24 Mayıs 2017 Çarşamba

On 06:16:00 by Gülten İşcimen in    No comments



Filipinler seyahatimize devam ediyoruz. Şimdi de sıra adalara gitmeye ve deniz tatili yapmaya geldi.


8 Şubat 2017
Coron Adası 

Coron (Busuanga) Adası Calamian Group adalarından birisi ve Coron kasabası da en büyük yerleşim yeri. Bu adayı mutlaka görmeyi istediğimizden önceden uçak biletimizi almıştık. 

Banaue'den bindiğimiz otobüs Manila'da kendi istasyonuna gelir gelmez hemen bir taksi bularak havaalanına doğru yola çıktık. Uçuş saatimize daha çok vardı ama yine de bu Manila trafiğinin sağı solu belli olmuyordu. Sabah çok erken bir saat olmasına rağmen yollarda da epeyce araç vardı. En nihayet iç hat uçuşlarının yapıldığı terminale ulaştık. Bu yolculuk için 500 Peso ödedik. Aklınızda bulunsun Filipinlerde havaalanlarındaki terminal girişlerinde biletlerinize bakıyorlar ve ondan sonra binanın içine girebiliyorsunuz. 

Biletlerimizi gösterip içeri girdikten sonra Cebu Pacific Havayollarının kontuarını bularak kısa sürede bavullarımızı verdik ve rutin güvenlik kontrollerinden geçerek uçağa gideceğimiz iç salonda bulduğumuz boş koltuklara yerleştik. Biraz uzanarak uyumaya çalışsak da pek mümkün olmadı. Sabah kahvaltısı için kahve ve yanına sandviç aldık. Uzunca bir süre burada vakit geçirmeye çalıştık. Bu arada havaalanındaki interneti kullanarak Coron Adasında kalacağımız bir otel bulmaya çalışıyorduk. Filipinler bir adalar ülkesi olduğundan internet her yerde ve çok iyi çalışmıyordu. En sonunda Discovery Island Resort and Dive Center adında bir ada otelinde 1 gecelik yer ayırttık. Booking.com'dan üye indirimi alarak ayırttığım için 3 kişi yaklaşık 2305 Peso ödeyecektik. Otelden ayrıca Busuanga Havaalanı ile teknenin bizi alacağı iskeleye kadar bir transfer hizmeti istedik. 

Adada belki döviz bürosu bulamayız diye havaalanında kuru 47,20 Pesodan 100 Dolar bozdurdum. Aradan zaman geçtiği için çok net hatırlamıyorum ancak uçağımız 11.30'da hareket edecekken yaklaşık 1 saat kadar rötar yaptı sanırım. Bu da Busunga'ya gidecek uçağımıza bindiğimiz andır.


Hava çok güzeldi ve uçuşumuz çok iyi geçti. Cebu Pacific uçuş sırasında bir uygulama yapıyor ve 3 soru sorarak ilk bilene birer hediye veriyordu. Biz uçağın arkalarında olduğumuz için soruları çok net anlayamadım. Bu arada arkadaşlarım çok derin bir uykuya dalmışlardı ve hiçbir şeyden haberleri olmadı. İnişe geçerken adanın ve denizin güzelliğiyle mest olduk. 


Havaalanında indikten sonra uzun süre transfer hizmeti alacağımız kişiyi aradık. En nihayet tam vazgeçip gidiyorduk ki adamı bulduk. Çok güzel bir minibüse bindik ve yola koyulduk. Coron Adasının şehir merkezine gelince arkadaşım plaj terliğinin olmadığını ve terlik alabileceği bir yere götürürse müteşekkir olacağını söyledi. Bunun üzerine minibüsün şoförü bizi bir terlik cennetine götürdü. Bütün ünlü markaların çakması olan bir dükkandı burası. Arkadaşlarım birer çift terlik aldı ve adamın acele edin demesiyle tekrar minibüse bindik. Bu transfer hizmeti için kişi başı 150 Peso ödedik. Sahile geldiğimizde 2 otel görevlisi kızın şık kıyafetler içinde bizi karşılamak için beklediğini gördük. Daha tekne gelmediği için sahilde biraz yürüyerek şapka, terlik gibi eşyaları satan satıcılara baktık.

Tekne gelince çalışanlar eşyalarımızı yerleştirdiler ve bizim gibi adaya giden başka bir çiftle birlikte biz de teknedeki boş sıralara oturduk. Filipinlerdeki tekneler genellikle aşağıdaki fotoğraftaki gibiler. Sanki her iki yana kanat takmışlar gibi.


