift vardı. Yaklaşık 15-20 dakika denizde ilerledik.


Plaj gibi bir yere teknemiz yanaştı ve dönüşte buradan aynı tekneye binmemiz gerektiği söylendi. Bizim gibi onlarca tekne gelmişti. Denizde o kadar çok tekne vardı ki üzerlerinde numara olmasa birbirlerinden ayırt etmek mümkün olmazdı.


Sonra tekne kaptanımız önde biz arkada patika bir yoldan yürümeye başladık. 


Ağaçların arasında bir müddet yürüdükten sonra nehir kenarına ulaştık. Burada can yeleklerimizi ve baretlerimizi giyerek boş bir teknenin gelmesini bekledik. Bizlere birer de audio guide yani sesli rehber verildi. Bizden önce hareket eden ve geri dönen tekneleri fotoğrafladık.



Filipinliler burada fotoğrafçılıktan para kazanmayı öğrenmişler. Tekneye binenleri ve Yeraltı Nehri'ni gezip dönenleri çekiyorlar. Siz de gidip bilgisayar ekranından iyi olanları seçiyorsunuz. Hemen bunları karta basıp veriyorlar. Biz de tekneye binince fotoğrafımızı çektiler ve aynı şeyi döndüğümüzde de yaptılar.

Artık yavaş yavaş Yeraltı Nehri'ne doğru yaklaşıyorduk. Bu aşamada gideceğimiz bu yerle ilgili kısaca bilgi vermek istiyorum. Bu bölge hem dağ hem de deniz ekosistemine sahip olması nedeniyle önemli oranda canlının yaşadığı bir bioçeşitlilik içermekte. Asya'daki en önemli ormanlardan bazıları burada bulunuyor. Bu parkta yaklaşık 800 bitki, 300 ağaç türü, 195 kuş, 30 memeli ve 19 sürüngen türü yaşıyormuş. 

Parkı kısaca tanıttıktan sonra sıra geldi Dünyanın yeni harikaları arasına girmeyi başarmış Yeraltı Nehri'ni tanıtmaya. 

Unesco Dünya Mirası Listesi’nde bulunan Subteranean Underground River (Yeraltı Nehri), National Park'ın en çok ziyaret edilen noktasıdır. Nehrin en dikkat çekici özelliği doğrudan denize çıkması ve deniz seviyesinin altında kalan kısmının da gel-git etkilerine açık olmasıdır. Nehir dağların altında akıyor ve sadece 8.2 km’sine girilebiliyor. Yeraltı Nehri ve suların aktığı mağaralardaki oluşumlar görülmeye değer. İşte mağaralara girmeye başladık bile.



Karanlıklara doğru teknemizi ağır ağır sürmeye devam ettiler. Bu arada Park ve Nehirle ilgili bilgileri de dinlemeye başladık. Mağaraların içine doğru ilerledikçe rehberimiz bize ışıkla sabitlediği alanları hikayelerle anlatıyordu. Mağaralardaki canlıların ürkütülmemesi ve doğal hayatın bozulmaması için kesinlikle ses çıkarmamamız ve ışık kullanmamamız gerektiği söylendi. Kireçtaşı kayaların şekillerini ünlü insanlara, hayvanlara veya cisimlere benzeterek eğlenceli hikayeler anlatıldı. Işığın yöneldiği noktalardan çektiğim birkaç manzarayı eklemek isterim.




Bu şekilde yaklaşık yarım saat mağaraları gezerek harika olarak nitelendirebileceğim şekil ve renkteki kaya formasyonlarını izledik ve yarasaların sessizliğini dinledik. Bu güzel gezinin de maalesef sonu gelmişti ve geri dönmeye başladık.



Kulaklıkları ve baretleri teslim edip fotoğraf seçmeye gittik. Birer tane fotoğraf beğenip bunları aldık. Sonra aynı patika yoldan geri dönmeye başladık. Sahile gelince de biraz güzel manzaranın keyfini çıkardık.


Burada o kadar çok tekne vardı ki  kendi teknemizi zorlukla bulup hemen bindik. Hava çok güzeldi ve dönerken denizin hafif esintisiyle manzaranın keyfini çıkardık. Sabang köyüne gelince bizi farklı bir yerde indirdiler. Kenardaki standlara bakarak biraz alışveriş yaptık.


Telaşla tekneye giderken bir buluşma noktası da belirlememiştik. Şoförümüzü aramaya başladık ancak bir türlü onu bulamıyorduk. Araba da park ettiği yerde yoktu. Yaklaşık 15-20 dakika döne döne aradık ve en sonunda birbirimizi bulduk. 

Minivana bindik ve zaten küçücük olan köyün diğer tarafındaki bir restorana girdik. Açık büfe olan yemeklerden istediğimizi alabileceğimizi söylediler. Çok değişik Filipin yemekleri tatma imkanı bulduk.


