24 Ekim 2017 Salı

On 05:53:00 by Gülten İşcimen in    No comments
Filipinler ve Vietnam rotalı uzun gezimizin artık son durağına geldik. Filipinler'in başkenti olan Manila'yı da gezdikten sonra dönüş yolculuğumuz başlayacaktı.





24 Şubat 2017



Ho Chi Minh'den 01.05'de hareket eden uçağımız Manila'ya sabaha doğru ulaştı. Havalimanını artık çok iyi tanımış olduğumuzdan bekleyen taksilere doğru gittik. Bu sefer resmi taksilerle değil Manila'daki her bölgeyi gösteren bir fiyatlandırma tarifesi asmış olan beyaz taksileri kullanmaya karar verdik. Yaşı epeyce geçkin olan şoförümüze otelimizin adresini gösterdik. Yeri biliyormuş havalarında bizi Makati bölgesine götürüp adım başı adres sormaya başladı. Uzun süre bu bölgede döndük durduk ve en sonunda oteli bulduk. Otelin yeri aslında çok kolaymış ancak fakirlik ve zenginliğin keskin çizgilerle ayrıldığı bir noktada bulunduğundan yerini bulmak biraz zor oldu. Şoföre Havalimanında gördüğümüz fiyat tarifesine uygun olarak 500 Peso ödedik.

Otele girdiğimizde resepsiyondakiler önce check in saatinin geç olacağını bildirmediğimiz için epeyce zorluk çıkardılar. Bu saate kadar gelmeyince rezervasyonumuzun iptal olduğunu düşündüklerini söylediler. Hatta hemen booking.com'a bu durumu bildirmişler. Neyse konuşunca sorun çözüldü ve 2 gecelik oda ücretini ödedikten sonra en nihayet odamıza gidebildik. 

Odada biraz dinlendikten sonra kahvaltıya gittik. Buranın uygulaması biraz tuhaftı. Kahvaltı açık büfe değildi ve garson gelip sipariş alıyordu. Fakat menüde yer alanlar bizim kahvaltı kültürümüze çok uygun gözükmüyordu. Zaten yolculuğun sersemliğiyle biz de yanlışlıkla köfte sipariş etmişiz ama bunu yiyemedik. 

Tekrar odamıza dönerek biraz uyuyup dinlenmeye çalıştık. Planımıza göre o gün Manila'daki eski şehir yani Intramuros bölgesini gezecektik. Otelimizin resepsiyonundaki görevliler bize taksi çağırdılar. Böyle yaparak hem güvenli bir şekilde gitmiş olduk ve hem de bu bölgeye ulaştığımızda ödeyeceğimiz tutarı biliyorduk. Şoför de oldukça düzgün birisiydi ve tarihi merkeze gelince bu seyahat için baştan bize söylendiği gibi 192 Peso ödedik. 

Intramuros bölgesi aynı zamanda Ciudad Murada yani Duvarla Çevrili Şehir olarak da biliniyor. Çünkü bütün bölgeyi çepeçevre saran neredeyse 4,5 km uzunluğunda büyük taş duvarlar ve kaleler bulunmakta. Şehrin 1571'de kurulmasından İspanyol hakimiyetinin 1898 yılında sonlanmasına kadar Manila bu bölgede kuruluymuş.

Şehrin korunması amacıyla yapılan duvarların arkasında taştan örülmüş saraylar, kiliseler, manastırlar, okullar ve güzel çiftlik evleri yükseliyormuş. Burası ispanyolların ticaret, eğitim ve din işlerinde doğuda bulunan en önemli merkezi haline gelmiş. Sadece kısa bir süre 1762-1764 yılları arasında İngiliz hakimiyetine girmiş. İspanyolların Amerika ile yaptıkları savaşın sonunda 1898 yılından itibaren Filipinler ve dolayısıyla Manila Amerika'nın kontrolü altına girmiş.

Ancak 1945 yılında Amerika, Filipinler ve Japon kuvvetlerinin çarpıştığı Manila Savaşı'nda bu bölge yerle bir edilmiş. Aynı bölgede inşaat yapmak yerine pek çok dini yapı ve okullar bölgenin dışına taşınmış. Bu bölgenin tarihi ve özgün karakteri korunmaya çalışılsa da modern yapıların yükselmesine mani olunamamış. En sonunda 1979 yılında Intramuros İdaresi kurulmuş ve en azından geriye kalanların korunabilmesi için çok önemli tedbirler alınmış. Şehrin duvarları ve tarihi kapıları restore edilmiş.


Taksiden iner inmez önce San Diego Kalesine bilet alarak girdik. Yanlış hatırlamıyorsam kişi başı 75 Peso ödedik. Bu Kale 1586 ve 1587 yıllarında bir rahip tarafından yaptırılan en eski taş kalelerden birisiymiş. Önce yuvarlak bir kale şeklinde yapılmış ve daha sonra yenilemelerle kale şehrin surlarıyla birleştirilmiş. Kale, İngiliz kuvvetleri tarafından yakılmış ve daha sonra da deprem nedeniyle ve savaş sırasında çok zarar görmüş. Burası Intramuros İdaresi tarafından restore edilen yerlerden birisi.



San Diego Bahçesinden çıktıktan sonra şehrin sokaklarında yürüyerek tarihi binaları izlemeye başladık. 


Yürürken küçük bir meydanda sıralanan Filipinlerin eski başkanlarının resimlerinin sergilendiği bir alana geldik.


En nihayetinde UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alan San Agustin Kilisesine ulaştık.


Bu Kilise muhteşem güzellikteki altarı ve yüksek tavanıyla ispanyollar tarafından Barok tarzında inşa edilmiş eşsiz bir hazine olarak görülüyor. 1607 yılında kutsanarak ibadete açılan Kilise'nin II. Dünya Savaşı'nda büyük zarar görmüş olmasına karşın Filipinlerde ayakta kalan en eski taş kilise olduğu söyleniyor. İspanyolların ilk genel valisi Miguel López de Legazpi'nin mezarı kilisedeki büyük altarın yanında bulunuyormuş. Diğer önemli bazı cenazelerde duvar kenarlarında veya kilisenin zemininde gömülüymüş.


Kilise'nin dışarıdan görüntüsü muhteşemdi ve önünde çok büyük bir hareketlilik vardı. Arabalar yanaşıyor ve insanlar şık kıyafetleriyle iniyordu. Biz de bir süre sonra şahit olduğumuz üzere meğerse bu kilisede bir düğün töreni varmış. Biz de kafamızı biraz uzatıp töreni görmeye çalıştık. 



Bu sırada damadın arkadaşları birlikte fotoğraf çektiriyorlardı ve birlikte bir fotoğraf isteğimizi kırmadılar.