Adaya gelince bize bir hoşgeldin içeceği sunuldu. Rezervasyon işleriyle ilgilenen Lisa Hanım o sırada orada olmadığından bir süre beklemek zorunda kaldık. Gelince bize oda anahtarımızı vererek çevrede yapabileceğimiz etkinliklerden bahsetti. Maalesef otelin bulunduğu adadan denize girilemiyordu. Bize dalış yapabileceğimiz, yüzebileceğimiz 4 farklı yere götürdükleri bir turu önerdi. Bunlar tur afişinde Siete Picados, Kayangan Lake, Twin Lagoon ve 9 Beach olarak gösterilmişti. Zaten Kayangan Lake'e mutlaka gitmemiz gerektiğini okumalarımdan biliyordum. Bu turun fiyatı en az 5 kişi katılırsa kişi başı 1500 Peso olacaktı. O akşam için de bize bir tricyle ayarlayarak açık hava kaplıcasına gidebileceğimizi söyledi. Bu konuda da anlaştıktan sonra odamıza gittik.

Müstakil villa tarzında olan odamız gayet güzeldi. Biraz odada dinlendikten sonra bir arkadaşımız internet sadece lobby kısmında çektiğinden cep telefonu ile video yapmaya gitti. Biz de daha sonra yanına giderek yiyecek birşeyler sipariş ettik ve vaktimizi böylece geçirdik.

Akşam Lisa'yla anlaştığımız saat olan 6'da teknelerden birine bizi bindirdiler ve Coron Adasının şehir merkezine geçtik. Burada da bizi bekleyen tricyle'a binerek sürücüye önce El Nido Adasına gitmek için feribot biletlerimizi almak istediğimizi söyledik. İlk gittiğimiz bilet gişesi akşam olduğundan kapanmıştı. Sonraki gittiğimiz yer de kapanmak üzereydi ve neyseki görevliyi kıl payı yakalamıştık. Kişi başı 1760 Peso olan El Nido biletlerimizi de alarak hazır etmiş olduk. Bineceğimiz feribot hızlı feribottu ve biraz daha pahalıydı. Daha sonra kasabanın aynı caddesinden geri döndük ve uzunca süre kasaba hayatını seyrederek tricyle üzerinde seyahat ettik.

Maquinit Hotspring adındaki açık kaplıca önüne geldiğimizde artık karanlık olmuştu. Giriş bileti olarak kişi başı 200 Peso ödedik ve içeri en nihayet adım atabildik. Oldukça kalabalıktı ve mayolarımızı giyebilmek için doğru düzgün bir kabin de yoktu. Artık yapacak birşey yoktu gidip tuvalette üstümüzü başımızı değiştirdik. Suya girince sıcak sıcak hoşumuza gitti. Çok yakıcı bir sıcak değildi.


Yaklaşık 1 saat kadar sıcak suyun içerisinde kaldık. Daha sonra duş alamadığımızdan çabucak kurulanıp üstümüzü değiştirdik. Dışarı çıktığımızda kaplıcada neredeyse kimse kalmamıştı. Tricyle şoförü de bizi bekliyordu. Hemen binip yola koyulduk. Üçümüz de çok acıkmıştık ve tekneyi beklerken gözümüze kestirdiğimiz deniz kenarındaki bir restorana gitmeyi istiyorduk. Tricyle için kişi başı 100 Peso ödedik. İstediğimiz yere ulaştığımızda La Sirenetta adındaki bu restoranda oturacak boş masa olmadığını öğrendik. Uzun süre masaların boşalmasını bekleyenlerin yanında oturmak durumunda kaldık. En nihayet uygun masa boşaldığında artık açlıktan ölmek üzereydik. Hemen 1 tabak jumbo karides 1 adet yengeç tabağı ve 1 porsiyon da patates sipariş ettik. 


Arkadaşlar yengeç tabağını önüme ittiler. Hayatımda yengeç yemişliğim yok ve nasıl yiyeceğimi bilemedim. Bir de sanırım kabuklarını kırmak için pense türü bir alet getirmişler. Biraz gövdesindeki yumuşak etleri çatal bıçak yardımıyla çıkarmaya çalıştım. En sonunda baktım olmuyor bacaklarını elimle koparıp içini çıkararak yemeye başladım. Ancak o kadar yorucu bir yemekti ki hayatımda bir daha yengeç yer miyim bilmiyorum! Yengecin üzerinde çalışarak arkadaşlarım da et çıkarmaya çalıştı. Bu da meşhur yengecimiz savaşmaya başlamadan önce!


Baktık yengeçle olmuyor karidesleri ve patatesi yiyerek karnımızı doyurmaya çalıştık. Yemeğin yanında değişik bir içecek önerildi. Adı Mangodiquel olan bu içeceğin tadı da görüntüsü de çok güzeldi.


Deniz kenarında ve çok hoş bir mekanda deniz ürünleri yememize karşın çok aşırı bir hesap gelmedi. Yanlış hatırlamıyorsam toplamda 2500 Peso ve kişi başı yaklaşık 15-16 Dolar civarındaydı.