Bu yiyeceklerden yumurtaya bulayıp kızartma yaptıkları Squash Tempurayı, Chicken Adobo'yu ve yosun olan Lato'yu beğendik. Tatlı olarak da kızarmış muz ve muhallebi gibi bir tatlı yedik. Biz tam bitirmek üzereydik ki öğle vakti canlı müzik başladı. Çok da hoş bir sesi olan bir adam eski popüler şarkıları söylemeye başladı.


Karnımız da doyduğuna göre yola çıkabilirdik. Buradan sonra yaklaşık 80 km daha giderek Puerto Princesa'ya ulaşabiliyorsunuz. Yolda bir mola vererek şoförümüzün zorlukla bulduğu otelimize en sonunda ulaştık. Dad's Bay View Pansion adındaki aile işletmesi olan otelimizden son derece memnun kaldık. Zaten buraya tavsiye üzerine rezervasyon yaptırmıştık. Filipinler'de kaldığımız en iyi yer olduğunu söyleyebilirim. Buraya bir gece için 1800 Peso ödedik.



Odamıza çıkıp biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için aşağıya inip adı Alexis olan otel sahibinin oğlundan mekan önerisi istedik. Eğitimli ve son derece saygılı olan bu genç bizi arabayla götürmeyi önerdi. Sahilde halkın gittiği büyük bir yeme-içme platformuna bizi götürdü. Burada deniz ürünlerini beğenip tarttırıyorsunuz ve sonra onlar da pişirip size yan taraftaki ahşap masalara servis yapıyorlar. Balıklara baktık ve hiç bilmediğimiz bir eti gösterince timsah eti olduğunu söylediler. Kalamar ve denemek için timsah etini sipariş ettik. İçecekle birlikte bunlara toplam 1500 Peso ödedik.

Timsah etini kıyma gibi çok küçük doğramışlar ve bunu kavurmuşlardı. Etin lezzeti fena değildi ama öyle de müptela olacak bir lezzet değildi. Bir arkadaşımız biraz tadına baktı ama kıyma yiyemediğinden devam etmedi. Karnımızı doyurduktan sonra civarda bulduğumuz taksi durağına giderek otelin adresini gösterdik. Otel sahibinin oğlu dönerken fazla para vermememizi, otel çok yakın olduğu için 30 pesonun yeterli olacağını söylemişti. Biz de taksiye binerken bunu söyledik yoksa bizi turist olduğumuz için kazıklayacaklardı muhtemelen. Odamıza gidip günün yorgunluğunu çıkardık.

14 Şubat 2017

Sabah çok erken kalkmamıza gerek yoktu. Bu otelde oda fiyatına kahvaltı da dahildi. Terasa çıkıp kahvaltımızı yapmaya başladık. Günlerden sonra ilk defa şöyle adamakıllı kahvaltı yapıyorduk. Çay, kahve ve birkaç çeşit reçel vardı. Sonra güzel bir omlet getirdiler. Terastan bir de şehir manzarası görmüş olduk.


Puerto Princesa, Palawan adasının uluslararası havalimanına sahip yönetimsel başkentiymiş. Küçük, düzenli ve sakin bir şehir.  Şehrin içinde çok fazla yapılacak birşey bulunmuyor. Şehrin 25 km ilerisinde yer alan Honda Bay, Kelebek Bahçesi ve ayrıca şehirdeki Palawan Müzesi bu bölgedeki görülecek yerler arasında sayılabilir.

Kahvaltıdan sonra eşyalarımızı aşağıya indirdik. Otel sahibinin oğlu bizi havalimanına götürecekti. Giderken bize şehri tanıtmaya, rehberlik yapmaya çalıştı. Önce şehrin en büyük katedralinin yanında durdu.


Sonra bu Katedralin tam karşısında Plaza Quartel denilen tarihi bir alanı gezdik. Burası bir zamanlar askeri bir mıntıkaymış. II. Dünya Savaşı sırasında burada 150 Amerikan askeri savaş mahkumu olarak hapsedilmiş ve Japon askerleri tarafından yakılmış. Çok az kişi ancak yüzerek kurtulabilmiş. Ölen askerlere ait kalıntılar 1952 yılında Amerika'ya götürülerek ulusal bir mezarlığa gömülmüş.




Böyle kasvetli görüntüler arasında sevimli tricyle'ları görmek çok hoş oldu.


