14 Ağustos 2016 Pazar

On 23:37:00 by Gülten İşcimen in    1 comment
14 Mayıs 2015

Yezd'den sonra çok uzun süren bir otobüs yolculuğu yaptık. Rehberlerimiz Persepolis’ e gitmeden önce sıcağın geçmesi gerektiğini ve bu yüzden mola vermemiz gerektiğini söylediler. Yaklaşık 2 saat kadar mola yerinde oturduk, yemek yedik ve çay içtik. Aslında bu süre bize biraz fazla geldi. Örtülere değişik şekiller verip başımıza bağladık ve bununla eğlenerek vakit geçirmeye çalıştık.Keşke biraz daha önce Persepolis’e gidip orada daha çok gezebilseydik.




En nihayet akşama doğru Pasargad’a geldik. Burası Persepolis’e 78 ve Şiraz’a 130 km uzaklıkta olan tarihi bir bölgeymiş. 2004 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine eklenen Pasargad, Ahameniş hanedanının ilk başkentiymiş. Büyük Kiros (Keyhüsrev) M.Ö. 550 yılında Med Kralı Astiages’le yaptığı savaş neticesinde büyük bir zafer kazanmış ve böylece Med devleti tarihten silinmiş. Büyük Kiros zafer kazandığı savaş alanına yakın olduğu için buranın başkent yapılmasını emretmiş. Kentin adının ise en büyük Pers kabilesini oluşturan Pasargad’lardan geldiği düşünülmekteymiş. I. Dareios’un tahta geçmesinden sonra M.Ö. 522’de Persepolis başkent olmuş.

Kiros’un ve karısının mezarları burada bulunmaktaymış. Kiros 'un mezarı çok sağlam durumdaymış. Beyaz renkli büyük kireçtaşı bloklarından yapılmış olan bu mezar, altı basamaklı bir kaide ile dikdörtgen planlı, beşik çatılı bir mezar odasından oluşmaktaymış. İslam döneminde bu mezarın Süleyman'ın annesine ait olduğuna inanıldığından kutsal sayılmış. Belki de bu yüzden bu Mezar günümüze kadar sapasağlam yıkılmadan ayakta kalabilmiştir. Kiros’un Mezarı şehri fetheden Büyük İskender tarafından da ziyaret edilmiş.






Mezarın yakınlarında ise eski kentin kalıntıları varmış. Halen o bölgede arkeolojik kazılar devam etmekteymiş. Biz o tarafa vakit darlığı nedeniyle gidemedik. Sadece Kiros’un Mezarını görebildik.



Ahamenişler, Pasargad'ı öyle bir dizayn etmişler ki kentteki görkemli ve yalın mimarlık hemen dikkati çekmekteymiş. Kentin içkalesi, koni biçimli alçak bir tepeye kurulmuş, taş kaplı çok geniş bir platformun üstünde yer alıyormuş. İçkalenin güneyinde, içinde kraliyet yapılarının yer aldığı büyük bir park varmış. Duvarlarla çevrili olan bu parkın tek bir girişi varmış. Parkın giriş yapısının üstünde dört kanatlı, taçlı bir figürden oluşan bir kraliyet arması bulunuyormuş. Bu armanın, Asur saraylarının kapılarında rastlanan dört kanatlı koruyucu ruh betimlemesinin Ahamenişler tarafından uyarlanmış biçimi olduğu düşünülmekteymiş.

Kentin güneyinde kayalara oyulmuş kanal şeklindeki izler ise bir zamanlar Pasargad’ı Persepolis’e bağlayan yolun kalıntısıymış.

Burayı gezdikten sonra otobüse binip Persepolis’e doğru yolumuza devam ettik. En nihayet Şiraz’a yaklaşık 80 km uzaklıkta olan ve 1979’da UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine alınan Persepolis’e ulaştık. Burada büyük bir alan gezilecekti ve bu yüzden buluşma saati belirlenip rehberimizle birlikte gezimize başladık.


Büyük Pers İmparatorluğunun başkenti olan Persepolis Yunancada Pers ülkesinin baş şehri anlamına geliyormuş. İranlılar bu tarihi yere Farsçada Taht-ı Cemşid (Cemşid’in tahtı) ismini vermişler. Böyle görkemli bir yerleşim yerinin ancak İran kültürüne ait olması gerektiğini düşünerek, mitolojik İran kahramanı olan Cemşid’in tahtı olması gerektiğini düşünmüş olsalar gerek.