Otel teknenin bizi almaya gelmesi için aramamızı istemişti. Arkadaşım arayarak yemeğin bittiğini ve bizi alabileceklerini söyledi. Tekneye binerek otelimizin bulunduğu adaya geçtik ve hemen odamıza giderek dinlenmeye çalıştık. Sonraki gün çok dolu bir gün olacaktı. Zaten yorgunluktan veya belki de kaplıcanın verdiği rehavetten hemen uyumuşum.

9 Şubat 2017

Sabah erkenden kalkarak eşyalarımızı toplamaya başladık. Burada 1 gece kalacağımızı düşünerek bu şekilde rezervasyon yapmıştık. Ancak koylara gidebilmek için 1 gece daha kalmamız gerekecekti. Otel sorumlusu Lisa kalış süremizi 2 gece olarak aynı şartlarda uzattığını ancak başka bir odaya geçmemiz gerektiğini söyledi. Bu yüzden eşyalarımızı toplayıp kapının önüne bıraktık. Otel çalışanları bavullarımızı yeni odamıza taşıyacaklardı. Odada ısıtıcı vardı ve oturup çayımızı biraz Beypazarı kurusu ile birlikte içtik. 

Tur fiyatını görüşürken tura en az 5 kişinin katılması gerektiğini söylemişlerdi. Aksi halde daha fazla ödememiz gerekecekti. Lisa önce kötü haberle geldi ve bu tura katılmayı düşünen bir çiftin vazgeçtiğini söyledi. Neyse ki çok geçmeden sayının tamamlandığını söyleyince rahatladık. Bizim dışımızda Kanadalı bir adam ve ona eşlik eden Filipinli bir kadın ve bir de genç bir Fransız kız tura katılıyordu.

Tekneye binip yerlerimize yerleştik. Hava son derece güzeldi. Teknemiz yemyeşil adaların arasında kıvrılarak ilerlemeye başladı. Etrafımızdaki güzel manzaranın keyfini çıkararak uzun süre gittik. En sonunda ilk durağımız olan Siete Picados (Yedi Ada) koyundaydık ve su o kadar berraktı ki denizin dibi daha çıplak gözle görülebiliyordu. Bir sürü teknenin arasından teknelerin kocaman kanatlarını birbirine değdirmemeye çalışarak geçtik. Uygun bir yerde teknemiz durdu. Hepimizin can yeleği giymesini istediler. Şnorkel takımı almak isteyenler 150 Peso karşılığında alabileceklerdi. Biz de şnorkelimizi alıp dalış hazırlığımızı yaptık. Sonra suya atlayıp denizin dibini görmeye çalıştık. Aman tanrım bu ne muhteşem bir görüntüdür. Bunları kelimelerle anlatmak inanın mümkün değil. O kadar güzel ve renkli balıklar vardı ki, ya o resifler, corallar, mercanlara ne demeli. Kafamı sudan dışarı çıkarmak istemiyordum.



Arkadaşım da dalmaya çalışmış ancak çok başarılı olamayınca teknedeki gençlerden birisi ona simit getirmiş ve onu çekerek etrafı gezdiriyordu. Diğer arkadaşım da onlarla birlikte yüzüyordu. Onlar Adanın diğer tarafına da gitmişler. Yaklaşık 45 dakika bu şekilde denizde kaldıktan sonra hepimiz tekneye döndük.

Teknemiz hareket etti ve yine yemyeşil adalar arasından yolunu bularak bu sefer bir sonraki durağımız olan Twin Lagoon'a ulaştı. Burası karstik kayalarla bölünmüş içiçe geçmiş 2 lagoon. Dış taraftakine tekneler yanaştığı için çok kalabalıktı. Buradan yüzerek iç taraftaki lagoona geçiliyordu. Deniz pırıl pırıldı ve çevresindeki karstik, bina yüksekliğindeki kayalarla muhteşem bir manzarası vardı. Burada can yeleği giymemize gerek olmadığını söylediler. 

Lagoonda bir süre kaldıktan sonra teknemize geri döndük. Burada da yaklaşık 45 dakika kaldık diyebilirim. 


Teknemiz tekrar hareket etti. Bu arada çalışanlar teknenin arka tarafında mangal gibi birşeyin üzerinde balık ve tavuk pişiriyorlardı. Deniz havası ve yüzmek iyiden iyiye acıktırmıştı. Bir sonraki durağımızın yemek molası vereceğimiz 9 Beach olacağı söylendi. Gerçekten de bembeyaz bir kumsalı olan şahane bir plaja yaklaştık. Buradaki plajdan denize de girebilecektik.


Biraz kumsalda yürüyüş yaptık, hamaklarda yattık ancak gözümüz hemen bir yemek masası hazırlamaya girişen tekne çalışanlarının üstündeydi. Filipinlerin mutfağı konusunda çok olumsuz yorumlar okumuştum. Belki ilk kez burada tatma imkanı bulacaktık ve kendi yorumumuzu oluşturacaktık. En nihayet hazırlıklar bitti ve hepimiz masa etrafına oturduk. Aman Tanrım o nasıl güzel bir masaydı ve ne lezzetli yiyeceklerdi. Belki çok aç olduğumuz için öyle gelmiş olabilir.