Bunları da gördükten sonra minibüse binerek yola devam ettik ve havaalanına geldik. Burası uluslararası havaalanı olmasına karşın küçücük bir havaalanıydı. Kapıda biletlerimizi gösterdikten sonra içeri geçtik ve çok geçmeden uçağımıza bindik. Oldukça yorucu bir gün olacaktı çünkü bir sonraki durağımız olan Boracay'a doğrudan uçak seferi yoktu. Önce buradan Manila'ya gidip ondan sonra Boracay uçağına binecektik. Aklınızda bulunsun Filipinler'de zamanında hareket eden uçağımız pek olmadı. Çoğunlukla 1 saati bulan rötarlı uçuşlarımız oldu. Bağlantılı olduğu için uçağı kaçıracağız endişesi olmadı ancak havaalanlarındaki bekleme süresi uzadıkça daha çok yorulduğumuzu hissettik. Burada havaalanı ücreti olarak kişi başı 200 Peso ücret ödedik.

Uzun kumsalıyla, eğlenceleriyle meşhur Boracay Adasına ulaşmak için 2 uçuşumuzu da sorunsuz yaptık ve en nihayet Caticlan Havaalanına indik. Bir maceranın da sonuna gelmiştik ve yeni bir maceraya doğru yelken açıyorduk. Filipinler günlüğüm Boracay Adası ile devam edecek. Merak edenler bu sayfayı da ziyaret edebilir. 


2 Haziran 2017 Cuma

On 06:34:00 by Gülten İşcimen in    No comments


Filipinler seyahatimiz devam ediyor. Bir önceki günlüğüm Coron Adasından feribota bindiğimiz anda kalmıştı. 


10 Şubat 2017

El Nido Adası 

Filipinler'de Bacuit Bay adlı bölge Marine Park olarak koruma altına alınmış. Bizim de görmeyi planladığımız El Nido Adası çevresinde 45 ada bulunuyor ve bunların bir çoğunda yerleşim de bulunmuyor. El Nido bölgesi, National Geographic Traveler’s Magazine Dergisi tarafından Dünyanın en iyi seyahat destinasyonları arasında gösteriliyormuş. 

1760 Peso ödeyerek aldığımız hızlı feribot bileti ile Coron Adasından öğlen saat 12'de hareket ettik. Feribotta önce bilet üzerinde gösterilen numaralı yerlerimize gittik. Sonra baktık ki daha önlerde boş sıralar var hemen bu boş yerlere gidip kıvrılarak uyumaya çalıştık. Daha önce bahsetmiştim sanırım benim gün ışığında uyuyabilmem mümkün değil. Uzanıp yatmaktaki amacım uyumak değil gözlerimi kapatıp biraz ayaklarımı ve gözlerimi dinlendirmek oluyor çoğu zaman.

Bir süre böyle gittikten sonra yatmak sıkıcı olmaya başladı. Baktım arkadaşlarım hafiften uyumaya başlamışlar. Onları da rahatsız etmeden kalktım ve feribotun arka tarafına gittim. Oraya geldiğimde insanların ellerinde içecekleri açık havada denizi ve çevreyi seyrettiklerini gördüm. Ben de yerime dönmek yerine burada kalarak saatlerce denizi ve çevreyi huşu içinde izledim.



Yolculuğun sonuna doğru kapalı kısımdaki oturduğumuz yere döndüm. Bir arkadaşım daha uyuyordu ama diğeri uyanmıştı. Onunla biraz sohbet etmeye başladık. Zaten kısa bir süre sonra da El Nido'ya yaklaşmaya başladık. Yaklaşık saat 16.00 gibi El Nido'ya ulaşmıştık.


El Nido'da kalmak için booking.com'dan Johannes Inn'e rezervasyon yaptırmıştık. Feribottan iner inmez hemen tricyle şoförleri etrafımızı sardı. Biz de çok yorgun olduğumuzdan bir an önce otele gidelim istiyorduk. Şoförler adresi görünce gülüştüler ve elleriyle yaklaşık 50 metre ilerideki tabelayı işaret ettiler. Otel Feribot iskelesine o kadar yakındı ki konumu mükemmel denebilecek bir yerdeydi. Ancak odamız için aynı şeyi söyleyemeyeceğim!

Bavullarımızı çeke çeke kısa sürede Pansiyona ulaştık. Bize odamızı gösterince kısa bir an hayal kırıklığı yaşadık. Burası Filipinlerde en çok parayı verip en kötü odada kaldığımız yer olarak gezi tarihimizde yerini aldı. Gerçi sonradan Boracay'da kaldığımız hostel de burayı pek aratmadı ya! Odamız binanın girişinde en dipte, penceresiz ve karanlıktı. Yatmadan yatmaya idare eder dedik. Hiç değilse özel banyosu vardı ve antrede de su ısıtıcısı vardı. Kendimize çay ve kahve hazırladık. Arkadaşım sanırım Manila'da havaalanındayken tadını beğendiği bir kahve buldu ve paketi idareli bir şekilde kullanarak bir süre kahve tedarikini çözmüş oldu. Aynı şeyi ben de çay için yaşadığımdan 100'lük bir çay paketi götürmüştüm ve kahvaltılarda genellikle bunu içtik. Filipinler'de kahve buluyorsunuz ama çayı hemen hemen hiç bulamıyorsunuz.