Bu şehrin I.Dareios tarafından M.Ö. 521 yılında yaptırılmaya başlandığı ve tamamlanmasının yaklaşık 150 yıl kadar sürdüğü tahmin ediliyormuş. Antik İran hakkındaki edinilen bilgiler, o dönemden kalan yazıtlardan ve kalıntılardan elde ediliyormuş. Pers kralları Birinci Dareios ve ondan sonra gelen Artaxerkes, Xerkes, Kurus gibi hükümdarlar büyük eserler yaratmışlar. Persepolis’teki bazı sarayların yine yazıtlardan ve kalıntılardan anlaşıldığı üzere Ahameniş imparatorlarının yazlık sarayı ve tören alanı olarak yaptırıldığı belirlenmiş.

Yapılan araştırmalarda o dönemin büyük uygarlıkları olan Suşa, Babil ve Ekbatan’daki şehir devletlerinden gelen temsilcilerin şimdiki Nevruz ile aynı zamana rastlayan Noruz isimli dönemde, krala çeşitli hediyeler getirdikleri ve krala saygılarını sundukları biliniyormuş.

Persepolis, uzun bir dönem altın çağını yaşadıktan sonra, M.Ö. 330 yılında Makedonyalı Büyük İskender şehri ele geçirip yakıp yıkmış. Zerdüştlük dinini yasaklamış ve topladığı bütün Avesta kitaplarını yaktırmış. Bundan sonra şehir toprak yığınları altında kendi haline terkedilmiş. 1930'larda başlayan arkeolojik çalışmalarla şehir yeniden ortaya çıkarılmış.

Ahameniş İmparatorluğunun yıkılışı ve bu görkemli şehrin yanması ile ilgili farklı görüşler bulunuyormuş. Bunlardan birisi Makedonyalı Büyük İskender’in III. Dareios’u mağlup ettikten sonra önce Babil’i alması ardından İran içlerine yönelip Xerkes’in Yunanistan’da yaptıklarına misilleme olarak Persepolis’te I. Xerkes’in sarayını törenle yaktığıymış. Rivayete göre Xerkes de Akropolis’i yağmalamış.

Diğer bir iddia ise İran Milli Destanı olarak kabul edilen Şehname’de, İskender’den çok sonra yaşamış olan Firdevsi’nin İskender’i Pers imparatorluğunun varisi ilan ederken İskender’in annesinin de Pers olduğunu söylemesiymiş. Buna yönelik kanıtlar olduğu, İskender’in davranışlarıyla adeta bir Doğu despotuna dönüştüğü ve Pers hükümdarları gibi davranarak Pers geleneklerini benimsediği belirtilmekteymiş.

Persepolis'in tarihiyle ilgili bu bilgileri verdikten sonra şimdi Antik Şehri gezmeye başlayabiliriz.

Persepolis, Kuh-i Rahmet (Rahmet Dağı) isimli bir tepenin arkasında 125 bin metrekare bir alanda kurulmuş. Ana terası 450 x 300 metre boyutlarındaymış. Büyük bir kompleksin içinde saraylar, tören salonu, kral mezarları ve diğer kraliyet yapıları görülebilmekteymiş.

Persepolis’deki kral sarayları taşıma toprakla yapılan, tepesi 473 metre uzunlukta, 86 metre genişlikte ve 13 metre yüksekliği olan yapay bir tepe üzerinde bulunmaktaymış. Şehrin kuruluşu birkaç aşamada gerçekleşmiş. Darius ilk önce zemini düzleştirmiş ve planlamayı yaptıktan sonra alanın güneydoğu tarafında hazine odasını inşa ettirmiş.

Bilet kontrollerimizi yaptırdıktan sonra önce düz bir yoldan yürümeye başladık. Antik şehre girmeden bir Kaşkay Türküyle karşılaştık. Giysilerinin renkleri o kadar canlıydı ki fotoğrafını çekmek istedim.