Düğün olduğu için kiliseye bizi almadılar. Öğle tatiline denk geldiğimiz için kilisenin yanıbaşındaki müzeye dönüştürülen Manastıra da giremedik. Kafamızı uzatarak biraz içeriyi görmeye çalıştık.


Kiliseye giremeyince bari vaktimizi iyi kullanıp öğle yemeğimizi yiyelim dedik. Güzel bir restoran bulduk ama benim ve bir arkadaşımın yeterli pesosu kalmamıştı. Onun için biz de yakın olduğunu söyledikleri döviz bürosunu aramaya başladık. Uzun süre eski şehrin sokaklarında dolaştık ama bir türlü dövizciyi bulamıyorduk. En nihayetinde Manila Katedrali'ne yakın bir caddede bulunan döviz bürosuna giderek biraz dolar bozdurduk. Döndüğümüzde arkadaşımız yemeğimizi de sipariş etmiş bizi bekliyordu. Restoranın ortamı çok güzeldi ve yediğimiz pizzada çok lezzetliydi. Bu yemeğe bize çok aşırı gelmeyen bir tutar olan toplam 575 Peso ödedik.

Arkadaşımız bu arada restoran çalışanıyla sohbet etmiş ve bu adam kilisenin önündeki caddede bekleyen faytonlara binerek bölgeyi daha iyi gezeceğimizi söylemiş. Hava oldukça sıcaktı ve burayı gezip güvenliğimiz açısından geç saate kalmadan otelimize dönmek istiyorduk. Bu yüzden faytonla gezme fikri aklımıza yattı.


Güya restoran çalışanının torpiliyle indirimli olarak ayarladığımız faytona bindik. Bizi bir saat gezdirerek 500 Peso alacaktı. Adam önce bizi gezdiğimiz yerlere götürmek istedi ve biz itiraz edince de çok bozuldu. Bu bölgede mutlaka gezilmesi gereken bir yer olan Santiago Kalesine gitmek istedik. Kapısına geldiğimizde giriş ücretinin yanlış hatırlamıyorsam 150 Peso olduğunu görünce arkadaşlar burayı benim gezip gelmemi ve kendilerinin kapıda bekleyeceklerini söylediler. Böyle bir karar alarak çok büyük bir yanlış yapmış olduk. Park o kadar büyüktü ki adeta koşarak gezmeme rağmen çok zaman aldı. Halbuki ben gezerken arkadaşlar da faytonla bölgenin diğer kısımlarını gezseler ve sonra belli bir saatte buluşsaydık daha iyi olacaktı. Parkı gezip çıktığımda faytoncu saatin dolduğunu söyleyip parasını alıp gitmişti. Adam bizi resmen dolandırmıştı ve gezdirmediği halde bir sürü para almış oldu. Arkadaşlar da boşu boşuna sıcakta beni beklemek zorunda kalmışlardı. 

Girdiğim parkın en önemli kısımlarından birisi İspanyol koloniyal hükümetinin askeri üssü olan Fort Santiago, Santa Clara'ymış. Savaş sırasında çok zarar görmüş olmasına rağmen önemli görülen birkaç yer daha sonra restore edilmiş. Örneğin üzerinde İspanya'nın en önemli azizi olan Santiago Motomoros'un bulunduğu ahşap bir rölyefin yerleştirildiği ikonik bir kapı onarım görmüş ve aşağıda görüldüğü gibi çok sağlam gözüküyordu.


Buranın önemli olmasının bir diğer nedeni Filipinlerin ulusal kahramanı Jose Rizal'ın asılmasından önce 1896 yılında burada hapsedilmiş olmasıymış. Rizal'ın elinde açık bir kitap bulunan heykeli de burada bir meydana yerleştirilmişti.




Rizal Shrine adı verilen ve küçücük bir bina olan müzede onun hayatı ve çalışmalarıyla ilgili eşyalar sergileniyormuş. Müzeyi görmeme rağmen anlattığım üzere arkadaşlar beni beklediğinden içeri girmeye teşebbüs dahi etmedim. Kale içinde gezerken çektiğim birkaç fotoğrafı da eklemek istiyorum.






Kan ter içinde burayı gezdikten sonra dışarı çıktığımda arkadaşları sıkılmış ve sıcaktan bunalmış vaziyette buldum. Kapıdaki görevliye rica edip parkın içinde bulunan yakınlardaki bir kafeye oturduk. Kişi başı 45 peso ödeyerek birer kahve alıp bir süre burada dinlendik. 

Sonra buraya çok yakın olan Manila Katedrali'ne doğru yürüdük. Bu Katedral pek çok kere yıkılıp yeniden yapılmasına karşın Manila'nın Roma Katolik Başpiskoposluğunun merkezi ve Filipinlerdeki en önemli kiliselerden birisi olagelmiş. İlk Katedral 1581 yılında yapılmış ve bir tayfundan zarar görmüş, sonraki yıl da yangınla tahrip olmuş. 2. binayı 1592 yılında taştan inşa etmişler ama bu da 1600 yılında kısmen deprem nedeniyle zarar görmüş. 3. Katedral 1614 yılında yapılmış ve bu da 1645 yılındaki depremden etkilenmiş.4.Katedral 1654-1671 yıllarında muhteşem bir şekilde yapılmış ama 1863 yılında gerçekleşen depremde bunun da sonu diğerleri gibi olmuş. 5. Katedral 1870-1879 yıllarında yapılmış ve bu katedralin kubbesindeki haçın merkezi adaların astronomik uzunluklarının belirlenmesinde referans noktasıymış. Bu katedral de maalesef 1945 yılındaki Manila Savaşında tahrip olmuş. 7. ve en son Katedral halkın maddi desteğiyle 1954-1958 yıllarında inşa edilmiş. Katedral'in mimari tarzı neo-Romanesk olarak sınıflandırılıyor.



İçine girdiğimizde çok yüksek tavanıyla oldukça ferah bir ortamda kendimizi bulduk. Aziz heykelleri, çeşitli aydınlatmalar ve vitray resimler oldukça başarılı bir şekilde kullanılmıştı. 




Burayı da gezdikten sonra otelimize gitmek için bir taksi aramaya başladık. Sanırım iş çıkışına yakın bir zamandı ve taksiyi çok zor bulabildik. Şoför genç birisiydi ve epeyce de çenesi düşüktü. Lüzumlu lüzumsuz bir şeyler anlatıp duruyordu. Rizal Parkın yanından geçtik ve bize orada Dr. Rizal için yapılmış çok büyük bir anıtı gösterdi. Arabayı yavaş kullanarak fotoğrafını çekmemizi sağladı. 