Balık ve tavuğun yanısıra noddle ile pilav vardı. Güzel bir söğüş salata ve ilk kez hayatımda yediğim minicik üzüm taneleri gibi bir deniz yosunu tabağı vardı. Fotoğrafta sadece karpuz gözüküyor ama onun dışında başka meyvalar da getirdiler. Bunların yanında su ve meşrubat isteyen istediği kadar aldı. Neredeyse silip süpürdük sayılır. Yemek sonrası biraz plajda yürüdük.

Bu arada tekne çalışanları masayı toparlamış ve malzemeleri tekneye götürmüşlerdi. Bir süre dinlendikten ve denize girdikten sonra tekneye döndük. Artık buradan son durağımız olan ve Coron bölgesinin en popüler ve görülesi yeri olan Kayangan Gölüne gidiyorduk.


Teknemiz önce bir koya yanaştı ve burada can yeleklerimizi giymemiz istendi. 


Kayangan Gölüne ulaşmak için yaklaşık 300 basamak çıkmak gerekiyormuş. Bunu öğrenince Kanadalı yaşlı adam gitmeyeceğini, teknede bizi bekleyeceğini söyledi. Yanındaki Filipinli kız ilk kez buraya geldiği için gölü görmek istedi. Tekne görevlilerinden birisi sepete şnorkelleri doldurarak peşimiz sıra basamakları tırmanmaya başladı. 


Bir süre tırmandıktan sonra bu sefer göl seviyesine inmek için basamakları inmeye başladık.


Aşağıya doğru yürürken Japon turistler daha önce burayı görüp görmediğimi sordular. Görmediğimi öğrenince çok harika bir yer olduğunu ve bu kadar çıkıp inmeye değer bir göl olduğunu söylediler. Göl seviyesine gelince etrafı yeşil kayalarla çevrili muhteşem bir göl manzarası bizi bekliyordu.


Şnorkeli hemen takıp suya atladım. Ancak suyun dibinde çok görülesi birşey yoktu. Çok minik balıklar ve ne olduğunu anlamadığım siyah renkli larva gibi böcek gibi şeyler vardı. Dalga falan olmayınca yüzmesi ve deniz dibine bakması daha kolaydı. Çok fazla ileri gitmeden gölün ortalarına kadar yüzdüm ve gölün kenarlarında da dalarak kaya şekillerine baktım. Eğlenceli ve çok şahane bir yerdi.



Burada da yaklaşık 1 saat geçirdikten sonra artık dönüş zamanı gelmişti. Aynı yollardan bu sefer yorgun argın geri dönmeye başladık.


Akşamın gölgeleri denize ve ada yamaçlarına düşüyordu.


Teknemiz bizi otelimizin olduğu adaya getirdi. Oldukça yorulmuştuk. Bir arkadaşımla ben odaya gidip bir çay keyfi yapalım istiyorduk. Diğer arkadaşımız ise yine interneti kullanmak istediğinden lobby'de kalmak istedi. Güzelce çayımızı hazırladık ve yeni odamız 2 katlı binanın üst katında bulunduğundan balkona oturarak güneşin batışını seyrettik.


Daha sonra biz de arkadaşımıza eşlik ederek lobbyde birşeyler yedik. Ulaşım sorunumuz olmadığından geç bir saatte odamıza dönerek dinlenmeye çalıştık.

10 Şubat 2017

Sabah erkenden uyandım ve arkadaşları rahatsız etmeden kalkıp biraz manzarayı seyrettim. Vakit geçirmek için kıyıda biraz yürüyüş yapmaya karar verdim.


Döndüğümde arkadaşlar da uyanmıştı ve hemen toplanmaya başladık. Kahvaltı yapmak için lobby'ye gitmeye niyetlenmiştik. Eşyalarımız hazır olunca çayımızı içtik ama lobby'de feribota binmek için en az 1 saat önce orada olmak gerektiği söylenince planlarımızı değiştirmek zorunda kaldık.

Aceleyle otel sorumlusu Lisa'yı bulup otel faturamızı ve tur ücretini ödemek istedik. Ancak bu bize kötü bir ders oldu. Siz siz olun hiçbir zaman bu tür ödemelerinizi son dakikaya bırakmayın. Önce otel ücretinde sorun yaşadık ve bize daha fazla bir fatura çıkardılar. Booking.com sitesinin üye indirimini kendilerine bildirmediklerini ve bu yüzden normal ücreti alacaklarını söylediler. Vaktimiz çok olmadığından internetten bana iletilen mesajı da gösterme imkanım olmadı. Söyledikleri fiyatı ödemeye mecbur kaldık. Bu sefer de otelin sitesinde ödemeler için kredi kartı kabul edileceği yazılıyken banka hatlarının çalışmadığını ve nakit vermemizi istemezler mi! Elimizdeki Peso yeterli olmayınca mecbur kaldık biraz dolar verip üstünü peso olarak almaya. 2 gece konaklama+tur ücreti+şnorkel ücreti toplamı olarak kişi başı 3900 Peso ödedik. Feribota yetişmek için telaş edince faturayı almayı da unuttuk.

Tekne bizi Coron Adasına götürdü ve orada bizi bekleyen bir tricyle'a binerek feribot iskelesine doğru yola çıktık. Limana ulaştığımızda Tricyle için 150 Peso ödedik.


Feribota binmek için biletimizi göstererek içeri gireceğimizi düşünürken bir gişede ayrıca çevre vergisi de ödememiz gerektiğini öğrendik. Sanırım kişi başı 20 Peso olan bu vergiyi ödedik ve giriş kuyruğuna girdik. Tam artık içeri gireceğiz derken görevli biletlerimize baktı ve bunların bilet olmadığını ve 100 metre ilerideki gişeden biletlerimizi bu rezervasyon numaralarıyla alabileceğimizi söyledi. Bavulumu arkadaşlara bıraktım ve biletleri almaya gittim. Bu arada iyi niyetli görevli onları içeri almış. Nasıl bir hızla gittiğimi bilmiyorum. Anlattıklarına göre çok yakın bir yer olmalı ama gidiyorum gidiyorum soruyorum daha ileriyi işaret ediyorlar. Birkaç yere sorduktan sonra en nihayet resmi bilet satış gişesini buldum. O kadar da yakın değilmiş! Neyse çabucak biletleri alarak feribot iskelesine gittim. Görevli adam kibarca bana arkadaşlarımın içerde olduğunu söyledi ve beni de içeri aldı. Büyük bir salonda oturarak hareket saatimizin gelmesini bekledik. Neyse ki çok geçmeden hareket saati geldi ve bizi El Nido'ya götürecek feribota doğru yürüdük. 

Böylece Coron Adası maceramız da burada sonaerdi. Coron Adasını hepimiz çok sevdik. Aslında burada birkaç gün kalmaya değermiş. Daha gidemediğimiz yerler yapamadığımız etkinlikler çok fazla. Coron Adası, II. Dünya Savaşı'nda buradaki koylara saklanan 12 Japon gemisinin Amerikan bombardıman uçaklarınca batırılması ile tanınıyormuş. Dalışseverler buraya gelerek bu batık gemilere dalış yapabiliyormuş. Zamanında Forbes Traveler Magazine Dergisince Dünyanın en iyi 10 dalış yerinden birisi olarak gösteriliyormuş. Hala öyle midir bilmiyorum. Coron kasabası öyle çok turistik bir yer değil. Kasabada denize girecek plaj yok ancak kalmak için pekçok otel, hostel ve pansiyon tarzı yer var. Fiyatlar çok uygun ve burada kalıp etraftaki onlarca adaya giderek beyaz kumları olan güzel plajları, kalkerli yapıdaki kayaları, ada göllerini görebilirsiniz. 

Anlatması benden bu kadar. Bu bölgeye henüz bozulmamışken, kirlenmemişken, kalabalıklara boğulmamışken, sevimsiz binalarla doldurulmamışken gelin, gezin, yüzün, dalın ve çok çok sevin. 


1 Mayıs 2017 Pazartesi

On 04:42:00 by Gülten İşcimen in    1 comment
Filipinler seyahatimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

7 Şubat 2017
Sagada



Sabah biraz üşümüş olarak uyandım. Bir arkadaşım biraz daha erken kalkmış ve hazırlıklarını yapmıştı. Kendimize hemen çay hazırlayıp kahvaltımızı yaptık. Bugün Sagada'yı gezecektik. Ancak tura gitmeden odayı da boşaltmamız gerekiyordu. Çok fazla yayılmadığımızdan kolayca hazırlandık. Bavullarımızı otel sahipleri iç tarafta bir odaya yerleştirdiler. Akşam 6'da Manila'ya gidecek bir otobüs vardı ve biz de ona binmek istiyorduk.



Sagada'ya bizi götürecek minibüse yerleştik ve öncelikle Manila biletlerimizi almak istediğimizi söyledik. Bizi bir gün önce otobüsten indiğimiz yere götürdüler. Bilet gişesine giderek yine kişi başı 450 PHP olan biletlerimizi aldım. Artık gönül rahatlığıyla gezebilirdik. 

Biz tur almıştık ancak tur almadan da Sagada'ya gidilebiliyor. Önce Bontoc yönüne gidecek bir otobüs bulup oradan da Bontoc belediye binasının önünden bir jeepneye binerek Sagada’ya ulaşmak mümkün. Banaue'den Sagada'ya yolculuk yaklaşık 2 saat sürüyor. İki şehir arasındaki mesafe fazla olduğu gibi çok da virajlıydı. Yol git git bitmiyordu. Kıvrım kıvrım yollardan dere tepe aşarak gidiyorduk. Bayağı yükseklere çıkmıştık. Biraz gittikten sonra minibüs Cordillera kabilelerinin tanıtıldığı yüksekçe bir alandaki tesiste mola verdi. Yaşlı ve çok süslü giyinmiş kadınlar bir banka sıralanmış oturuyorlardı. Biraz para verip aralarına oturarak resim çektirebiliyordunuz. Bu işi turistlere yönelik yaptıkları belliydi ve kadının birisi zafer işareti yaparak bir şeyler söylüyordu.


Çok değişik kıyafetleri vardı ve sonradan başka bir kadın daha geldi.Çok aşırı makyaj yapmıştı ancak onu ne yazık ki çekmemişim. Kadınları bir de yakından görün.


Tepeden de birkaç fotoğraf çektik çünkü ilerideki köy çok güzel gözüküyordu.


Sonra tekrar minibüse binerek yolumuza devam ettik. Biraz daha ilerledikten sonra bu sefer tuvalet için tekrar mola verdik. Çevrede fotoğraf çekerken yolculardan birisi eskiden kabile savaşçısı olan ve oradaki tuvaleti işleten yaşlı bir adamla fotoğrafımı çekebileceğini söyledi. Adama söyleyince hemen oturduğu sandalyeden fırlayıp bir eline mızrağını diğer eline de kalkanını alarak manzaralı yere koştu. Çok komik bir görüntüsü vardı.


İhtiyaç giderip fotoğrafımızı da çektirdikten sonra yola devam ettik. Önce Mountain Eyaletinin başkenti olan Bontoc şehrine ulaştık. Minibüste bizimle birlikte seyahat edenlerden bir kısmı indi. Sonra tekrar yola devam ettik ve çok geçmeden Sagada'ya ulaştık. 

Sagada, yüksek dağların arasında, binlerce yıl öncesinden gelen özgün kültürüyle, doğal güzellikleri ve sıcakkanlı insanlarıyla görülmeye değer bir şehir. 

Burada şoförümüz önce turizm ofisine giderek bizim için bir rehber ayarladı. Burada çevre vergisi olarak kişi başı 35 PHP ödedik. Sonra adını unuttuğum rehberimizle birlikte minibüse binerek Sumaguing Mağarasına gittik. Epeyce bir merdiven indik ve mağaranın girişinden birkaç fotoğraf çekerek gerisin geriye çıktık. Çünkü mağaranın içine girecek kadar zamanımız yoktu. Dönüş yolu çok uzundu ve karanlık olmadan dönmemiz konusunda şoförümüz bize ricada bulunmuştu.


Damlataş ve dikit oluşumlara sahip Sumaguing Mağarasının içinin son derece ilgi çekici olduğunu okumuştum. Vakti uygun olanların mutlaka bir rehber eşliğinde içini de gezmelerini öneririm.


Merdivenlerin başında da çok güzel 2 tabela asmışlardı. İlki "turist duası" olarak çevirebileceğimiz turistlere yönelik bir istek listesiydi.


Diğer tabela çok daha anlamlı olan bir tabelaydı. "Sagada'dayken başka hiçbir şey almayın sadece fotoğraf alın, hiçbir şey bırakmayın sadece ayak izlerinizi bırakın, kimseyi öldürmeyin sadece zamanı öldürün" şeklinde çevrilecek bu ifade gerçekten bizi etkiledi.


Buradan tekrar minibüse binerek Sagada'da kurulan pazara yakın bir mesafede durduk. İsteğimiz üzerine yol üzerindeki bir fırına da uğrayarak tuzlu bir yiyecek bulamadığımızdan çok taze olan keklerden aldık. Şoförümüzle saat konusunda anlaştıktan sonra rehberimiz eşliğinde Eco Vadisine doğru yürümeye başladık.


Önce tarihi bir kilisenin yanından geçtik. 1904 yılında Amerikan misyonerleri tarafından inşa edilen St.Mary the Virgin Kilisesi buradaki ana Anglikan kilisesiymiş. Bu Kilise giriş yüzündeki vitray gül yaprakları ile meşhur.


Çevresini gezdikten sonra içine de girdik ancak çok kayda değer bir şey yoktu. Yürümeye devam ettik ve bir tentenin altında oturan park görevlilerinin yanına ulaştık. Eco Vadisine giriş için kişi başı 50 PHP ödememiz gerekiyordu ancak görevliler yemek yiyorlardı. Rehberimiz onlara işaret ederek dönüşte parayı ödeyeceğimizi söyledi.

Bir rampaya doğru tırmanırken karşı taraftan gelen 2 kişi rehberimizin tanıdığı çıktı. Kendi aralarında sohbet edip gülüştüler. Neye güldüklerini sorduk ve cevaben turistlere karşı hep güleryüzlü olduklarını söyledi. Sonra yola devam ettik. Biraz yürüdükten sonra yeni mezarlığa geldik. Hıristiyan misyonerlerinin buralarda etkili olmasından sonra ölüye ilişkin eski ritüeller zamanla terkedilmiş ve artık Hristiyan inancına uygun şekilde defin işlemi gerçekleştiriliyormuş.