Kente merdivenli bir girişle çıkılıyor. Kentin en az zarar görmüş ve özgün halde kalmış olan bu merdivenleri, yaklaşık yedi metre uzunlukta ve taştan oymaymış. Her bir taş blok, oyularak üzerine beşer basamak yapılmış ve daha sonra bunlar yerleştirilerek yaklaşık 40 basamaklı bir merdiven elde edilmiş. Basamakların dizilişi L şeklinde olup basamak yükseklikleri öyle iyi ayarlanmış ki önemli ziyaretçiler atlarıyla burayı rahatça tırmanabiliyorlarmış.Fotoğrafları karışık bir şekilde eklemek zorunda kaldım. Aradan zaman geçince doğru yerlerini bulmak zor oluyor.









Persepolis’in yapımında çok sayıda Yunanlı mimar ve taşçı ustası çalıştığı yapılan araştırmalarda ortaya konmuş. Persepolis’in inşasında çalışanlar, bunu savaş tutsakları olarak değil, ücretleri ödenen işçiler olarak yapıyorlarmış. Persepolis kabartmalarında, Efes şehrindekilere benzer elbiseler görülmesi bunu kanıtlamaktaymış. Suş’da bulunan büyük Dareios’a ait yazıtta da bu husus belirtilmekteymiş. 

Bu platformun altında bulunan su kanallarının uzunluğu yaklaşık 1,5 kilometreymiş ve içinde bir insan yürüyecek kadar genişmiş. Merdivenlerin dayandığı paneller ve üzerlerindeki rölyefler çok iyi durumdaymış. Merdivenlerdeki çivi yazılarında Elamca, Babilce ve Eski Farsça dilleri kullanılmış. Rölyeflerde dini içerikli semboller ve Yeni Yıl (Nevruz) kutlamaları anlatılmaktaymış. Bu rölyefler incelendiğinde kuzeydeki panel, Perslerin ve Medlerin saraya kabul edilmelerini, güneydeki panel ise başka milletlerin saraya kabullerini resimlerle anlatmaktaymış. 

Kabartmaların kullanılması M.Ö. 1. Bin yılda sanatsal bir gelenek olarak Yeni Asur döneminde geliştirilmiş. Ancak bu kabartmalarda Asur hükümdarları genelde halkını zapt ederken ve çoğunlukla şiddet içerirken Ahameniş kralları ise kendilerini halka iyilik eden ve onları koruyan hayırseverler olarak betimlemeyi seçmişler. Çoğunlukla halkın huzura kabulü veya kendilerine itaat edenler tasvir edilmiş.





Apadana Tören Salonunun doğuya bakan basamaklarında, Hindistan’dan Afrika’ya 23 heyetten temsilcinin Pers kralına armağanlar verip sadakatlerini sunarken resmeden kabartmalar bulunmaktaymış. Bu kabartmalarda konuk elçiler üç sıra halinde tasvir edilmiş. İmparatorlukta yaşayan bütün milletlerin birbirinden farklı giyimleri, saç stilleri ve kültürleri bu tören sırasında bir arada görülebiliyormuş. Ülkelerin elçileri bir selvi ağacı (hayat ağacı) ile diğer ülkelerin elçilerinden ayrılmış. Her elçi grubuna bir kişi başkanlık etmekteymiş. Bir Pers veya Med muhafız da onlara rehberlik etmekteymiş. 

Kabul törenlerinde kraliyet muhafızlarının önemli bir yeri varmış. O zamanlar, kraliyet muhafızlarının ölümsüz olduklarına inanılıyormuş. Muhafızlar prestij olarak üst sınıftaki kraliyet ailesinden sonra geliyormuş.

Bu kabartmalarda her ülkenin kültürel önemi ve geçmişi göz önünde tutulmuş. Medler, Elamlar, Babilliler, Asurlar diğer ülkelere kıyasla daha üstün ve önemli olduklarından ön sıralarda gösterilmiş. Persler ise kurucu olduklarından vergi vermekten muaf tutulmuş ve hediye getirenler arasında gösterilmiş. 

Kuzey merdivenin orta kısmında üç levha bulunmaktaymış. Bu levhalarda Pers, Babil ve Elam dillerinde yazılar varmış. Doğu tarafındaki merdivende de iki levha varmış. Güneydekinde Babil ve Elam, kuzeydekinde ise Persçe yazılar varmış. Yazıların her iki tarafında birer Pers ve Med olmak üzere sekiz yüksek rütbeli subay yer almaktaymış. Araştırmalarda bu yazıların Kserkses zamanında yazıldığı ve yaptığı işleri anlattığı belirtilmekteymiş.