Malate bölgesindeki yüksek binaları gösterdikten sonra gelen erkek turistlerin hep bu bölgeye geldiklerini ve burada kızları bulduklarını anlattı. 


Taksiden bu devasa binaları izleyerek otelimizin bulunduğu Makati bölgesine doğru yola devam ettik.



Bu şoför de otelimizi kolayca bulamadı ve biraz da bizim anlatımımızla en sonunda otelin önüne getirdi. Sanırım bizden biraz bahşiş bekliyordu ama biz taksimetrede ne yazdıysa onu ödedik. Sonradan öğrendik ki zorunlu değil ama Manila'da taksi şoförlerine de bahşiş veriliyormuş.

Akşam yemeği için biraz alışveriş yapmak ve biraz da çevremizi tanımak için bir arkadaşımla alışveriş merkezine gittik. Önce mağazalara şöyle bir baktıktan sonra süpermarket kısmına geçtik.

Buradan bir küçük kavanoz reçel, 3 meyveli yoğurt, dilimlenmiş büyük bir ananas paketi, bisküvi ve beyaz peynir aldık. Kasaya geldik ve bütün bunlara 608 Peso ödeyince ortak hesabımızda fazla para kalmadığını, belki de ekmek alamayacağımızı söyledim. Tesadüfe bakın ki tam arkamızdaki adam da Türk değil miymiş! Burada ekmeğin maalesef pahalı olduğunu söyleyerek kendisinin bizim için alabileceğini söyledi. Doğrusu çok utandık ve o kadar da vahim durumda değiliz dedik. Sonra 120 peso vererek bir feta ekmek aldık.

Adının Ceyhun olduğunu öğrendiğimiz bu nazik adamla sohbet ederek biraz yürüdük. Yakınlarda bir kafe-restoran işlettiğini ve vaktimiz varsa bize çay ikram edebileceğini söyledi. Gerçekten çok yakında olan Pasha Turkish Restaurant adındaki işletmeye gittiğimizde burayı çok hoş bir şekilde dekore ettiklerini gördük.




Fanatik Beşiktaş taraftarı olduğunu ve İstanbul'daki işlerini maç tarihlerine göre ayarlayarak sık sık Türkiye'ye geldiğini anlattı. Karısı Filipinliymiş ve daha yenilerde bir oğlu doğmuş. Oradaki işlerinin son derece iyi olduğunu söyledi. Zaten Makati bölgesi gelir seviyesi yüksek kişilerin yaşadığı bir bölge ve bir de kendinizi iyi tanıtırsanız başarılı olmamanız söz konusu dahi olamaz. Biz çay yerine Türk kahvesi içmeyi tercih ettik. Poşet çaylarla çay ihtiyacımızı yine bir nebze olsun gideriyorduk ama Türk kahvesi içmeyeli neredeyse 20 günü geçmişti. Kahve bahane sohbet şahane dedikleri kıvamda çok derin mevzularla ilgili sohbet ettik. Diğer arkadaşımızın otelde bizi beklediğini ve tekrar uğrayacağımızı söyleyerek ayrıldık. Otele geldiğimizde arkadaşımız bizi merakla bekliyordu. Hemen aldıklarımızla kendimize güzel bir sandviç hazırladık ve akşam yemeği olarak bunu yedik. Arkadaşımıza bu tanışma hadisesini ve kafeyi anlatınca ertesi gün onun da görmesi için kafeye tekrar gitmeye karar verdik. Yorucu bir gün sonunda artık dinlenmeyi hak etmiştik. 

25 Şubat 2017

Artık gezimizin son gününe uyanmıştık. Sabah otelimizde kahvaltımızı yaptık. Bu sefer daha bilinçli bir şekilde menüye baktığımızdan yumurta ve krep istedik. 

Kahvaltı sonrasında eşyalarımızı toplayarak yolculuğa hazır hale getirdik. Otelin terasına çıkarak birer neskafe içip şehri seyretmeye başladık. Buradan zengin fakir uçurumunu çok daha net görebiliyorduk.




Kahve keyfinden sonra hep birlikte alışveriş merkezine doğru yürümeye başladık. Yolda şehir ulaşımında kullanılan rengarenk jeepneyleri gördük. Bunlar savaş sırasında Amerikalılar tarafından getirilmiş ve sonra da bırakıp gitmişler. Filipinliler de bunları işe yarar hale getirmişler ve şehir içi ulaşımında kullanmaya başlamışlar.




Ne yazık ki burada da hesabımızı tutturamamıştık ve elimizde fazladan peso kalmıştı. Bir arkadaşımızın da para bozdurması gerektiğinden onlar kendi aralarında para değişimi yaparak sorunu çözdüler. Ben de alışveriş merkezinden bir powerbank aldım. 

Alışveriş merkezinde daha fazla oyalanmayarak bir gün önce gittiğimiz kafeyi aramaya başladık. Bulmamız çok kolay olmadı ama en sonunda başardık. Ancak gittiğimiz saatte Ceyhun Beyin orada olmadığını öğrendik. Buraya kadar gelmişken oturup öğle yemeğimizi yiyelim dedik. Daha çok aç olmadığımızdan sadece mercimek çorbası istedik. 2 kişilik çorba kaldığından bunu üçümüze paylaştırdılar. Üzerine birer de kahve içip oradan ayrıldık.



Otel görevlilerinin çağırdığı taksiye binerek havalimanına doğru yola çıktık.

Şehirde kaldığımız süre yeterli olmadığından gezemediğimiz daha çok yer var. Bunlardan en önemlisi Asya’nın ilk üniversitesi olan Santo Tomas Üniversitesi ve eğer Manila'ya gidecek olursanız görmenizi öneririm.

Doğrusu dolu dolu bir gezi oldu. 20 günlük Filipinler ve Vietnam gezimizde kültür, deniz, din, doğal güzellikler, tarih aklınıza ne gelirse hepsini kapsayan bir serüveni yaşadık. Kah güldük ve eğlendik, kah yorulduk ve dinlendik. Ufkumuzu açan, bize inanılmaz gelen benzersiz deneyimler edindik. Gidip görülesi ülkeler olduğunu bizzat deneyimledik. Tavsiye ederim. 

4 Ekim 2017 Çarşamba

On 07:19:00 by Gülten İşcimen in    No comments



21 Şubat 2017 

Akşam 21.20 uçağı ile Hue'den Ho Chi Minh'e hareket ettik. Yaklaşık 1 saat sonra Saygon'a ulaşmıştık. Havaalanından 1. bölgede olan otelimize gitmek üzere taksiye bindik. Taksimetreyi açtırdık ve ücret 180.000 Dong tuttu. 