Biraz dinlenip kendimize gelince otel sahibi kadınla gidebileceğimiz turları görüşmeye başladık. Ertesi gün için bize bir tur önerdi. Hergün her koya tur düzenlenmiyormuş. Biz de 2 paket tur üzerinde karar kıldık. Tour A denilen turda Shimizu Island, Secret Lagoon, 7 th Comando, Big Lagoon ve Small Lagoon gezilecekti. Tour C'de ise Helicopter Island, Hidden Beach, Talisay Beach, Matinloc Shrine ve Secret Beach vardı. 1 tur fiyatı 1200 pesoydu. 2 turun fiyatının 2200 peso olması konusunda anlaştık. El Nido'dan sonra Underground River (Yeraltı Nehri)'ne gideceğimiz için bu konuda da bize transfer hizmeti bulabileceğini söyledi. Bu seyahat için bir minivan ayarlayacaktı ve onunla önce Yeraltı Nehri'ne gidecektik. Orada bizim giriş ücretimiz ödenecek ve sonrasında öğle yemeğimizi de yiyecektik. Buradaki gezimiz bitince araçla bizi Puerto Princesa'da kalacağımız otelimize kadar götüreceklerdi. 3 gece oda ücreti (4800 Peso), turun birisi iptal olduğu için 1 tur (1200 Peso) ve minivan (4200 Peso) ücretiyle birlikte 10.200 Peso yani 200 Dolara yakın bir parayı otele ödedik diye hatırlıyorum. 

Bu işi de hallettikten sonra artık bu adayı keşfe çıkabilirdik. Burası bizim sahil kasabalarını andıran bir yerdi.


Ertesi gün sabah erkenden tura katılacağımız için kahvaltılık birşeyler almamız gerekiyordu. Ara sokaklarda dolaşırken fırın benzeri bir yer gördük ve tuzlu olmasına dikkat ederek ekmeklerden seçim yaptık. Filipinler'de maalesef ekmeklerin çoğu tatlı oluyor ve bizim damak tadımıza uygun tuzlu ekmek bulunamıyor. Peynir bulmamız biraz daha zor oldu ve sorarak en sonunda küçük bir büfeden paket peynir aldık. Bu şekilde biraz sokaklarda dolaştıktan sonra güneşin batışını izlemek ve yemek yiyecek bir yer bulmak için sahile indik.



Sahildeki restoranlara bakarak fiyat ve konum olarak uygun bir yer bulmaya çalıştık. En sonunda hemen sahilde olan ve kumların üzerinde masaları da bulunan Seaside Restobar adında bir mekanda oturmaya karar kıldık. En öndeki masalardan birine oturduk ve siparişimizi verdik. Bir süre oturduktan sonra dalgalar arttı ve bizi ıslatmaya başladı. Hatta neredeyse ayağımızdan çıkardığımız terliklerimizi deniz alıp götürüyordu. Restoran çalışanlarının da yardımıyla masamızın üzerindekileri en arkadaki masalardan birine taşıdık ve yemeğimizi burada yemeye başladık. Son derece keyifli ve güzel bir akşamdı.


Bu restoranın fiyatları da çok makuldü. Deniz ürünleri yememize karşın 3 kişi için toplam 1000 Peso ödedik. Yemek sonrası deniz kenarından yürüyerek otelimize gitmek istedik ancak bazı noktalarda deniz çok kabardığından geri dönüp ara bir sokağa girmek zorunda kaldık. En nihayet Pansiyondaki odamıza geldik ve güzel bir uykuya daldık.

11 Şubat 2017

Pansiyonun iç kısmında oturacak bir alan olmayınca biz de çözümü hemen bulmuştuk. Binanın önüne birer sandalye atarak hem denizi hem de geleni geçeni izliyorduk. Sabah kahvaltısında peynir ve ekmekle hazırladığımız sandviçlerimizi yedik. İnternet çok iyi çekmiyordu ama ısrarla Puerto Princesa'dan Cebu'ya uçak bileti almaya çalışıyorduk. Bu da bize kötü bir ders oldu. Siz siz olun bütün uçak biletlerinizi önceden alıp iyi bir program yapın. Çünkü Filipinler ada ülkesi olduğundan internet her yerde doğru düzgün çalışmıyor.

Öğle yemeğimiz tur fiyatına dahil olduğundan yiyecek olarak yanımıza sadece biraz kuruyemiş ve kraker aldık. Teknemiz hemen otelin önündeki sahilden hareket edecekti. Oraya doğru yürürken sahildeki bir adam bizi durdurup deniz ayakkabısı kiralayıp kiralamayacağımızı sordu. Biz de gideceğimiz turda bunlara ihtiyaç duyup duymayacağımızı sorunca alırsanız iyi olur dediler. Üçümüz de birer çift deniz ayakkabısını ayağımızda deneyerek aldık. Yanımıza para almamıştık ve 50 Peso olan kira ücretini akşam dönüşte vereceğimizi söyledik.