Merdivenin sol tarafında 23 sahne üç sıra halinde yer almaktaymış. Üst sıra yedi sahneden oluşuyormuş ve Med, Suse, Harat, Harauvatis, Mısır, Part, Asagarta ülkelerinin temsilcileri yer almaktaymış. Orta sırada altı sahne varmış. Her sahnede Ermenistan, Babil, Kilikia, Saka, Gandara,Suguda ülkelerinin elçileri gösterilmiş. Alt sırada ise Suriye, Kappadokia, İyonia, Bactry, Hindistan, Trakya, Zaranka, Libya,Habeşistan ülkeleri yer almaktaymış. 

Merdivenlerin en üstüne çıkıldığında ziyaretçileri karşılayan trompetçilerin bulunduğu bir avluya çıkılıyormuş. Önemli ziyaretçilerin gelişi borular çalınarak buradan duyuruluyormuş. 

Ksenophon M.Ö. 4. yüzyılda şöyle yazmış “Bütün halklar eğer Kyros’a topraklarının en güzel ürünlerini, en güzel hayvanlarını veya sanat eserlerini göndermezlerse gözden düşeceklerine inanırlardı.” 

Merdivenlerden sonra ulaşılan avludan “Gate of All Nations” (Tüm Milletler Kapısı)’na geliniyormuş. Bu Kapı I. Xerkes zamanında yapılmış ve büyük heybetli yapısıyla çok etkileyiciymiş. I.Xerkes Dareios’un projelerinden bazılarını devam ettirirken bazı yeni projeleri de başlatmış. Apadana Sarayını bitirmiş ve güney tarafına Dareios’un Sarayı adı verilen bir saray yaptırmış. Apadana Sarayının kuzeyine de kendi adıyla da anılan Tüm Milletler Kapısı’nı yaptırmış. Sarayın iki büyük sütunla tutturulan kapısının yüksekliği 11 metreyi buluyormuş. 

Batı tarafındaki Kapıdaki sütunların önünde dev boyutlarda iki boğa heykeli bulunuyormuş. Kapı’nın doğu tarafındaki kısmında ise sakallı insan şeklinde boğa figürleri (lamassu) kapıyı koruyorlarmış. Boğa sembolü, antik dönemlerde kralı ve kralın gücünü temsil edermiş. 

Persepolis'te büyük sütun kaideler üzerinde, Perslerin inançlarını yansıtan heykeller bulunuyormuş. Bunlar iyilik sembolü olan yarı insan bir savaşçı ile kötülük sembolü olan bir canavarın mücadelesini ve iyilik sembolünün zaferini gösteren heykellermiş.









Tüm Milletler Kapısının her iki tarafındaki alınlıklarda çivi yazısı ile yazılmış Persçe, Elamca ve Babil dilinde eşanlamlı üç yazıt varmış. Yazıtlardaki Kserkses’in “Bu kapıyı ben yaptırdım ki bütün ülkeler ondan geçiyor.” ibaresinden, avlunun Xerkes zamanında tamamlandığı anlaşılmaktaymış. Kserkses, ayrıca bu sarayın iki katı büyüklüğünde, Kserkses Sarayı olarak bilinen ikinci bir yapıyı daha inşa ettirmiş. 

Tüm Milletler Kapısı’ndan geçildiğinde dört ayrı yöne gidilebiliyormuş. Dört yönden hangisine gidilirse gidilsin taş sütunlu koridorlarla karşılaşılırmış. Batı yönüne gidildiğinde ana saraya giriliyormuş. Duvarları hurma dallarıyla süslenmiş olan bu koridorlar ziyaretçilerin 100 Sütunlu Salona alınmadan önce bekletildiği dört sütunlu küçük salona açılmaktaymış. Koridorların duvarlarının sadece alt kısımları günümüze kalabilmiş. 

Persepoliste bulunan en büyük kalıntı 100 Sütunlu Salon’muş. Kral Darius’un halkı huzuruna kabul ettiği gümüş ve altın işlemeli süsleri olan Apadana Tören Salonu’nun çatısı 36 sütunla desteklenmiş olup, her biri 20 metre yükseklikte olan ve üzerinde 2 metre yükseklikte başlıkları olan 100 sütun bulunuyormuş. Bu başlıklar boğa ve insan şeklindeymiş. 