Brilliant Saigon Hotel adındaki otelimizin yeri yine çok merkeziydi ama arabanın giremeyeceği ara bir sokaktaydı. Saat çok geç olduğundan resepsiyondaki görevliye ertesi gün Cu Chi tünellerine gitmek istediğimizi ve bize yardımcı olup olamayacaklarını sorduk. Görevli de anlaşmalı oldukları turlar olduğunu ve sabah görüşüp bize bilgi vereceklerini söylediler. Hemen odamıza gidip dinlenmeye çalıştık. 

22 Şubat 2017 

Sabah olduğunda kahvaltıya indik ve görevliden Cu Chi turu ile ilgili bilgi aldık. Bu tur için kişi başı 6 Dolar ödemek üzere anlaştık. 2 gece oda ücreti ve bu turla beraber kişi başı otelimize toplam 38 Dolar ödedik.

Kahvaltıdan sonra bizi gelip almalarını bekledik. Bir süre sonra bir adam gelerek bizi bekleyen grubun yanına götürdü. Sonra rehberimizi takip ederek trafik yüzünden daha ileride park etmiş olan otobüsümüze yürüdük. Otobüste isteyen istediği yere oturdu ve biz de dışarıyı seyretmek açısından pencere kenarlarına oturduk. Yol boyunca çok enteresan bir adam olan rehberimiz Vietnam ve gittiğimiz Cu Chi tünelleri ile ilgili bilgiler verdi. Biraz hızlı konuşması ve biraz da arkada oturmamız nedeniyle konuşmasının büyük kısmını anlamakta zorluk yaşadık.

Yolculuk sırasında önce resimlerin yapıldığı bir atölye de mola verdik. Her aşamasını ayrı ayrı anlatan bir kadın rehber eşliğinde burayı gezdik ve sonra çeşit çeşit ürünlerin bulunduğu satış mağazasına girdik. Ancak fiyatlar inanılmaz şekilde pahalıydı ve hiçbir şey almadan buradan çıktık.



Tekrar otobüse binerek Tünellere doğru yola devam ettik. Cu Chi Tünelleri Ho Chi Minh şehrinin 70 km kuzey batısında yer alıyor. Yolculuğumuz 1,5 saat civarında sürdü ve oldukça güvenlikli bir bölgede bulunan Cu Chi Tüneline ulaştık. Tünellerin ziyaret edildiği Ben Dinh ve Ben Duoc adında 2 bölge bulunuyormuş. Bizim gittiğimiz bölge daha turistik olan Ben Dinh bölgesiydi.

Giriş biletlerimizi alması için rehberimize kişi başı 110.000 Dong verdik. Daha sonra çantalarımız ve bizler x-ray taramasından geçirildik ve uzun bir koridordan yürüyerek büyük ve yemyeşil ağaçlarla kaplı bir arazi de kendimizi bulduk. 


Öncelikle bu tünellerle ilgili biraz bilgi vermek isterim. Bu Tüneller, tarihi 1940'lara kadar giden, 250 km'ye ulaşan geniş bir alanda Kuzey Vietnam askerleri ve Viet Cong denilen komünist gerilla birliklerinin yaşam alanlarının, mutfaklarının, depolarının, silah ve teçhizatlarının, hastanelerinin, karargah merkezlerinin ve hatta tiyatro ve müzik salonunun yer altına kazıldığı geniş bir savaş müzesidir.


Komünist birlikler tarafından önce Fransız işgalcilerine karşı verilen savaş için kazılan Tüneller çok iyi çalışan hava akım sistemleri eklenerek genişletilmiş ve Amerikan savaşı sırasında çok etkin bir şekilde kullanılmış. Tüneller basit araç ve gereçler yardımıyla ve çoğu zaman çıplak ellerle adım adım kazılmak durumunda kalınmış. Rehberimiz buradaki toprağın killi toprak olduğunu ve tünellerin kazılmasından sonra buralarda büyük ateşler yakarak her 2 yüzeyin pişirildiğini ve daha sonra buraların kullanılmaya başlandığını anlattı.


1960'ların başlarında Amerika Güney Vietnam'daki komünist olmayan rejime destek olmak amacıyla buradaki asker gücünü artırmış. Gerillalar ise bu yeraltı rotalarını kullanarak birliklerini saklamış, haberleşmeyi ve her türlü malzemeyi sağlamış, bubi tuzakları ve ani saldırılar düzenleyerek güvenli şekilde saklanabilmiş. Yani Tüneller komünistlere sadece ev olmamış Saygon'un yakınında olduğu için saldırıların da merkezi olmuş. Gerillalar çok değişik bubi tuzakları hazırlıyor, hileli kablolarla el bombalarının patlamasını veya kutularca akrep ve zehirli yılanın düşman birliklerinin üzerine boşalmasını sağlıyorlarmış.



Rehberimiz Amerikalıların gerillaları tespit etmek için bir sürü köpek getirdiklerini ve bunun üzerine gerillaların et koyarak hazırladıkları tuzakla bu köpekleri etkisiz hale getirdiklerini veya çeşitli otları yakarak insan kokusunu alamaz duruma getirdiklerini anlattı. Gerilla taktikleriyle baş edebilmek için Amerika ve Güney Vietnam güçleri bubi tuzakları kullanmış ve düşman birliklerinin varlığını öğrenebilmek amacıyla ufak tefek kişiler arasından "tünel fareleri" adı verilen askerleri yetiştirmişler. Tünellerde olma deneyimini tanımlamak amacıyla da "siyah eko" terimi kullanılıyormuş. 


Tüneller öyle derine kazılmış ki Amerikalılar tarafından tüm alan bomba yağmuruna tutulmasına rağmen Vietnam askerleri sağ kalabilmiş ve hatta üzerlerinden bir sürü tank geçtiği halde Tüneller herhangi bir zarar görmemiş.


Ocak 1966'da 8000 civarında Amerikan ve Avustralyalı askerle bölgeye geniş çaplı bir operasyon yapılmış. B-52 uçakları bütün bölgeyi bombalamış ve arkasından birlikler gerillaları yakalamak için araziyi taramışlar. Ancak bu operasyon büyük ölçüde başarısız olmuş. 1 yıl sonra bu sefer 30.000 kişiyle komünistlerin güçlü olduğu Demir Üçgen olarak bilinen Kamboçya sınırındaki bölgeye operasyon düzenlenmiş. Bombalı saldırılar düzenlemişler ve bitkileri yok etmek için güçlü kimyasal ilaçlar kullanarak pirinç tarlalarına ve orman alanlarına zarar vermişler. Daha sonra da tanklar ve buldozerlerle tünelleri temizlemeye çalışmışlar. Çoğu sivil mülteci olan binlerce insanı tünellerden çıkmaya zorlamışlar. Bu operasyondan aylar sonra Kuzey Vietnam ve gerilla birlikleri tünellere geri dönmüş ve 1968'lerin başında burayı Saygon'a karşı bir saldırı merkezi olarak kullanmışlar.