Bindiğimiz tekne yine yanlarında kanatları olan ve Filipinlerde yaygın olarak kullanılan yerel dille Bangka denilen bir tekneydi. Bu tekne turu Coron Adası'nda yaptığımız turun tam tersine çok kalabalıktı ve yaklaşık 18 kişiydik. Bir İngiliz anne baba dışında hemen hepsi çok genç insanlardı. Teknenin limandan çıkabilmesi için hepimize can yelekleri dağıtıldı ve giyinmemiz istendi. 


Tekne limandan çıkınca göstermelik giydiğimiz can yeleklerini çıkardık. Bir süre kristal parlaklığındaki suların üzerinde ve keskin dik kireçtaşı kayalarının arasında ilerledik. İlk durağımız Miniloc Adasında bulunan Small Lagoon yani Küçük Lagün oldu. Teknemiz diğer teknelerin arasında kendine bir yer buldu ve hepimiz can yeleklerini tekrar giydik. Burada sarı renkli birçok kano vardı ve bunlara binip gezmeye kayaking diyorlardı. Lagüne gitmek için herkesin bunlardan kiralaması gerekiyormuş. Ancak üçümüz de kürek çekmekten anlamıyorduk nasıl olacaktı bu iş! Neyse ki tekne çalışanlarından birisi bize büyükçe bir kano ayarlayarak küreğe kendisi geçti. Ben de kürek çekmeyi deneyeceğim deyince biraz rahatladı sanırım. Çünkü 4 kişiyi tek kişinin çekeceği kürekle taşımak çok zor olacaktı. Böylece hayatımda ilk kez kürek çekme imkanı da buldum. O kadar da zor değilmiş! Kanoya 500 peso verecektik ama yanımızda para yoktu. Tekne çalışanları bu parayı otele dönünce almayı kabul ettiler. Deniz ayakkabıları borçla, kayaking borçla uçan kuşa borç yapmıştık! Tekne çalışanları çok sevimli ve yardımsever gençlerdi. Kanoya oturmamıza yardımcı oldular ve böylece kürek çekerek yavaş yavaş lagüne doğru yol almaya başladık.


Lagün ismi gibi o kadar da küçük değildi ve kanoyla şöyle bir etrafını gezdik. Kürekçimiz istersek burada yüzebileceğimizi, kendisinin bekleyeceğini söyledi. Yüzmek fikri cazipti ama açıkçası tekrar nasıl kanoya tırmanırım diye düşündüğümden kabul etmedim. Arkadaşlar da aynı şekilde kanoda kaldılar. Bu şekilde diğer kanolarla çarpışmamaya çalışarak bir süre gezdik ve sonra tekneye geri döndük. Tekneye ulaşınca binmek yerine hepimiz denize atladık. Fazla uzaklaşmadan biraz yüzüp herkesin toplanmasını suyun içinde bekledik.



Sırada Secret Lagoon vardı.Teknemiz diğer teknelerin arasında ilerleyerek çok sığ bir yerde durdu. Buradan denizin içinde yürüyerek, zaman zaman yüzerek dar bir kaya geçitinin önüne geldik ve beklemeye başladık. Çünkü çok dar bir geçit olduğundan önce karşı taraftan gelenlerin çıkması gerekiyordu. Teknedeki çalışanlar bize rehberlik yapıyorlardı. Bir çok insan karşı taraftan geldikten sonra biz de teker teker geçitten geçmeye başladık. Çıktığımız tarafta dört bir tarafı kireçtaşı karstik dik kayalarla çevrili durgun bir lagün vardı. Aslında burası bir zamanlar bir mağaraymış ve büyük bir volkanik patlama sonrası oluşan bu kalderada görmüş olduğumuz lagün oluşmuş. Bu gezideki en büyük eksikliğimiz seyahatin başında cep telefonlarımız için su geçirmez kılıf almamak oldu. Sonradan aldık ama iş işten geçti ve Coron adasındaki ve buradaki güzel manzaraları maalesef sadece hafızalarımıza yerleştirmek zorunda kaldık. Bu arada giydiğimiz deniz ayakkabıları da çok işe yaradı. Hem deniz kestaneleri için hem de kayaların üzerinden yürürken iyi ki de almışız dedik. Manzara güzeldi hoştu ancak gölün suyu için aynı şeyi maalesef söyleyemeyeceğim. Su sirkülasyonu olmadığı yani akarsu olmadığı için insanların bıraktığı kirlilik nedeniyle su çok temiz gözükmüyordu.