Mısır'daki ocaklardan getirilen blok taşlarla yapılmış tören salonu 10.000 kişi alıyormuş. Bu kadar büyük bir kapalı salon o dönemde başka hiçbir sarayda görülmemiş. Apadana Sarayı yüksek sütunları, değişik biçimde hayvan başlı sütun başlıkları ve sayısız kabartmaları ile Persepolis’in başta gelen saraylarından birisiymiş. Etrafındaki teras ve odalarla birlikte 15.000 metrekarelik bir alana yayılıyormuş. 

Sarayda bulunan avlu ve teras sütunlarından bugün sadece 13 tanesi ayaktaymış. Diğer sütunların bir kısmı Büyük İskender tarafından M.Ö. 331 yılında Persepolis yakıldığında tahrip edilmiş, bir kısmı da yaklaşık 2500 yıllık bir zaman içinde doğal aşınma ve insanların tahribi neticesinde yıkılmış. Bu 13 sütunun da bir kısmı çevredeki köylüler tarafından değirmen taşı yapmak için kesilip götürülmüş. Kalan sütun başlıklarındaki boğa şekilleri de zamanla yok olmuş.






70 x 70 metre boyutlarındaki bu salona girmeden önce ziyaretçiler ana salonun karşısında bekletilir ve 100 sütunlu saraya iki boğa heykelinin arasından girerlermiş. Giriş kapısının önünde askerler bekler, Kral tütsülerle çevrili bir durumda oturur, etrafında ise maiyeti ve hazineden sorumlu bakanı beklermiş. Kral hediye getirenleri ödüllendirir ve gelen hediyeler güney kapısından çıkartılarak hazineye götürülürmüş. Başka ülkelerden gelen temsilciler ülkelerine dönmeden önce kayıt bürosuna kaydedilirmiş. Bu bilgileri içeren çivi yazılı 3.500 kadar kil tablet günümüze kadar korunabilmiş. 

Krallık ambarının ve cephaneliğin bulunduğu Hazine denilen yerde, renkli ve süslü alçılarla kaplı tahta sütunları olan, dört revaklı bir avlu varmış. Bu yapıların duvarları, sıra sıra insanları gösteren alçak kabartmalarla süslüymüş. Bu kabartmalarda Persler ve Medler, askerler ve ganimetleri taşıyan insanlar görülmekteymiş. Hazine odası, ganimetlerin ve Perslerin dini bayramı olan, aynı zamanda kralın da yüceliğini perçinleyen Yeni Yıl Festivali’nde (Nevruz) gönderilen yıllık vergilerin depolanması için kullanılırmış.



Apadana Sarayı’nın güneyinde yer alan Dareios’un Tachara’sı (Kışlık Saray) diye bilinen bu yapı Persepolis’de yapılar için oluşturulan terasta inşa edilen ilk binaymış. Bu Saray Kralın ölümünden önce tamamlanmış. Güney girişindeki 3 dilde hazırlanmış yazıtlara göre Apadana Sarayı’ndan 2 metre kadar yüksekte olacak şekilde inşa edilmiş. Persepolis’de sadece bu binanın pencereleri ovanın güney bölümüne bakıyormuş. Tachara’nın üzerinde bulunan yazıtta, buranın Büyük Darius tarafından yapıldığı yazmaktaymış. Yazıtta ayrıca Dareios, atalarının adlarını saydıktan sonra Ahura Mazda’yı övmekte, her şeyi ona borçlu olduğunu söylemekte, Ahura Mazda’nın lütfu ile hâkim olduğu memleketleri saymaktaymış. 

Bir diğer özelliği bu Saraydaki sütunların taştan değil ahşaptan olmasıymış. Girişinin ve pencerelerinin güzelliği bugüne kadar gelebilen parçalarda açıkça görülmekteymiş. Bu Saray resmi törenlerden çok seremonilerde kullanılıyormuş. 1160 metrekarelik bir alanı kapladığından kentteki en küçük saraymış. 

Persepolis’de yer alan bir diğer yapı ise bugün Persepolis Müzesi olarak kullanılan Harem’miş. Harem hakkında günümüze ulaşmış fazla bilgi olmadığından sadece dışarıdan alınmış bir fotoğrafla yetiniyorum. 