Vietnam Savaşı sırasında Cu Chi Tünellerini savunmaya çalışan en az 45.000 kadar insanın öldüğü söylenmektedir. 1975'de Saygon'un düşmesinden sonra hükümet Cu Chi Tünellerinin korunmasını ve savaşla ilgili müzelerde tünellere de yer verilmesini istemiş.


Bugün artık burası turistlerin en çok rağbet ettiği yerlerden birisi. Biz de rehberimizin eşliğinde ve kulaklarımızı onun anlattığı savaş anılarına vererek şubat sıcağında bu anlamlı bölgeyi gezdik. Yaz aylarında buranın nasıl sıcak olacağını tahayyül etmek bile zordu. Buradaki doğa ve iklim şartlarına alışkın olmayan ve fiziksel olarak da iri kıyım olan Amerikan askerinin başarısız olması kaçınılmaz görünüyor.



Girdiğimiz bir mağarada gerillaların kılık kıyafetlerini, silahlarını, araç ve gereçlerini gördük. 



Başka bir alanda mizansen şeklinde gerillaların yaşam kesitleri canlandırılmıştı. 



Bir diğer yerde büyük bir tank bizi bekliyordu ve hemen üzerine çıkarak fotoğraf çektirmekten kendimi alamadım. 


En sonunda rehberimiz bizi bir tünel ağzına getirdi ve klostrofobyası yani kapalı yer korkusu olanlarla kalp sorunu olanların gitmemesi konusunda grubu uyardı. Hemen sıraya girip tünele girmeye başladık. 


Tünellere gerçeğe uyması bakımından çok fazla dokunulmamış ama yine de turistler için biraz genişletmişler ve üstünü çimentoyla sağlamlaştırmışlar. Önde başka bir rehber eşliğinde yeri geldi süründük, yeri geldi tırmandık ve yeri geldi çömelerek yürümek zorunda kaldık. Üstelik bunları rehber gözden kaybolunca karanlıkta yapmak durumundaydık. Gerçi her ihtimale göre gezdirilecek tüneli seçerken kısa aralıklarla acil çıkış noktalarının olabileceği bir tünel seçilmiş. 100 metre uzunluğundaki bu tünelde en fazla 10-15 dakika civarında kaldım. İnsanlar savaş sırasında yıllarca bu tünellerde nasıl yaşamış bunun düşüncesi dahi beni ürkütmeye yetti. Delikten gün ışığına çıktığımızda derin bir ohhh çektim. 


Bu bölgedeki bir diğer faaliyet ise M16 saldırı tüfekleriyle ateş etmekti. Bizim gruptan çok az kişi sanırım 50.000 Dong civarında bir ücret ödeyerek ateş etmeye gittiler. Biz ise kafe kısmında oturarak közlenmiş mısır yemeyi tercih ettik. 

Daha sonra bize ne kökü olduğunu hatırlayamadığım bir bitkiden yapılan çay ikram edildi. Bitki de şöyle bir şeydi.



Daha sonra rehberimiz bizi tünellerle ilgili bir belgesel izlemeye götürürken hediyelik eşya standlarına takıldık. Burada akrep ve yılanlarla hazırlanan çok ilginç içkiler gördük. Bunları içenlerin güçleneceğine inanılıyormuş. Bırakın içmeyi ben şişeden akrep ve yılanı görünce bile bir tuhaf oldum. 



Arkadaşım fiyat etiketini yanlış okumuş ve fiyatını uygun bulduğu bir tişörtü almak istiyordu. 500.000 Dong çıkarıp tezgahtaki kıza verdi ve sonra 2 tane daha tişört almak istedi. Sonra anlaşıldı ki fiyatları çok pahalı ve almaktan vazgeçti. Vermiş olduğu parayı geri istediğinde tezgahtaki kız para almadığını söyleyerek resmen hırsızlık yaptı. Ne yapacağımızı bilemedik ama parayı verdiğimizi ispat edeceğimiz bir şey de yoktu. Siz siz olun sakın ürününüzü almadan parayı vermeyin. 

Rehberimiz cin gibi bir adamdı ve gruba belgeseli izlettikten sonra bizi buldu. Artık dönme zamanı gelmişti. Otobüse bindik ve Ho Chi Minh'e geri döndük. Otobüs bizi Savaş Kalıntıları Müzesinin tam karşısında indirdi. 


Önce indiğimiz yerde bir kafe bulduk ve oturup birer kahve içerek ne yapacağımızı konuşup anlaştık. Ben müzeye girmek istemiyordum ve biraz şehrin sokaklarında gezmek daha iyi olacak gibiydi. Buluşma saati konusunda anlaştık ve bu kafenin önünde olmaya karar verdik. Onlar müzeye giderken ben de elimdeki haritadan önce nereye gideceğimi kestirmeye çalıştım. Ara sokaktan sağa dönüp biraz yürüyünce önce Yeniden Birleşme Sarayını ve parkı gördüm. 


Yeniden Birleşme Sarayı, eski adıyla Bağımsızlık Sarayı, dört katlı bir saray. Fransız kolonisi döneminde inşa edilmiş olan eski Norodom Sarayı'nın yerine inşa edilmiş. 1955'te iktidara gelen Ngo Dinh Diem, sarayı "Bağımsızlık Sarayı" olarak adlandırmış. 27 Şubat 1962 tarihinde meydana gelen bombalı saldırıda ağır hasar gören saray, yıkılarak yeniden yapılmış ve 31 Ekim 1966 tarihinde yeniden açılmış. Binası Mimar Ngo Viet Thu tarafından tasarlanmış. Bu Saray, Vietnam Savaşı süresince Güney Vietnam başkanlarının ikametgahı olmuş. 30 Nisan 1975 tarihinde, Saygon'un düşüşü sırasında bir Kuzey Vietnam tankının kapısından girmesiyle Vietnam Savaşı'nın bittiği yer olarak tarihe geçmiş. Vietnam Savaşı'nı Kuzey Vietnam'ın kazanmasının ardından "Yeniden Birleşme Sarayı" adı verilmiş. Bahçeye giren tankın bir maketi ise orjinal konumunda ziyaretçilere sergileniyormuş. 


Bu saray resmi bir toplantı olmadığı sürece ziyarete açık. Giriş ücretini anımsamıyorum ama sanırım 50.000 Dong civarındaydı. Arkadaşlar yanımda olmadığından ben de giriş yapmadım ve sadece uzaktan fotoğraflarını çekmekle yetindim. Haritaya bakarak yoluma devam ettim ve kısa bir yürüyüş mesafesinde bu sefer Saigon Notre Dame Bazilikasını uzaktan görmeye başladım. 


1880 yılında açılan bu Bazilika, Romanesk tarzıyla inşa edilmiş. Iki çan kulesi 60 metre yüksekliğe sahip. Fransız kolonisi zamanında inşa edildiğinden tüm malzemeler Fransa'dan getirtilmiş. Mesela ana gövdesinde kullanılan ve kiliseye çok şık bir görüntü kazandıran kırmızı tuğlalar Marsilya'dan getirtilmiş ve herhangi bir çimento ve sıva olmadan bunlar kullanılmış. 


Bazilika'nın ana giriş kapısının önünde bir de küçük bir meydan var. Bu meydanın ortasında ise büyükçe bir Meryem Ana heykeli yerleştirilmiş. Bu heykelin 2005 yılında gözyaşı döktüğüne inanılıyor. Bu yılın neden önemli olduğunu doğrusu bilmiyorum. 


Bazilika'nın ruhani ve görsel etkileyiciliği nedeniyle pek çok gelin ve damat buraya gelerek bu fonda fotoğraf çektiriyorlarmış. Nitekim ben de böyle çiftlere denk geldim. 



Bazilika'nın kapanış saatine bakmadan uzun süre meydanda ve Bazilika'nın karşı tarafında fotoğraf çektim. Meğerse Bazilika 4'de kapanıyormuş ve ben içeri girmek istediğimde kapanmak üzere olduğunu söyleyerek içeri almadılar. Parmaklıklar arasından içeriyi biraz da olsa görmeye çalıştım. 


Daha sonra Bazilika'nın tam karşısında olan Saigon Merkez Postanesine gittim. Burası da 19. yüzyılda Fransız kolonisi zamanında inşa edilmiş. Gustave Eiffel tarafından dizayn edilen ve Gotik, Rönesans ve Fransız mimarisi özelliklerini taşıyan Postane Binası halen postane olarak kullanılmakta. 


İçeri girdiğimde yüksek tavanıyla, bir çok hediyelik eşya dükkanıyla, posta hizmeti veren desklerle ve tam karşıda da Ho Chi Minh'in büyük bir portresiyle karşılaştım. Eski telefon ahizeleri ve kabinlerini görmek oldukça enteresandı. 



Buradan çıktıktan sonra buluşma saati yaklaştığından hemen aynı yollardan geri dönmeye başladım. Kafenin önüne gelip beklemeye başladım ancak saat geçmesine rağmen gelen giden yoktu. Bir süre bekledikten sonra ben de Müzenin önüne doğru giderek çıkanlara bakmaya başladım. Bir de ne göreyim bizimkiler dışarı çıkmış Müzenin önünde değişik yerlerde fotoğraf çektirmekle meşguller! Yanlarına gittim ve ben de Müzenin önünde bir fotoğraf çektirdim. 


Savaş Kalıntıları Müzesinde Vietnam Savaşı'yla ilgili çeşitli silahlar, araç ve gereçlerle o kanlı döneme ait gazete yazıları ve fotoğraflar sergileniyor. Bu Müzenin adı daha önce Amerikan Savaş Suçları Müzesi iken Amerika ile ülkenin arası düzeldiğinden Savaş Kalıntıları olarak değiştirilmiş. 

Buradan aynı güzergah üzerinde yürüyerek onlara rehberlik yaptım ve birlikte Sarayı, Bazilikayı ve Postaneyi gördük. Bu sırada caddeden enteresan bir şekilde geçmekte olan bir turist grubu gördük.


Postaneden çıktıktan sonra haritayı takip ederek bütün ünlü markaların mağazalarının bulunduğu bir caddede yürümeye başladık. Biraz ilerledikten sonra çok hoş bir görüntüsü olan Opera Binasına ulaştık. Akşam performansı için gelen giden o kadar çoktu ki onların arasında biz de Opera Binasının hem dışını ve hem de içini görmeye çalıştık.



Buradan ayrılarak uzaktan gözüken belediye binasına doğru yürüdük. Onun biraz ilerisinde de Nguyen Hu Meydanını ve burada bulunan Ho Chi Minh Heykelini gördük. Burası oldukça kalabalık bir meydan ve pek çok kişi heykeli görmek ve fotoğrafını çekmek için yarışıyor. 



Uzaklardan da Bitexco Finansal Kulesini gördük. Zaten o bölge hep yüksek binalarla dolu olduğundan gökdelenler bölgesi olsa gerek. 


Buradan da Ben Thanh Pazarına gitmek istedik. Ancak tam bizim gitmek istediğimiz saatte kapanıp 1 saat sonra tekrar açılıyormuş. Bunu öğrenince artık oturup hem dinlenmek hem de bir şeyler yemek istedik. Çevredeki restoranlara bakmaya başladık ve Vietnam'ın göbeğinde Japon restoranına gitmeye karar verdik. Yemek için ne çorbası olduğunu unuttuğum bir çorbayı ve sanırım bir de suşi sipariş ettik. Bunlar gerçekten çok lezzetliydi ve yemek için toplam 261.000 Dong ödedik. 

Yemek sonrası kendimizi alışveriş çılgınlığına kaptırdık. Ben Thanh Pazarında kıyafetten hediyelik eşyaya, yiyecekten çantacıya kadar ne ararsanız var. Nike firmasının üretim yerlerinden birisi bu şehir olduğundan uygun fiyata spor ayakkabılar almak istiyorduk. Başladık tek tek model ve fiyat sorgulamaya. İndirim yapan ve ayakkabının çifti 20 Dolara gelen bir dükkandan hepimiz de ayakkabılarımızı aldık. Bir arkadaşım küçük bir tablo aldı, diğer arkadaşım küçük bir bavul aldı ve ben de bir kısmı dantel gibi gözüken bir bluz aldım. Alışverişten sonra pazara yakın olan caddeden taksiye bindik ve çok yakın olan otelimize çabucak ulaştık. Ancak binmeden önce şoföre sorup öyle binmiştik. Yanlış hatırlamıyorsam bu kısa seyahat için taksimetrede yazan 20.000 Dong ödedik. Hemen odamıza giderek eşyalarımızı toparladık. Ertesi sabah otelimizin bize ayarladığı turla Mekong Deltasına gidecektik ve gece 01.05'de Filipinlere dönüş için uçuşumuz vardı. 

23 Şubat 2017 

Sabah erkenden kalkarak önce otelimizde kahvaltımızı yaptık. Daha sonra eşyalarımızı odamızdan indirerek bavul odasına koydurduk. Daha sonra tur otobüsüne binerek Mekong Deltasına doğru yola çıktık. Mekong turu için tur firmasına 10 Dolar ödedik. Giderken pek çok pirinç tarlası gördük ve yaklaşık 1 saat sonra ilk gezi noktamız olan Tay Ninh'e ulaştık. Burası, Vietnam'da üçüncü bir din olan Cao Dai dinine ait bir tapınak ve yaklaşık 2 milyon takipçisi varmış. Cao Dai dini, Müslümanlık, Hristiyanlık, Budizm, Genizm, Yahudilik, Konfüçyizm, Hinduizm ve Taoizm'in en iyi yanlarını bir araya getiren birleştirici bir dinmiş. Tapınak, karma bir mimari yapıya sahip. Rengarenk, aydınlık ve ferah bir yapısı var. 



Ayrıca bahçesinde hem erkek hem de kadın Buda'nın oturan, yatan ve ayakta çok büyük heykelleri yapılmış. 




Tur rehberimiz bize buluşma saati verdi ve gezmemiz için serbest bıraktı. Hızlıca hem içini hem de bahçesini gezmeye çalıştık. 



Buluşma saatimiz gelince herkes otobüste yerini aldı. Dikkat ettim de katıldığımız turlarda hiç kimse diğerlerini bekletmiyor herkes vaktinde geliyordu. 

Yaklaşık bir yarım saat daha gittikten sonra en nihayet nehri görmeye başladık. My Tho Liman şehrinde otobüsten indikten sonra bizi bir tekneye bindirdiler ve Mekong Deltasındaki gezimiz böylece başlamış oldu. Mekong Deltası güneybatı Vietnam'da Mekong Nehrinin kollar halinde Güney Çin Denizine döküldüğü yaklaşık 39.000 km2'lik bir bölge. Burası Dünyadaki en büyük 34 düzlük alan arasında olup Amazon ve Bramapur Nehirlerinden sonra 3. sıradaki en geniş doğal bölgeyi oluşturuyormuş. Delta ülkenin 2 önemli pirinç ambarından birisi ve toplam pirinç hasatının yarısından fazlası bu bölgede yapılmaktaymış. Nehrin dokuz kola ayrılarak denize ulaşması nedeniyle Vietçede buraya “Dokuz Ejderha Deltası'' da denilmekteymiş. 


Ayrıca burası barındırdığı bitki ve hayvan çeşitleri ile de çok zengin bir bölge. Burada binlerce yeni biyolojik tür bulunmuş ve bu nedenle son yıllarda "Biyolojik Hazine Bölgesi" olarak da nitelendirilmeye başlanmış. Bu bölge ülkenin pirinç ambarı olması ve olağanüstü bir ekosisteme ev sahipliği yapmasının yanısıra turizmle de ülkeye önemli bir kaynak sağlıyormuş. Bizim gittiğimiz gibi pek çok turist buraya günübirlik ya da konaklamalı ziyaret gerçekleştiriyor. Zamanımız olmadığı için biz günübirlik gitmek zorunda kaldık. 


Tekneyle bir süre yolculuk yaptık ve ilk durağımız olan bir adaya geldik. Burada rehberimizi takip ederek bir açıkhava gazinosunda bizim için hazırlanan çok değişik çayları ve meyve sularını tattık. Burada satış da yapıyorlardı ve 1 paket poleni yanlış hatırlamıyorsam 100.000 Dong ödeyerek aldım. 




Sonra rehberimiz bizi aynı adada yürüterek cinsinin ne olduğunu bilmediğim kocaman bir yılanın yanına götürdü. Yılanı omzunuza alarak elinizde tutabiliyorsunuz. Ben de turistik olduğundan hiçbir zararının olmayacağından emin olduğum yılanı elime almaktan çekinmedim. Korktun mu derseniz hiç korkmadım ama elimde kaygan bir şekilde hareket ettiğinden biraz huylandım diyelim. 


Buradan da tekrar tekneye binerek kanal gezintisi yapacağımız başka bir adaya gittik. Burası Thoi Son denilen bir bölge ve kanallarda "Sampan" adı verilen 3-4 kişilik küçük kanolarla turistleri gezdiriyorlar. Grubumuz sırayla kanolara bindirilmeye başlandı. Ağırlık durumuna göre kişileri arka arkaya oturtuyorlar. Bu geziler turistik olduğundan kanolarda kürek çeken çoğunluğu kadın olan yerel halktan kürekçilerin başlarında Vietnam şapkaları olduğu gibi kanoya binerken turistlere de bu şapkalardan veriyorlar ve teknenin bir bütün olarak görüntüsü çok hoş oluyor. Dar kanallarda gezerken çok sık palmiyeler, hindistan cevizi ağaçları, sazlık ve yoğun bitki örtüsü arasında çok keyifli vakit geçirdik. 



Kanal gezintimiz sonaerdikten sonra bu sefer teknemiz bizi Kaplumbağa Adasına götürdü. Burada Vietnam tarzında dekore edilmiş bir açık hava gazinosunda oturduk. Sırayla değişik otantik kıyafetlerle ortaya gelen kadınların söylediği yöresel şarkıları dinlerken bir yandan da papaya, dragon ve langon gibi masalara yerleştirilen tropikal meyveleri yedik. 


Daha sonra üstü tenteli ve daha çok sayıda insan alan teknelere binerek kanallarda ilerleyerek yemek molası vereceğimiz bir adaya gittik. 



Burada garsonlar gelip et mi yoksa sebze mi yemek istediğinizi soruyorlar. Biz etin domuz eti olduğunu öğrenince sebze istedik. İşte bu da yemeğimiz ve yediğimiz yer. 



Açık hava nedeniyle kurt gibi saldırdığımız yemeğimizi bitirdikten sonra serbest zaman verildiğinden çevrede gezmeye başladık. İsteyen ata veya bisiklete binebiliyordu. Biz de yakındaki havuzda bulunan timsah, kaplumbağa ve ne olduğunu bilmediğimiz başka hayvanları görmeye gittik. 




Zaten bir süre sonra rehberimiz bizi çağırmaya başladı. Buradan grubu biraz yürüterek faytona bineceğimiz bir yere götürdü. Herkes faytonlara binip gitti ama bize fayton kalmadı. Uzun süre orada boş bir faytonun gelmesini bekledik. 