Aradan zaman geçince doğru fotoğrafları yerleştirmekte zorlanıyorum. Her yer birbirine benzer hale geliyor. Yine de çekim sırasını takip ederek doğru olduğunu düşündüğüm fotoğrafları günlüklerime koymaya çalışıyorum. Sırada Shimizu Adası vardı. Geldiğimizde pekçok teknenin burada olduğunu gördük. Çok güzel bir kumsal olduğundan gezinti tekneleri genellikle burada öğle yemeği molası veriyorlarmış. Bizim teknenin çalışanları da hemen kumların üzerine portatif bir masa kurup öğle yemeğini hazırlamaya başladılar. Bu arada biz de biraz denize girdik, biraz çevrede dolaştık ve böylece adayı tanımış olduk.


Asyalılar bu adanın bulunduğu kayalıklarda yuva yapan kuşlarla yapılan çorbanın iyileştirici özelliği olduğuna inanırlarmış. Biz tabi kuş çorbası içmedik ama çok mükellef bir masa bizi bekliyordu. Yine Coron Adasında katıldığımız turda olduğu gibi balık ve pilav vardı. Bunun yanında salata, karides ve çeşit çeşit meyva vardı. Tabaklarımıza bütün çeşitlerden doldurarak bulduğumuz düzgün taşların ve kütüklerin üzerine oturarak bunları yemeğe çalıştık. Bizim turlarda yemekler pek böyle olmaz ama Filipinlerde tur yemeklerini restoran yemeklerinden daha çok sevdik diyebilirim. Ne yazık ki bu yemeğin fotoğrafını yemek telaşından unutup çekmemişim.


Yemek sonrası biraz dinlendikten sonra tekneye geri döndük. Teknedekilerle yanyana gelince muhabbet ediyorduk. Çok eğlenceli gençlerdi ve sadece İngiliz anne ve baba ile kızları çok sakin ve sessiz duruyorlardı. Tekne hareket ederken teknenin burnuna gidip fotoğraf çekmeye çalışıyordum. Tekne çalışanı bir genç benim fotoğrafımı çekebileceğini söyledi. Ben de cep telefonumu verdim ve teknenin ucunda bir titanik pozu verdim. Aman Tanrım bunu gören teknedeki kızlar buraya hücum edip fotoğraf çektirmek istemezler mi! Bir kıvılcım gerekiyormuş demek ki. 

Sonraki durağımız Big Lagoon'du. Buraya geldiğimizde deniz çok sığlaşmıştı ve tekneyi çekmek için erkeklerden yardım istediler. Teknenin hafiflemesi için de bir kısmımızın denize girmesi gerekiyordu. Ben de bunu fırsat bilip suya atladım. Su seviyesi neredeyse belime kadar geliyordu.


Bu şekilde bir süre ilerledikten sonra su seviyesi yükselmeye başlayınca tekneye dönebileceğimizi söylediler. Böylece Big Lagoon'ü de gezip görmüş olduk.


Buradan artık gezeceğimiz son noktaya gidiyorduk. 7 th Comandos yani 7 Komando koyu her zaman çok kalabalık olan ve yiyecek içecek alabileceğiniz bir koy. Bu koy adını II. Dünya Savaşı'ndan sonra kendi askeri birliğinden koparak bu adada kalmış olan 7 Japon askerinden alıyormuş. Adada palmiye ağaçlarının sıralandığı uzun beyaz bir kumsal uzanıyor.


Burada bize şnorkel de dağıttılar ama nerede dalacağız göstermediler. Teknedekiler de bir anda dağıldı. Biz de kumsalı boydan boya yürüyerek dalabileceğimiz bir nokta aradık. En sonunda aramaktan vazgeçip herhangi bir yerden denize girip deniz dibini seyretmeye başladık. Yine güzel balıklar vardı ama Coron Adasında katıldığımız turda gördüğümüz zenginlikte ve sayıda değildi.


Burayı da gördükten sonra tekneye binerek El Nido'ya döndük. Artık akşam olmak üzereydi. Otele doğru yürürken deniz aakkabılarını sahibine teslim ettik. Hızla yürüyerek odaya gittim ve para getirerek hem deniz ayakkabıları hem de kano kiralama ücretini ödedim. Biraz dinlendikten sonra hazırlandık ve pansiyon sahibi internetin daha hızlı çalıştığını söylediği için Art Cafe adında bir mekana gittik. Hem akşam yemeğimizi yiyecektik hem de almadığımızı düşündüğümüz uçak biletlerini alacaktık.


Uzun uğraşlar sonucunda biletlerimizi aldık. Kabak çorbası ve deniz ürünleri sepetinden oluşan yemeğimize toplam 1530 Peso ödedik. Yemekler oldukça lezzetliydi ve bu mekandan hoşnut ayrıldık. Otelimize dönerek bir an önce dinlenmek istedik. Çünkü planlarımıza göre ertesi gün de başka bir tura katılacaktık.

12 Şubat 2017

Sabah kalkıp hemen kahvaltımızı yaptık. Bir de ne öğrenelim evdeki hesap çarşıya uymadı. Gideceğimiz koy ve adalarda hava koşulları uygun olmadığından tur iptal edilmiş. Pansiyon sahibi istersek rotası farklı olan ve daha geç hareket edecek olan başka bir tura katılabileceğimizi söyledi. Ancak o turda istediğimiz koy ve adalara gidilmiyordu ve sırf tura katılacağız diye de sıradan yerlere gitmek istemedik. El Nido'da kalıp buranın keyfini çıkarmaya karar verdik.

Zaten 1 gün önce büyük sorunlar yaşayarak aldığımız Cebu uçak biletlerinin zamanlama hatası nedeniyle yanlış olduğunu anlamıştık. Bizim Cebu'ya gidip oradan Boracay'a gidecek vaktimiz yoktu. Bu nedenle Cebu'ya artık gitmekten vazgeçip doğrudan Boracay'a gitmemiz gerekiyordu. Pansiyonun interneti çok yavaş olduğundan bir türlü bilet değişimini yapamıyorduk. Arkadaşım Pansiyon sahibi kadına sorunumuzu anlatıp interneti iyi çalışan bir yer olup olmadığını sorunca kadıncağız bize büyük bir iyilik yaptı. Kel kafalı ve göbekli bir adam motorsikletiyle gelerek bizi turizm ofisine götüreceğini söyledi. Sonradan öğrendim meğer bu adam pansiyon sahibinin kocasıymış. Arkadaşlar bilet değişimi için benim gitmemi istediler. Arkadaşım kredi kartı ve pnr numarasını verdi.

Sabah saatleri olduğu için ilk gittiğimiz yer kapalıydı. Sonra başka bir acentaya gittik ve oradaki kıza durumumuzu anlattım. Değişikliği kendi yapacak sandı ve önce bunu kabul etmedi. Sadece bilgisayarını kullanmak istediğimi söyleyince tamam dedi. Değiştirme işlemi o kadar uzun sürdü ki kızın sabrına hayran kaldım. Bu arada ben de telaş ettim ama aksilik bu ya arkadaşın verdiği kredi kartının limiti yeterli olmayınca tekrar başa döndüm. Bütün bilgileri tekrar girdim ve kendi kartımla ödedim. Bu sefer de kendi pnr'ımı bulamıyorum. Sağa sola baktım ve en sonunda buldum. Kendi biletimi de değiştirdikten sonra kıza teşekkür ederek ücret ödemek istediğimi söyledim. Bu insanlar hala çok masumlar ve para hırsıyla bozulmamışlar. Kızcağız istiyorsam sadece internet bağlantısı için ödeme yapabileceğimi söyledi. Sanırım 50 Peso gibi bir parayı bıraktım. Sonra beni bekleyen motorsikletli adamla birlikte pansiyona döndük. Pansiyon sahibinin kocası olduğunu bilmediğimden adama da getirip götürdüğü için ücret ödemeyi teklif ettim. Adam kibarca reddetti.

Bizim için önemli olan bu sorunu da çözdüğümüze göre içimiz rahat gezebilirdik. Biraz odamızda dinlendikten sonra bir arkadaşımız odada kalıp dinlenmek ve biz de şehirde biraz dolaşmak istedik. Uzun süre yürüyüş yaptık ve etrafı tanıdık. Bu arada birkaç masaj salonuna da fiyat sorup piyasayı öğrendik. Sahile inip biraz kumlarda yürüdük.



Pansiyona dönüp öğle yemeği için diğer arkadaşı da aldık ve tekrar şehirde gezip bazı yerlerde ufak tefek alışverişler yaptık. Adım başı inci satmaya çalışan genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk satıcılar bize musallat oluyordu. Ben pek dirençli çıkamadım ve bir inci takımına 20 Dolar verip aldım. Umarım gerçek incidir ve bu parayı boncuk için vermemişimdir.

Daha sonra hem oturup dinlenelim hem de Filipinler'e özgü bir tatlı olan Halo Halo tatlısını deneyelim diye bir kafeye oturduk.


Bu tatlıda parçalanmış buz ve yoğunlaştırılmış süt ana madde olarak karıştırılarak buna haşlanmış tatlı fasulye, hindistan cevizi, palmiyeden elde edilen bir tür nişasta, su yosunundan elde edilen jöle, bitki kökleri ve meyvalar ekleniyormuş. Ben sütlü tatlıları severim ve bu tatlının da değişik ve hoş bir tadı vardı. Halo halo için kişi başı 50 Peso ödedik. 