Bu mezarlığı da geçtikten sonra artık Eco Vadisine ulaşmıştık. Çok yeşil bir bölgeydi ve aşağılara doğru rehberimiz önde biz arkada iniyorduk. Belli bir noktada rehberimiz bize bağırmamızı söyledi. Arkadaşım isimlerimizi bağırarak söyledi ancak ben yankıyı duyamadım. Kendim de bağırdım ancak aynı sonucu aldım. Onlar ekoyu işittiklerini söylediler. Belki de benim kulağım iyi duymuyor!


Vadiye doğru inmeye devam ettik ve en sonunda asılı tabutların bulunduğu kayanın önüne geldik. Asılı tabut geleneğine sahip olan Dünyadaki birkaç yerden birisi, Igorot kabilesi ve bunun 6 alt etnik grubunun yaşadığı bu bölgeymiş. Bu tabut asma geleneği sadece Filipinlerde değil Çin ve Endonezya'nın bazı bölgelerinde de varmış. Hatta 2000 yılı aşkın bir geçmişi olan antik dönemle başlayan dağ yamaçlarına ölü asma şekli bazı azınlık gruplarında halen devam etmekteymiş. Sagada halkı yere gömülmektense tabutlarının kayalara asılmasını tercih ediyormuş. Tabutları kayalara asmanın bir amacı ölüyü cennete yakın tutmakmış. Bir diğer amacı da cesedi deprem ve sel gibi doğal afetlerden ve vahşi hayvanlardan korumakmış. 


Yaşlananlar kendileri için çam ağacından oydukları tabutlarını hazırlarmış. Eğer çok zayıf veya çok hasta ise bunu oğulları veya yakın akrabaları yaparmış. Rehberimizin anlattığına göre ölen kişi evinde o gece sandalyeye oturtulur ve ev yakınlarına ziyaret için açılırmış. Hatırladığım kadarıyla 21'e yakın domuz kesilir ve herkese dağıtılırmış. Ölen fakirse tüm akraba ve eş dost et getirir ve bu ritüel yine gerçekleştirilirmiş. Domuz fiyatlarının çok yüksek olduğunu da söyledi. Tanesi 10.000 Peso olduğuna göre yaklaşık 2000 Dolar ve bir cenazede toplam 42.000 Dolar harcanması gerekiyor ki her babayiğidin harcı değil. Ölmek de parayla dedikleri bu olsa gerek. Şimdilerde bu sayı biraz düşürülmüş ve ölenler için sadece 3 domuz kesiliyormuş. 5 gün boyunca ölen için böyle merasim sürdüğünden ölenin bozulmaması yani kokmaması için tütsülenirmiş.


5 gün tamamlandıktan sonra battaniyeye sarılan ve palmiye yapraklarıyla bağlanan ölü beden cenaze alayı tarafından taşınıyormuş. Yaşlı kişiler cenazeyi tutup taşımaya çalışıyorlarmış. Çünkü cenazenin kanıyla iyi şansın ve ölünün yeteneklerinin bulaşacağı inancı varmış. Tabutun asılacağı kayaya getirilince ölü, tahta tabutun içine cenin pozisyonunda yerleştirilirmiş. Bu uygulama insanın Dünyaya geldiği pozisyonda Dünyayı terketmesi gerektiği inancına dayanıyormuş. Hatta bu yerleştirme sırasında sığması için ölünün kemiklerini büküp kırabiliyorlarmış. Daha sonra tabutu kirişler atarak ulaştıkları kayaların yamacına atalarının yanına çiviliyor ya da asıyorlarmış. Hatta tabutun yanına ölüyü oturttukları sandalyeyi de asıyorlarmış. Biz sadece 1 sandalye gördük. Rehberimiz asılan sandalyelerin zamanla düşüp parçalandığını, yüzlerce tabutun bulunduğu mağaralarda daha çok sandalye olduğunu söyledi. Lumiang Mağarasının yolu daha çamurlu ve kaygan olduğu için genellikle turistleri oraya götürmüyorlarmış ve buraya getiriyorlarmış. 

Kayadaki tabutlara baktığınızda bazılarının küçük ve bazılarının uzun olduğunu görüyorsunuz. Rehberimiz küçük tabutlarda çocuk değil cenin pozisyonundaki erişkin ölülerin bulunduğunu, Hristiyan misyonerlerin 1902 yılında buraya gelerek ve insanları ikna ederek tabut şeklini değiştirdiklerini ve o yıldan sonra cenin pozisyonunda değil ölülerin uzunlamasına yatırılarak kayalara asıldığını anlattı. Üzerinde haç olan mavi renkli tabutun da buraya asılan son tabut olduğunu söyledi. 