Faytona bindik ve şehrin içinde bir süre giderek şeker yapılan bir atölyeye geldik. Burada bize aşama aşama şekerin nasıl yapıldığını anlattılar. Dışı pirinçten yapılmış jelatinle kaplı hindistan cevizinden yapılan şekerlemeler mi istersiniz çikolatalı, meyveli mi istersiniz ne arasanız var. Bunlardan bazılarını bize de tattırdılar. İsterseniz bunlardan satın da alabiliyordunuz. 



Tekrar tekneye bindik ve artık dönüş yolculuğuna başladık. Otobüsten indiğimiz nehir kıyısına ulaştığımızda aramızdan bazıları ayrılarak burada kalacakları otele doğru gittiler. Bizler de aramıza katılan yeni yolcularla birlikte Ho Chi Minh'e doğru yola koyulduk. 

Şehre dönünce biraz da yakın çevrede dolaşalım istedik ve bir taksiye binerek bizi sahile götürmesini istedik. Biraz buradaki parkta yürüyüş yaptıktan sonra yemek için bir yer bulalım istedik. 




Akşam trafiği başlamıştı ve karşıya geçmek için hiçbir ışık konulmamıştı. Yürüdükçe yürüyoruz ve yanımızdan çok süratle motorsikletler geçiyor. Hatta zaman zaman kaldırımları da kullandıklarından nereden yürüyeceğimizi şaşırdık. İyi ki karanlık olmamıştı yoksa bunlar bizi pestil gibi ezerlerdi. En nihayet bir ışık bulduk ve koşarak karşıya geçtik. 



Artık o kadar yorulmuştuk ki hemen yakında gördüğümüz bir restorana oturduk. Hepimiz de yengeç çorbası içtik ve buna 50.000 Dong ödedik. Tesadüfen oturmuştuk ama hoş bir ortamı vardı ve en önemlisi interneti iyi çalışıyordu. 


Yemek sonrasında son alışverişlerimizi yapmak için Pazara gidelim istedik. Hesabımızı tam ayarlayamadığımızdan elimizde fazladan Vietnam parası kalmıştı. Ortak hesabımızda havaalanına dönüşte taksiye vermek üzere 200.000 Dong ayırmıştım. Bunun dışında herhalde yaklaşık 70.000 Dong da ilaveten vardı. Bununla pazara giderken taksiye veririz kalırsa da birer kahve içeriz diye konuşmuştuk. Bir arkadaşımda da epeyce bir para vardı ve bunu harcamak istiyordu. Bunları niye uzun uzadıya anlattığımı birazdan anlayacaksınız. 

Neyse uzun lafın kısası biz taksiyle pazara gittik. Parası çok olan arkadaşım çok güzel bir tablo aldı ve hatırlamadığım başka şeyler de aldı. Yine de elinde bir miktar para kaldığını söyledi. Ben de bir gün önce haritadan pazarla kaldığımız otel arasındaki mesafeye bakmıştım. Aslında yürüyerek en fazla 10-15 dakika sürecek yakınlıktaydı. Filipinlere uçuşumuz gece 01.05’de olduğundan otele yürümek için daha zamanımız vardı. Ancak Vietnam parası olan arkadaşım bize iyilik yapmak isteyerek yürümememizi ve taksiyle gitmemizi önerdi. Ne yazık ki şoförle hiç konuşmadan ve pazarlık yapmadan bekleyen bir taksiye bindik. Jest yapmak isteyen arkadaşla ben arkaya diğer arkadaş da öne oturduk. 

Adama adresi gösterdik ve aramızda konuşmaya başladık. Adam bizim otelin olduğu caddede değil çaprazındaki caddede durdu ve yürüyerek oraya gidebileceğimizi söyledi. Bizden taksi ücreti olarak taksimetrede gözüken 75.000 Dongu istedi. 1 gün önce de bu mesafe için taksiye binmiştik ve sadece 20.000 Dong ödemiştik. Adama bunu anlatmaya ve başka paramız olmadığını söylemeye çalıştık. Adam ısrarla bu parayı istiyordu ve bu arada önde oturan arkadaşta başka para olmadığını anlamıştı. Polise gitmesini söyledik ama bu seferde adam kapıları kilitleyip hareket edince bayağı bir işkillendik. Bir de üstüne üstlük gece uçuşumuz vardı ve onu kaçırırsak daha beter olacaktı. 

Arkadaşlara, ortak cüzdanda havaalanı transferi için ayırdığımız paranın dışındaki parayı verip inmeyi teklif ettim. Cüzdanı çıkarıp karanlıkta parayı ayırmaya çalışırken bu sefer şoför bana doğru dönüp elindeki bir kağıdı bana uzatarak bir şeyler anlatmaya başladı. Meğerse bu bir tezgahmış ve beni oyalayıp o kağıdın altından uzattığı eliyle cüzdandaki 200.000 Dongu çalıvermiş. Ben de diğer parayı verip taksiden iner inmez cüzdanın boş olduğunu gördüm ama iş işten geçti ve araba bir anda şimşek gibi yok oldu. Yani kısacık bir mesafe için 275.000 Dong yani 12 Dolar gibi bir para vermiş olduk. Üstüne üstlük bir de otelin uzağına bıraktığından yine yürümek zorunda kaldık. Muhtemelen oteldekilerden yardım istemeyelim diye böyle uzak bir noktaya bıraktı. 

Otele gidip resepsiyondakilere olayı anlattığımızda bu mesafenin hiçbir şekilde bu kadar çok olamayacağını söylediler. Muhtemelen adam taksimetreyle oynayıp rakamı yükseltti. Yapacak birşey yoktu ve oteldekilere rica ederek bize 10 Dolar vereceğimiz bir taksi ayarlamalarını istedik. Tam zamanında gelen taksiye binerek havaalanına gittik. Herhangi bir rötar olmadan zamanında kalkan Cebu Pacific Havayollarına ait uçağımızla Filipinlere doğru yola çıktık. 

Vietnam'da başta taksi şoförleri kaynaklı olarak başımıza gelen bu tatsız olaylara rağmen yine de Vietnam'ı çok beğendik. Vietnam'ın kültürel, doğal ve yaşamsal farklılıkları sizi sanki bir masal dünyasında yaşatıyor. Yoksul olmasına yoksul bir ülke ama en azından insanlar arasında çok büyük bir gelir uçurumu olmadığını gözlüyorsunuz. Yerel halk güleryüzlü ve yardımsever gözüküyor. Yeme içme konusunda da hiç sorun yaşamadık. Zaten sokak yemekleri hiç yemedik ve gittiğimiz yerler hep temiz ve düzgün olduğundan gayet memnun kaldık. Gerek konaklama ve gerekse yeme içme fiyatları çok makuldü. Henüz turist istilasına uğramamış ve halen özgünlüğünü koruyan bu ülkeye gidip görmenizi şiddetle tavsiye ederim.