Gezerken bir de tarihi bir kilise gördük ve şöyle bir içeri girip çıktık. Adı St. Francis of Assisi Parish olan kilise 1901 yılında açılmış.


Sahile gittik ve kumsalda biraz yürüyüş yaptık.


Şehirde gezerken bize çok değişik gelen yerler de oldu. Bunlardan birisi saç kesen bir berberdi.


Sokak aralarında yürürken yemek yiyebileceğimiz bir yer de arıyorduk. Gelato Cafe isminde çok hoş bir mekanda sebzeli krep yemeğe karar verdik. Ortam hoştu ve yine elimizde telefonlar internet kullanmaya çalışıyorduk. Bu yemek için toplam 1350 Peso ödedik.


Anlaştığımız üzere saat 4'de Pansiyona giderek pansiyon çalışanlarının bizim için ayarladıkları tricyle'a bindik. Tura katılamadık ama en azından yüzebileceğimiz ve güneşin batışını izleyebileceğimiz El Nido'ya en yakın plaj olan Las Cabanas plajına gidecektik. Tricyle bizi 15-20 dakika kadar bir sürede buraya götürdü. Bu küçük seyahat için 150 Peso ödedik. 

Plaja indiğimizde muhteşem bir kumsal bizi bekliyordu. Hemen denize girip biraz yüzdük. Sanırım Filipinler'de en uzun süre yüzdüğümüz plaj burasıydı. Deniz suyu pırıl pırıldı ve hava da çok güzeldi.



Denizden çıktıktan sonra plajda oturup güneşin batışını izlemeye başladık. Buradan gün batımı muhteşem gözüküyordu.



Tam köşede Sunset Cafe diye bir yer vardı. Biraz da orada oturalım diye eşyalarımızı toplayıp gidince bir de ne görelim boşuna adını sunset koymamışlar. Buradan çok daha iyi bir açıyla güneşin batışı izlenebiliyordu.



Gün batımını da keyifle izledikten sonra artık şehre dönebilirdik. Oradan bulduğumuz bir tricyle ile döndük. Eşyalarımızı pansiyon odamıza bıraktıktan sonra bir arkadaşımla birlikte gündüz gözümüze kestirdiğimiz masaj salonlarına gittik. Birkaç yerden fiyat aldıktan sonra daha makul bulduğumuz küçük bir salona girdik. Sanırım bu masaj için 450 Peso yani yaklaşık 9 Dolar ödedik. Swedish yani İsveç masajı dedikleri bir masaj türünü yaptırdık. Çok rahatlatıcı ve gerçekten profesyonelce yapılan bir masajdı. İkimiz de çok memnun kaldık ve verdiğimiz paraya değdi. Türkiye'de bu fiyatlara böyle masaj yapılsa her hafta gider insan.

Pansiyona dönüp eşyalarımızı toplamaya başladık. Çünkü sabaha karşı 4'de bir minivan gelip bizi Underground River'a götürecekti. Alarmı kurup biraz uyumaya çalıştık. Tam saatinde kalkıp dışarı çıktığımızda pansiyon sahibi kadının da bizi beklediğini gördük. Kadıncağız arabanın hazır olduğunu söyledi ve hatta eşyalarımızın bir kısmını şoför ve pansiyon sahibi kadın arabaya götürdüler. Her ne kadar odamız çok iyi olmasa da pansiyon sahiplerini ve çalışanları çok sevdik. Yakın bir dosta, akrabaya veda ediyormuş gibi kadıncağıza sarılıp vedalaştık. Böylece El Nido maceramız da burada sona erdi. Gitmek isteyip de gidemediğimiz 2 yerden de kısaca bahsedip El Nido sayfasını kapatayım istiyorum.

Palawan Adası‘nın kuzey doğu ucunda yer alan ve bu bölgedeki en popüler ve güzel yerlerden birisi olan Hidden Beach (Saklı Plaj)'a yukarıda anlattığım gibi hava koşulları nedeniyle gidemedik. Dik ve keskin karstik kaya oluşumlarının arkasında, bembeyaz kumları ile uzanan plajın dışarıdan görülmesi mümkün olamadığından bu isimle anılıyormuş. Hatta Leonardo Di Caprio’nun başrolünde oynadığı “The Beach” filminin esinlendiği kitabın yazarı Alex Garland, “The Beach” adlı kitabını bir rivayete göre El Nido’da yazmış. 

Vakti çok olanlar ayrıca Palawan adasının sakin koylarından birisi olan Port Barton'a gidebilir. Çok küçük ve bakir bir yer olduğu söyleniyor. Daha çok sırt çantalı gezginlerin tercih ettiği bir yermiş.

Filipinler gezimiz ve günlüklerim devam ediyor. Merak ederseniz bir sonraki durağımız Yeraltı Nehri (Underground River) olacak.