Burayı gördükten sonra geldiğimiz yoldan geriye yürümeye başladık. Tırmanmak gerektiğinden dönüş daha zor oldu. Yeni mezarlığın içinden geçerken bir mezar ilgimizi çekti. Bir din adamına ait mezarın önünde her yıl 1 Kasım'da ateş yakılıyormuş. Ateşin yakılmasının nedeni ise mezardaki kişinin ruhunu ısıtacağı inancıymış. Mezar yakınlarının da gömülebilmesi için adeta ev gibi yapılmıştı. 


Buradan bilet alacağımız yere doğru yürürken Eco Vadisine giderken gördüğümüz kişiyi yanında gençlerle tekrar gördük. Rehberimizle bir şeyler konuşup yine gülüştüler. Bu sefer rehberimiz ısrarla sormamıza dayanamadı ve anlattı. Meğerse bunlar bizim mezarlığa rezervasyon için mi geldiğimizi sorup gülüyorlarmış. Buna çok bozulan arkadaşım kaç yaşında gözüküyoruz 60 mı 70 mi deyince rehberimiz diğer arkadaşlara 60'ı bana da 55'i uygun buldu. Acayip komik bir durum oldu. Çok yürümek ve dik yamaçlardan inip çıkmak gerektiğinden buralara sanırım daha genç insanlar gezmeye geliyorlar ve bizim yaşlarda çok turist olmayınca kendilerince yorum yapıp eğleniyorlar.

Çevre vergisi öderken de bu durum espri konusu oldu ve görevli kadın bize "yaşlı" indirimi yaptığını 60 yaşın altındaysak daha fazla ücret alması gerektiğini söyledi. Konuyu fazla büyütmeden oradan uzaklaştık ve pazar yerine kadar geldik. Rehberimize bize "yaşlı" dediği için bahşiş vermedik ve ondan ayrılarak şehrin içinde gezmeye başladık. Öğle yemeği yemek için iyi bir yer arıyorduk. Rehberin tavsiyesine göre Yoghurt House adında çok güzel bir restoran bulduk ancak içerisi tıklım tıklım olduğu için yemek servisinin çok geç yapılabileceğini öğrendik.


Çevrede başka bir restoran aradık ancak sanırım çoğu yer akşam açılıyordu. Oturacak bir yer bulamayınca dönüp pazardan bir şeyler almaya karar verdik. Önce oraya özgü bir sarma yedik. Çok fazla beğendiğimi söyleyemem. Sonra tanesi 30 Pesoya haşlanmış mısır aldık ve yiyerek pazarı gezmeye başladık. Sagada'dan birkaç fotoğraf da çektikten sonra artık dönüş saatimiz gelmişti.




Şoförümüzü bulduk ve minibüse yerleşerek yola koyulduk. Sagada'da aslında bir de Bokong Şelalesi varmış ancak bizim vaktimiz olmadığından oraya gidemedik. Sagada'da pekçok farklı etkinlik gerçekleştirilebilir. Trekking de var hiking de var mağara turizmi de var kültür ve tarih turizmi de var.Bunları yapabilmeniz için sadece birkaç gün burada kalmanız gerekiyor. 



Dönüşte çok saygılı ve efendi olan şoförümüz Pearl House adında yol üstündeki bir tesiste mola verdi ve buradan manzaranın çok güzel olduğunu söyledi. Gerçekten çok hoş bir dizaynı olan tesisin manzarası da muhteşemdi.









Banaue'ye geldiğimizde şoförümüzden çok memnun kaldığımızdan sanırım 100 PHP bahşiş verdim.

Yola çıkmadan önce yemek için ilk gün oda baktığımız Uyumi's Inn'deki restoran bölümüne oturduk. Birer kuşkonmaz çorbası (50 Peso) ve sebzeli pirinç (95 Peso) yedik. Oldukça memnun kaldık.  

Yemek sonrası otele gittik ve bavullarımızı aldık. Arkadaşlar seyahat için üst baş değişimi yaptılar. Otobüs durağı çok yakındı ancak birçok merdiveni tırmanarak kestirmeden buraya gidilebiliyordu. Bizim elimizde ise ağır bavullarımız vardı ve bu merdivenleri nasıl çıkacağız derken Otel sahibimiz olan adam imdadımıza yetişti. Hemen bir tricyle buldu ve bavullarımızı üstüne yüklediler. Aracın o kadar yükle yokuşu nasıl çıkacağı konusunda kaygılandım ancak bir iki teklese de bizi otobüs durağına götürdü. Ücret olarak 60 PHP verdim diye hatırlıyorum.

Saat 6'da hareket edecek otobüsümüze bindik ve yerimize yerleştik. Bu sefer ön koltuğa da birileri gelmişti ve otobüs ful doluydu. Oturduğumuz yerde uyumaya çalıştık ve otobüsümüz yine aynı yerlerde mola verdi. Böylece Manila'ya sabaha karşı 4.5 gibi ulaşmış olduk.