Ahameniş kralları mezarlarını da bu alana yaptırıyorlarmış. Saraylardan biraz yukarıda, kayalık dağın yamaçlarında kayalar oyularak yapılan son Ahameniş kralları II. Artarkserkses, III. Artarkserkses ve III. Darius’a ait kaya mezarları bulunuyormuş. Bu tepeden bakıldığında Persepolis şehrinin görünüşü çok daha belirgin oluyormuş. Taş mezarda Kral ve eşi defnedilmiş olup mezardaki kabartmada Kral ve Ahura Mazda resmedilmiş. Bu resim, o dönemin Zerdüşt inancını yansıtmaktaymış.Ancak biz bu mezarların olduğu bölüme vaktimiz olmadığından gidemedik. 

Bunun dışında vaktimiz olmadığından gidemediğimiz birkaç antik bölgeden de kısaca bahsetmek istiyorum. Eğer yolunuz düşerse bunları da mutlaka gezin derim. 

Nakş-ı Rüstem (Naqsh-e Rustam) Persepolis antik kentinden yaklaşık 12 km daha kuzeydeymiş. 4 büyük Ahameniş kralı olan Xerkes, Büyük Dareios, I. Artaxerkes ve II. Dareios’un mezarları burada bulunmaktaymış. Büyük Dareios’un mezarı diğerlerinden daha büyük ve daha iyi korunmuş durumdaymış. Dıştan görünümü haç şeklindeymiş ve Haçın yüksekliği 24,5 metreymiş. Bu mezardaki güneş sembolü bağımsızlığı sembolize ediyormuş ve yanında kutsal ateşin yandığı bir tapınak bulunuyormuş. Dareios’un başının üzerinde koruyucu melek “Forouhar” havada asılı durmaktaymış. 

Kraliyet tahtı iki sıralı dizilmiş toplam 14 kişi tarafından taşınmaktaymış. Bunlar Ahameniş imparatorluğunda yaşayan 14 değişik toplumu temsil ediyormuş. Her bir taşıyıcının üzerindeki çivi yazısında Part, Sattagid gibi ait olduğu toplumun adı yazılıymış. Girişin iki yanındaki yazıtlarda ise Babil ve Elam dillerinde Zerdüşt tanrısı Ahura Mazda’ya saygılarını ifade eden sözler yazılıymış. I.Dareios, Nakş-ı Rüstem yazıtında “Ahura Mazda, yeryüzü nizamının bozulduğunu görünce onu bana havale etti. Ben de yeryüzüne nizam verdim” diyerek kuvvet ve kudretini Tanrıdan aldığını açıkça ifade etmekteymiş. Bu mezarların aslında mağara olduğu ve bunların sonradan kral mezarı haline getirildiği düşünülmekteymiş. 

İranlılar ulusal destanları olan Firdevsi’nin Şehname’sinde geçen kahramanları Zaloğlu Rüstem’in bu kayaları kendi gücüyle oyduğunu düşündükleri için buraya Nakş-ı Rüstem ismini vermişler. 

Nakş-ı Rüstem'de mezarlara ilaveten, mezarların alt kısmında, Sasani krallarına ait olan yedi adet devasa kaya oyması bulunuyormuş. Mezarların önünde, merdivenlerin çevrelediği, 12 metre yüksekliğindek bir Zerdüşt binası bulunuyormuş. Bu yapının Dareios zamanından kalma bir ateş tapınağı olduğu düşünülmekteymiş.

Nakş-ı Recep, Şiraz - İsfahan yolu üzerinde bulunmaktaymış. Nakş-ı Recep’te de Sasanilerden kalma 4 büyük taş oyma rölyef bulunuyormuş. Bunlar o dönemin Sasani kralları 1. Ardeşir (Artaxerkes) ve Büyük Shapur’a aitmiş. 

Böyle büyük bir alan bir gün gezmeyi hakediyor. Ancak biz tur programımıza sığmak bakımından birkaç saatte gezmeye çalıştık. Sizin vaktiniz uygunsa daha çok vakit ayırmanızı öneririm.Ama mutlaka yanınızda suyunuz, başınızda geniş kenarlı bir şapkanız ve gözünüzde güneş gözlüğünüz de olsun.

Buradan güllerin,bağların, bahçelerin, şairlerin diyarı olan Şiraz'a gidiyoruz.Sizleri de okumaya beklerim. 

1 yorum: